Zirvede Haber

Ahmet Koçak yazdı; BENİM DUALARI BOŞ VER DE…

Ahmet Koçak yazdı; BENİM DUALARI BOŞ VER DE…

Köşe yazarımız Ahmet Koçak kaleme aldığı yazıda;

Kilis’in bir köyünde çalışırken ilçeye gidecektim. (Kilis o zaman Gaziantep’in ilçesiydi.) Minibüse binmek üzere iken koluma köyün yaşlılarında biri girdi ve beni kalabalıktan uzaklaştırıp, utana sıkıla: “ Ya hocam sen iyi bir adamsın. Sır saklarsın, Kilis’e gidince bana bir kutu cinsel gücü artırıcı ilaç getirir misin? Yengenle bacı kardeş gibi olduk.” dedikten sonra utangaç bir çocuğun, tahtada başını öne eğip, utanması gibi utanıyordu ihtiyar. Ta o zamanlar, o tür ilaçların kaçakçılığın bol olduğu Kilis’te satıldığını duymuştum.

“Tamam, amca alırım merak etme.” dedim ve minibüse bindim.

Gencim, bekârım böyle şeylerden anlamam ama adama söz verdik bir kere. Nerede satılır, kim satar bilmiyordum.  Eczaneye ilaç almaya gittim, ilacı alırken aklıma geldi. Eczacıya ben de o yaşlı amca gibi utana sıkıla durumu anlattım. Eczacı:

Hep başkası için isterler bilirim de hocam o ilaçlar kaçak geliyor. Birçoğu da sahtedir. Ben size o ilacın aynı renginde vitamin hapı vereyim. Ucuz da zaten. Ver o ihtiyara içsin. Faydası olmazsa da zararı olmaz hiç olmazsa.” dedi. İlacı aldım, kutusundan çıkarıp hapları yaptığım minik kâğıt külaha doldurup cebime koydum. Kutusunu attım vitamin olduğunu anlamasın diye.

İşlerimi bitirip aynı minibüsle köye döndüm. Yaşlı amca minibüsten iner inmez yine koluma girdi kalabalıktan uzağa götürdü. Hapları kimse görmeden ihtiyara verdim.

Ertesi günün sabahı ilk dersi işlerken pencereden baktım ki, yaşlı amca hızlı adımlarla okula doğru baka baka geliyor. “Eyvah! İlaçlar işe yaramamış, ihtiyar beni haşlamaya geliyor galiba” diye düşündüm. Kısa bir bocalamanın ardından, “bari okulun bahçesine çıkayım da öğrencilerin içinde beni mahcup etmesin” diye düşünerek okul bahçe kapısında karşıladım ihtiyarı.

Adam elime sarılıp öpmeye çalıştı. Engel oldum. O sırada diyordu ki:

Hocam Allah senden razı olsun! Benim duaları boş ver de bizim avradın duaları öte dünyada sana yeter!”

Beni bir gülme aldı, epey güldükten sonra sınıfa döndüm. Yani anlayacağınız öte dünyayı garantiledik.

Cenneti garantilemenin verdiği moralle mutlu mesut yaşarken işim nedeniyle Kayseri’ye gitmem gerekti. Kayseri’ye yakın bir köy ortaokulunda sosyal bilgiler öğretmenliği yapan yakın arkadaşım İsmail Çetin’i aradım. Öğretmenevinde buluşmak üzere anlaştık.

Öğretmenevine aynı okulda çalıştığı yedi, sekiz arkadaşı ile geldi. Onlarla tanıştırdı. Çay içerken Adana Anadolu Lisesi’nden okullarına yeni atanmış matematik öğretmeni de aramıza katıldı. Bir ara yeni gelen öğretmen:

“Koskoca Anadolu Lisesi öğretmeni köy ortaokuluna tayin edilir mi arkadaş? Bu nasıl bir iş?” deyince buz gibi bir hava esti. Herkes birbirinin yüzüne baktı. Soğuk havanın etkisiyle olsa gerek o öğretmen bir süre sonra ayrıldı.

Sonradan aynı okuldan başka bir öğretmen de aramıza katıldı. Hep birlikte iki arabayla Kayseri Fuarı’na gideceklermiş. Giderken beni de götürecekler.

Bir öğretmen sonradan aramıza katılan öğretmene:

“ Bizim okula Adana Anadolu Lisesi’nden yeni öğretmeni atanmış. Tanıştın mı onunla?” diye sordu.

“Hayır tanışmadım” dedi.  Başka biri:

“Koskoca Anadolu Lisesi öğretmeni kıytırık bir ortaokula tayin edilir mi? diyor yeni arkadaş, bizim okulu beğenmiyor!” dedi.

Sonradan katılan öğretmen boş bulunup:

Nerde çalışacakmış şerefsiz! O da bizim gibi öğretmen değil miymiş?” deyiverdi. İçlerinde tek yabancı bendim ve beni tanıştırmaya fırsatları olmamıştı.

“Yeni gelen öğretmenle tanıştın mı?” diye soran öğretmen bana ‘oyunu bozma’ der gibi bir işaret yaptıktan sonra, beni göstererek:

Lan oğlum ne yaptın? O arkadaş burada!” dedi. Adam, resmen perişan oldu. Birkaç saniye içinde adeta çöktü. Bana döndü:

“Hocam çok çok özür dilerim. Lütfen beni bağışlayın! Kendimi size nasıl affettireceğimi bilemiyorum?” dedikten sonra onlara döndü:

“Neden burada olduğunu söylemiyorsunuz hain herifler!” deyip elime, ayağıma sarıldı. Ben de birden içine düştüğüm oyunu sürdürmek zorunda kaldım. Oyunu hazırlayan:

” Oğlum, adamın yüzüne karşı öyle bir hakaret ettin ki seni affetmesi çok zor. Bize fuarda mantı yedirir, üstüne de baklava ısmarlarsan arkadaş belki seni belki affeder.” dedi.

“Ben kendimi affettirmek için her şeye razıyım. Hadi hemen gidelim de bu utançtan çabucak kurtulayım.” diye yanıtladı.

Hep birlikte iki arabaya binip fuara gittik. Mantıların üstüne, birer de baklava yedik.   Çaysız eksik olurdu afiyetle çaylarımızı da içtik. Dönerken arabada yemek ısmarlayan öğretmen:” Hocam beni affettiniz mi?” diye bana sordu. Benden önce başka biri:

“ Bu, o öğretmen değil ki, bu arkadaş, bizim İsmail’in arkadaşı!” deyince;

“Oh be! Çok rahatladım. Lan oğlum sizde din, iman yok mu? Bir saat içinde utancımdan mahvoldum. Afiyet olsun. Epeyce paradan oldum da iyi ki o öğretmen değilmiş. Parası batsın!”  dedi.

Anı yazmak, ölümün elinden bir şeyler kurtarmaktır.”  André Gide

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ