Zirvede Haber

Ahmet Koçak Yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA – 4 İç Savaştan Kaçış – 1

Ahmet Koçak Yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA – 4 İç Savaştan Kaçış – 1

Köşe yazarımız Ahmet Koçak genç mühendisin hayatını kaleme almaya devam ediyor. Koçak; “Cüneyt Gültekin, oğlumun Yıldırım-Mücelleddin Mahallesi’nden arkadaşıdır. Oğlum Hakan Bursa Anadolu Lisesi’nde okurken o da Ulubatlı Hasan Anadolu Lisesi’nde okuyordu. Her ikisi de başarılı çocuklardı ve ikisi de mühendis oldu. Halen arkadaşlıkları devam eder. Libya ve Rusya’da çalışan Cüneyt’i aradım yurtdışı şantiyelerde yaşadıklarını anlatmasını istedim. Sağ olsun beni kırmadı Kaplıkaya’da bir kafeteryada buluştuk. O anlattı ben dinledim ve yazdım.

(İki gün sonra Kaplıkaya Cazibe Merkezi’nde tekrar buluştuk Cüneyt’le.)

AHMET:Merhaba Cüneyt dinlenebildin mi? Hazır mısın?

CÜNEYT: “Evet Hazırım Ahmet amca. Nerede kalmıştık?”

AHMET:  “Havaalanında.”

CÜNEYT: “Doğru. Binlerce kişi hava alanında beklemeye başladık. İki yıldır orada çalışan Ali adında bir arkadaşım vardı. Baktım Ali’nin iki cebinde yumruk büyüklüğünde kabartı var. Ceplerinde ne olduğunu sordum. Cebini hafif aralayarak gösterdi yüz dolarlık destelerdi cebindekiler. “Oğlum çok tehlikelidir bu yaptığın yüz dolar için adam boğazlıyorlar. Sen nereden aldın bu kadar parayı?” diye sordum. Birikmiş parası varmış. Yakın bir köyden bir arkadaş edinmiş. Arkadaşının ailesi kurbandan önce dana alır besler, bayramda satarmış. Birikmiş parasını onlara vermiş. Kendisi için de hayvan beslemelerini, satınca kârı bölüşmeyi önermiş. Onlar da kabul etmişler. İç savaştan bir hafta önce parasını almış. Ertesi gün bankalar çalışmaz olunca Türkiye’ye gönderememiş. Bir haftadır cebinde para ile dolaşıyormuş.

Başkonsolosun eşi de hava alanındaydı. Soyadı Davutoğlu’ydu sanıyorum. O kadın konsoloslukla haberleşmeyi sağlıyor, tahliyemiz için çalışıyordu. Sonradan Afrika ülkeleriyle ilgili çalışmalara devam ettiğini okudum basından.

Ertesi gün Hava alanında peş peşe büyük patlamalar duyduk hemen yere yattık.  Sesler kesilince Ali’yle valizlerin aktığı konveyörün karanlık odasına girdik. Bomba atarlarsa korunacaktık. Karanlık ve daha da sıcak olan o delikte kaç saat geçirdik bilemiyorum.  Kaldığımız yerin kapıları büyük bir patlama ile açıldı. Yere düşen camların sesini duyunca yuvamızdan çıkıp baktık ki, sivil giyimli silahlı adamlar girmiş içeri. Tercüman da getirmişler. Başlarındaki adam masa üzerine çıkıp Arapça konuşmaya başladı. Tercüman da Türkçeye çeviriyordu konuşmasını. Diyormuş ki: “Biz muhalifleriz. Korkmayın. Size bir şey yapmayacağız. Biz Türklerle kardeşiz. Sizi sağ salim ülkenize göndereceğiz. Bizim emirlerimize uyun!” Tabi bu konuşma bizi rahatlatmaya yetmedi.

AHMET:Baban Cüneyt Arkın’ı çok sevdiği için mi adını Cüneyt koymuş? Yeşil gözler ve gür saçlarınla benziyorsun da Cüneyt Arkın’a. Tabi biraz omuzlar dar ve zayıf bir Cüneyt Arkın.”

CÜNEYT: “Ben üç dört yaşlarındayken babamı kaybettim. Bize ağabeyim sahip çıktı. Beni ve diğer kardeşlerimi okuttu. Abime minnettarım. Adımı abim koymuş. Bir futbolcu varmış o zamanlarda Cüneyt adında. Ondan dolayı adımı Cüneyt koymuş.”

AHMET:Cüneyt, iki gündür hava alanındasınız. Ne yiyip içtiniz?”

CÜNEYT: “Yiyecek pek bir şey yoktu. Zaten de korku ve panikten dolayı canımız da bir şey istemiyordu. Muhalifler arada su, ekmek falan getirip ortaya atıyorlardı. Herkesin davranışları değişmişti. Yiyeceklere saldırıyorlar, kapış kapış ediyorlardı.  Ben ve Ali beyefendi insanlar olduğumuzdan hiçbir şey alamıyorduk. Önceden sakin ve efendi olan mühendis, mimar tanıdıklarımın kişiliklerinin değiştiğini, yağmacılara döndüklerini gözlemledim.

Bir gün sonra hepimizi sıraya dizdiler ve havaalanı içindeki büyük bir hangara götürdüler. Giderken pistlerin bombalanarak uçak inemeyecek hale getirildiğini gördüm. “Eyvah! Havaalanını kullanılmaz hale getirmişler. Biz nasıl gideceğiz?” diye geçirdim içimden. Yine su ve ekmek attılar ortalığa. Baktık açlıktan öleceğiz biz de saldırdık. Bir su ve bir parça ekmek alabildim. Bizi bir yerden bir yere götürürken sıraya dizmeyi düşünen isyancıların aklına sıraya sokup yiyecek dağıtmak gelmiyordu.

Ertesi gün yine sıraya soktular bizi. Güneşin kavurucu sıcağı altında uzun bir yürüyüş sonunda yüksek duvarlı bir binanın avlusuna doldurdular. Sıranın en önündeydim. İlerde bir grup silahlı isyancı gözüküyordu. Sıranın yarısı avluya girdiği sırada çocuk yaşta oldukları belli isyancılar havaya makinalı tüfeklerle ateş açtılar. Hepimiz yere yattık. Biraz sonra çocuk isyancıların kahkahalarla güldüklerini, bizimle dalga geçtiklerini anladık. Ne hallere düşmüştük!

Sonradan anladık ki isyancıların ileri gelenleriymiş bizi rehin alanlar. Kaddafi uçaklarıyla onları imha etmesin diye bizi siper olarak kullanıyorlarmış.(Devam edecek)

ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ