Zirvede Haber

Prof. Dr. Hilmi Özden yazdı; GEÇMİŞ OLAYLARA BAKMAK; BUGÜNÜ GÖRMEK ve YARINLARI TAHMİN ETMEKTİR

Prof. Dr. Hilmi Özden yazdı; GEÇMİŞ OLAYLARA BAKMAK;  BUGÜNÜ GÖRMEK ve YARINLARI TAHMİN ETMEKTİR

Prof. Dr. Hilmi Özden makalesinde geçmişe ışık tuttu. Özden;

Rusya’da ortaya çıkan antisemitizm (Yahudi Düşmanlığı) faaliyetleri Yahudileri çeşitli arayışlara itti ve vaat edilmiş topraklar olarak kabul ettikleri Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasını hedefleyen Siyonizm hareketi ortaya çıktı. Hedef alınan yer Filistin olunca konu Osmanlı Devleti’ni de ilgilendiriyordu. Osmanlı Devleti Yahudi göçlerinin meydana geldiği dönemde, bu göçlere karşı engelleyici tedbirler almayı ihmal etmemişti. Nitekim II. Abdülhamid göçmen Yahudilerin Filistin’e yerleşmelerine izin vermediği gibi, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilerin dahi Filistin’den toprak satın almalarını yasakladı[1].

27 Ağustos 1897 tarihinde İsviçre’nin Basel kentinde üç gün süren Birinci Siyonist Kongresi toplanmıştı. Kongre bittikten sonra Siyonizmin öncülerinden Theodor Herzl, günlüğüne şunları yazmıştı: “Basel’de Yahudi Devleti’ni kurdum. Eğer bugün bunu açıklarsam, herkes beni alaya alır. Oysa belki beş fakat hiç şüphesiz ki elli yıl içinde herkes bu gerçeği görecektir. Yahudi Devleti’nin varlığı manevi temellere oturtulmuştur, bu devlet Yahudi halkının bu konudaki istek ve azmi ile kurulmuştur. Herzl’in danışmanlanndan Max Bodenheimer, kendilerini Filistin’e götürecek gemide Çanakkale Boğazını geçerken Siyonizmin amaçlarını dile getirmiş ve şöyle demişti: “Bizim düşlerimizin kanatları vardır, sınır tanımazlar. Yahova’nın Eski Ahit’te vaad ettiği Nil’den Fırat’a kadar tüm bölgeler Yahudi kolonizasyonuna açılmalıdır[2].”

Filistin’e Yahudi göçü ve toprak satışı, Batılıların Osmanlı yönetimine siyasi baskıları ile birlikte Yahudilerin ekonomik güçlerinin tesiri neticesinde olmaktaydı. Özellikle finans alanında büyük bir güce sahip olan Herzl ve Baron Roth child gibi şahısları engelleyebilmek oldukça güçtü. Bunların faaliyetleri sınırlanmaya çalışılsa da başarı elde edilememekteydi. Herzl, Newlinski vasıtasıyla, 1896 yılında Filistin’in Yahudi göçüne açılması ve buranın muhtar bir Yahudi yönetimine sahip olmasına karşılık olarak, Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerine olan borçlarının ödenmesi ve Avrupa basınında Osmanlı padişahı lehine propaganda yapmayı teklif etmiştir[3].

Siyonist lider Theodor Herzl, II. Abdülhamid’e yaptığı tekliflerde, Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine izin verilmesi karşılığında maddi çıkarlar sağlamayı vaat etti. Sultan II. Abdülhamid, aracılar kanalıyla yapılan bu önerilere sürekli direndi. Filistin’e Yahudilerin yerleşmesine şiddetle karşı çıktı. Aracılardan biri olan Polonyalı asilzade Newlinski’ye şunları söyledi:

“Eğer Bay Herzl senin benim arkadaşım olduğun gibi arkadaşın ise, ona söyle bu konuda ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım Yahudiler milyarlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem[4]”. II. Abdülhamid’in bu tutumu hükümdarlığı süresince devam etti. Maalesef son dönem OsmanlıDevletinde acı olan gerçek devlet işleri kurallara değil kişilere bağlıydı. Sadece Sultan II. Abdülhamid değil birçok vatanperver devlet görevlisi toprak satışına ve Yahudi göçüne karşıydı. Fakat bugünün Sultan II. Abdülhamit taraftarları acı olayları yeterince yorumlayıp bugünü görmemekte ve yarınları tahmin edememektedir. II. Abdülhamid’e “Ulu Hakan” demekte fakat onun söylediklerinin tersini yapmaktadırlar. II. Abdülhamit karşıtları[5] ise “Filistin’i Yahudilere II. Abdülhamit verdi” diye başlık atmaktadır. Üstelik “Mustafa Balcıoğlu & Sezai Balcı’nın “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu” isimli eserini kaynak göstererek yine bu eserdeki bire bir okuduklarında ne anladıklarını merak ettiğim şu ifadelere dikkat etmemektedirler: 1878 yılından sonra Filistin’e iskân hususunda çok ciddi kazanımlar elde eden muhacir Musevilerin örgütlerine karşı, daha çok yazışmalarda kalan bir takım yasaklamalar getirilmektedir. Sultan Abdülhamid’in Filistin meselesine ilişkin olarak 1892 yılından başlayarak gösterdiği kararlılık Saderet yazısına da yansımış görünmektedir[6]Fakat birçok sebepten dolayı mücadelede istenilen mesafe alınamamıştır. Dahiliye Nezareti’nin bu yoldaki bir yazısı, 2 Eylül 1899 tarihinde Suriye Valisi ve Kudüs Mutasarrıfına gönderilmiştir. Muhacir Musevi örgütlerine karşı dikkatli olunması gerektiği vurgulanan yazıda, direktifleri yerine getirmeyen memurlara şiddetli ceza uygulanacağı da ihtar edilmektedir. Söz konusu yazı şudur: “Belgelerden ortaya çıktığına göre Hükümetin, Filistin meselesine ilişkin olarak izlediği yolun hiçbir şekilde taviz vermemek ve müsamaha göstermemek olduğu anlaşılmaktadır. Rothschildlerin fazla olarak sahip oldukları arazi ve yerleştirdikleri Musevi muhacirlerin, izin verilenden fazla olduğu ortaya çıkmıştır. Beyrut Vilayeti İdare Meclisi bu konuda müsamahakâr bir yol izlenmesi kararına varmıştır. Fakat Sadaret, bu yöntemi uygun bulmamış ve yeniden tahkikat yolunu tavsiye etmiştir. Bunun üzerine, Hayfa’da bulunan Rothschild arazileri ve köylerinde yeniden sayıma girişilmiş olduğu belgelerden izlenmektedir. Rothschildlerin, hükümetin aldığı tedbirlere rağmen projelerini gerçekleştirmeğe ısrarlı biçimde devam ettikleri anlaşılmaktadır. Hayfa Kazası’na bağlı ‘Atlit Köyü’nü satın almışlar ve muhacir Musevi iskân etmeye başlamışlardır. Hâlbuki satışın gerçekleşmemesi için birçok girişimde bulunulmuştu. Fakat diğer yerlerde olduğu üzere burada da Hükümet, sonuç alamamıştır. ‘Atlit arazisi, satın alındıktan sonra Yahudiler, köyde bulunan yerli halkı başka yerlere göç ettirmek için baskı yapmaya da girişmişlerdir. Köy halkı, bu taciz ve baskıların son bulması için Sadaret’e dilekçe ile başvurmuşlardır. Dâhiliye Nezareti de 20 Mayıs 1899 tarihli yazıyla Beyrut Vilayeti’ne konunun etraflıca incelenmesi için direktif vermiştir[7].

Buradaki ana sorun Osmanlı Devletinde yerel yönetimlerin güçlü olmasıdır. Şimdilerde Türkiye’de yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin sınırlarını belirlemeyen zihniyet de bunu düşünmelidir. Bugün Türkiye’de Arap, Afgan, Avrupalı, Çinli, vd. bilumum unsurun toprak, konut alarak vatandaşlık elde etmeleri hatırlatmalarına rağmen uyaranlar suçlanmakta ve ileri görüşlü insanlar kamuoyunda yıpratılmak istenmektedir. Bahadır Selim DİLEK’in Suriyeli Göçü[8], Ümit ÖZDAĞ’ın Stratejik Göç Mühendisliği[9] gibi eserler Türk Milliyetçileri (Ulusalcıları) tarafından bile yeterince okunmamıştır. Türkiye ‘nin bugünü ve yarınları çok açık bir şekilde tehlikededir. “Bazı ilçelerde ekilebilir arazilerin yarısı yabancılar tarafından satın alınmıştır” çığlıklarına yetkililer sessiz kalmakta bizim göreve gelmemizden önce de bunlar olmakta diye sorumluluktan kaçan cevaplar vermektedir.

“Yabancılara Vatandaşlık, Toprak ve gayri menkul satışı” artarak devam etmektedir. Satış kararnamelerinde sürekli eski kararlara atıf yapılarak fiyat ayarlamaları açıklanmaktadır. Satışların iptaline dair en ufak bir işaret görülmemektedir. Hasan Taşkın’ın İstihbarat Raporlarında İsrail’in GAP Senaryosu (Güneydoğu Topraklarında Neler Oluyor)[10] isimli çalışmasında savaşların artık Tapu Defterlerinde yapıldığı belgelerle anlatılmaktadır. İsrail Devleti Kendi topraklarının %80’ini bile elinde tutup kendi insanı Musevilere  bile satmazken Türkiye Cumhuriyetinin yabancılara toprak, mülk ve vatandaşlık satışı tarihte eşi benzeri görülmemiş bir duyarsızlıktır. Hatay’ın Türkiye’ye dâhil olmasından sonra 1939’dan itibaren Suriyelilere taşınmaz mal yasağı varken şimdi göz göre göre Türkiye’nin işgal ettirilmesi İngiltere-İsrail-ABD ve AB projesinin izlenmesinden başka bir şey değildir. Osmanlı son döneminde Siyonistler, Türkiye Cumhuriyeti’nde Hatay meselesinden itibaren Suriyeliler vatandaşlık verilmesi ve gayr-i menkul satışında sabıkalı kabul edilmiştir.

Bu tecrübeye dayalı bir devlet hafızasıdır. Devleti yönetenler bu uyarıları dikkate almalı bu uyarıları yapanları itibarsızlaştırma değil tam tersine; cesaret ve ilmi tevhit ettikleri için takdir etmelidirler. Sykes-Picot (1916) ve Sevr (1920) antlaşmaları yürürlüğe konmak istenmektedir. Sykes-Picot antlaşmasının öncesinde I. Dünya Savaşında Arap İsyanının öncüsü Mekke Şerifi Hüseyin ile İngiltere arasında gizli bir antlaşma yapıldı.Sonra İngiltere Fransa’yı da haberdar ederek 16 Mayıs 1916 yılında Sykes-Picot antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya bilahare Rusya’da dâhil edildi[11]. Sevr anlaşması(10 Ağustos 1920)  ise I. Dünya Savaşından sonra Anadolu’nun parçalanmasıdır. Lozan antlaşması (24 Temmuz 1923) ile Türk yurdu yeniden Millî Mücadele sonucu inşa edilmiştir. ABD halen (2022) Lozan antlaşmasını tanımamıştır.

Bugünde Türk vatanı emperyalistlerin zihninde ve hedefinde mutlaka parçalanması gereken bir coğrafyadır. İrsal için dinî bir öneme sahip Anadolu, Arz-ı Mevud’a (vaat edilmiş Topraklar) dahil edilecek Büyük İsrail’in bir parçası olarak görülmektedir. Habeşistan’dan Türkiye’ye kadar Vaat edilmiş topraklar projesinin Nil ve Fırat suları ve çevresindeki arazilerin kontrolü şeklinde başlamış Siyonist politikalarla mücadele etmek için gelecek kuşaklar bilinçlenmeli ve bilgilendirilmelidir. İngilizler tarafından Şerif Hüseyin Arap ihtilali için nasıl kullanıldı ise Türkiye topraklarına iskân edilen Suriyeli Arapların, Afganların ve yabancı diğer unsurların ileriye yönelik ABD-İngiltere-AB ve İsrail planı olduğu unutulmamalıdır.

[1] Vahdettin Engin, Bir Devrin Sultanı II. Abdülhamid, Yeditepe Yayınları, 2017, İstanbul, s.264.

[2] Mim Kemal Öke, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, Çağ Yayınları, İstanbul, 1991, s. 48.

[3] Hüseyin Özdemir, Abdülhamid’in Filistin Çığlığı, Hazine yayınları, İstanbul, 2020, s. 92.

[4] Mim Kemal Öke, a. g. e., s.56.

[5] https://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/umit-zileli/efsane-coktu-yahudilere-filistini-2-abdulhamit-verdi-2051941/

[6] Mustafa Balcıoğlu, Sezai Balcı, Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu, Erguvani Yayınları, 2018, Ankara, s.342.

[7] Mustafa Balcıoğlu, Sezai Balcı, a. g. e., s. 343-344.

[8] Bahadır Selim Dilek’in Suriyeli Göçü, Kripto Yayınları, Ankara, 2018.

[9] Ümit Özdağ’ın Stratejik Göç Mühendisliği,Kripto Yayınları, Ankara, 2020.

[10] Hasan Taşkın’ın İstihbarat Raporlarında İsrail’in GAP Senaryosu (Güneydoğu Topraklarında Neler Oluyor), Ozan Yayıncılık, 2005, İstanbul.

[11] Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap İsrail savaşları, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991, s. 31.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ