Zirvede Haber

Uzak Diyarlardan Selam Var….Yozgat-Çayıralan

Uzak Diyarlardan Selam Var….Yozgat-Çayıralan

Köşe Yazarımız Ahmet Koçak, Yozgat’ın ilçelerini dolaşarak izlenimlerini kaleme aldığı yazıda;

04.08.2022 sabah saat dokuzda Sarıkaya’dan hareket ettim. Sarıkaya çıkışında Çayıralan- Çandır levhasının gösterdiği soldaki yola saptım. On kilometre gittikten sonra bir tepenin kuzey yamacına yayılmış; Karahallı ve Boyalık köylerine yukarıdan bakan Babayağmur Köyü’ne yakından bakmak için giriş yaptım.

Kilit taş döşeli yolda (Sarıkaya’nın üç yıldır bozuk halde bekleyen yolarından daha güzel) ilerlerken; “Şaziye gilin ev de köyün dışında, naadaryırak, git git bitmiyor. Geri dönsem yarıyı geçtim.” diye düşünerek giden orta yaşlı bir kadının denginde durdum;

“Günaydın hanımefendi. Köyünüze ilk kez geliyorum. Çarşısı var mı?Çay içebileceğim bir yer var mı?” diye sordum.Kadın:

“Çarşısı yok da ilerde bir bakkal var. Bir de kahvehane var ama açık mı değil mi bilmiyorum” dedi. Teşekkür edip yoluma devam ettim.

Kadının dediği, muhtarlık yazan binada olan bakkalın önünde üç orta yaşlı adam vardı. Selam verip, kahvehanenin nerede olduğunu sordum. Kahvenin kapalı olduğunu söylediler. İkisi ayakta, daha genç olanı elinde sopa ile oturuyordu. Zihnim kendiliğinden onun topalladığını kodladı. Kendimi tanıttım; “köyünüzün belediyelik bir yer olduğunu biliyorum. Nasıl oldu da köye dönüştü belediyeniz?” diye sordum. Bakkallık yapan:

“Köyümüzün gerçek nüfusu on iki bindir. Köyde yaşayan bin iki yüz nüfus var. Göçten dolayı belediyeyi kaybettik. Muhtarlık olduk. Ben muhtarlığa aday oldum; “dedim ki muhtarlığın elinde gelir yok. En az iki adam çalıştırmam lazım. Seçilirsem cenazelerinize karışmam. Kendiniz gömün” dedim. Tabi beni seçmediler.  Özel İdare’ye geçtik. Özel İdare haftada bir ana yollardaki çöpleri alıyor, kenar mahallelere bakmıyor. Oralar kokuyor. Vergi almayı biliyorlar.” Elinde ekmek dolu poşet olan merdivenden yukarı; “İşte verginizi alırlar cenazenize, çöpünüze bakmazlar.” deyince bakkal kızdı:

“Bu memleket ne çektiyse sizin gibi aydınlardan çekti.” dedi.Ben de içimden; “Allah vere de bakkal benim aydın biri olduğumu anlamasa. Aydınları sevmiyor galiba” diye geçirdim.  Devam etti: “Almancısın tabi avroları bozdur bozdur ye” dedi. Oturan adam da uzaklaşan ineklerini görünce yerinden kalkıp koşarak gitmesin mi? Adamı iyileştirdim de köylüleri birbirine düşürdüm. Daha fazla soruna neden olmadan vedalaşıp Çayıralan’a doğru yoluma devam ettim.

Bir virajı dönünce ikili yol işaretini gördüm. Çayıralan’a geldiğimi anladım. Petrole çekip durdum. Sol tepe üzerinde iki büyük okul binası göze çarpıyordu. Çayıralan kuzeyde yer alan, seyrek ormanla kaplı dağa sırtını dayayıp karşıdaki çıplak tepelere doğru bakıyordu. İki dağ arasındaydı ve ekecek arazisi azdı. 1948 yılındaki yöneticiler; “Nüfus fazla, arazileri de yok. Burayı ilçe yapalım da bari memurlarla idare etsinler” demişler düşüncesine kapıldım.

Yol devem ederken sağlı sollu iş yerlerinin yanında; solda Jandarma ve Hükümet Konağı, sağda Emniyet Müdürlüğü göze çarpıyordu. Belediyeyi gösteren levha sağı gösteriyordu.  Bir kilometre sonra işyerleri bitti.

Arabayı Hükümet konağının önüne park ettim. Hükümet Konağı’nın, Önündeki Atatürk büstünün resmini çektim; Jandarma ve polis binalarının resmini korktum çekemedim.Hükümet konağının parkında iki kişi vardı yanlarına gidip; “günaydın” dedim. Biri Çokaradan Köyü’nden bir memurmuş. “Gelirken köyünüzden geçtim; çorak ve kurak arazinin tamamına nohut ektiklerini gördüm” dedim. “Köyümüzün arazisi kıt ve verimsizdir.” dedi. Yanındakini sordum: “Sivaslıyım. Polis memuruyum.” dedi tepesindeki güneş gözlüğünü düzelterek. Çok havalı ve bana kaşı ilgisizdi. Çokradanlı:

“Bizim Çayıralan sizin Sarıkaya’dan on yıl önce ilçe oldu. Sarıkaya aldı başını gitti, büyüdü. Bizim ilçe gelişmedi, olduğu gibi kaldı” dedi. “Gelişmişlik de göreceli demek ki; biz, Sarıkaya’nın gelişmediğini, göçlerle sürekli küçüldüğünü düşünüyorduk, Siz, bizim ilçeye heves ediyorsunuz.” deyip vedalaştım. Uzun ana caddeden yürüdüm. Belediye yazan yöne döndüm. Buranın çarşısını da yan yatmış “H” harfine benzettim. Yatık H’nin üstü biraz uzundu.

Kahve önünde oturan insanlar gördüm. İnsanlar genelde;“boş bir masa olsa da oturup bir çay içsem” diye düşünür. Ben ise, “hiç boş masa olmasa da insanların yanına oturup iki laflasam” diye düşünürüm. İşte dileğim gerçek oldu; boş masa yok. Bir grubun yanına oturdum. Nereli olduğumuz faslından sonra esmer biri, Sarıkaya’dan benim yaşımdakilerin adlarını saymasın mı? Konuklar beldesinden olan Muhsin 1957 doğumluymuş. Babası Sarıkaya Özel İdare’de memurmuş. İlkokulu Sarıkaya’da okumuş. Okul arkadaşlarımız ortaktı ama Muhsin beni tanımıyordu. “Ilısu Köyü’nden Hasan Koçak’ın otelinin arkasındaki evinde kiracıydık” demesin mi? Hasan Koçak’ın dedem olduğunu öğrenince bir çay daha söylemek için kahveciye seslendi hemen. İlkokul mezunu olarak girdiği köy hizmetlerinden emekli olup İlçesinde yaşamaya başlamış Muhsin. Biz Muhsin’le tanış çıkınca masadaki dört kişi pek söze girmediler.

Belediye başkanlarının çalışkan biri olduğunu, Aytaç suyu ilçeye kazandırdığını söyledi. Oradan kalkıp yürümeye devam ettim. Başka bir kahvenin önündeki bankta tek başına oturan birinin yanına oturdum. İlk iş nereli olduğumu soruyorlardı O da sordu. 4/D’li bir işçiymiş. Okulda hizmetliymiş. Yazın iki ay maaş ödemiyorlarmış. Eskiden Emekli Sandığı, Sosyal Sigorta, Bağkur vardı. Hepsini birleştirdiler; 4/A, 4/B, 4/C, 4/D şeklinde adlandırmaya başladılar çalışanları. Ben 4/C sınıfındanım örneğin. Okuldaki sınıf şubeleri gibi…

4/D’li vatandaşa üzülerek yanından ayrıldım.” Bir insana bu kadar üzüntü yeter” deyip Çandır’a doğru yola çıktım.

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ