Zirvede Haber

Ahmet Koçak Yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA-3 Ve Libya’da İç Savaş Başlar…

Ahmet Koçak Yazdı; LİBYA SICAĞINDAN SİBİRYA SOĞUĞUNA-3 Ve Libya’da İç Savaş Başlar…

Köşe yazarımız Ahmet Koçak sıra dışı mühendisin hayatını kaleme almaya devam ediyor. Koçak;

“Mühendis Cüneyt Gültekin; (Birer çay daha getirdi ve yerine oturdu Cüneyt.)

AHMET:Libya’da sosyal yaşantı nasıldı Cüneyt?”

CÜNEYT: “İzinli olduğumuz günleri kent merkezinde geçirirdik. Lokantalarda aile yerleri ve erekler için ayrılmış bölümler vardı. Kadın erkek karışık ortamlar yoktu. Kadınların çoğunun başları kapalıydı. Yüz kadından onunun ancak başı açıktı. Sanıyorum kapalı giyinmek zorunlu değildi.”

AHMET:Anladığım; şantiyede işler yoluna girmiş. Sosyal mekânlara da gitmeye başlamışsınız. Kız arkadaş edinenler oluyor muydu?”

CÜNEYT: “Hiç olmuyordu. Kadınlarla konuşmak, karşılaşmak çok zordu. Bizim bölümde erkek ismi olan bir kadın mimar vardı. Onunla da saçak altı bir lamba yerinden dolayı tartışmıştım.”

AHMET: Devam et lütfen tek bir şirket mi üstlenmişti inşaatı?”

CÜNEYT: “Türk şirketi üstlenmişti. Kaddafi’nin oğluna ait şirketin de levhası asılıydı. Onların çalışanı yoktu. Hiç çalışmadan para alıyorlardı sanıyorum. Şirkette bizimle çalışan Kanadalı, İngiliz çok sayıda mühendis vardı.”

AHMET:Ben Suudi Arabistan’da çalıştım biliyorsun Cüneyt. Orada kefil edinmeden iş yapamaz yabancılar. Büyük şirket de olsa mutlaka bir Suud vatandaşının kefaleti altına girmesi gerekir. Kefil sahip sayılır, ondan izinsiz hiçbir şey yapamazdı çalışan. Kefil isterse çalışanın tüm parasına el koyabilirdi. Orada da aynı durum olabilir. Kaddafi’nin oğlu kefil olarak ortaklık kurmuş, çalışmadan para alıyor olabilir.”

CÜNEYT: “Olabilir. Bilemiyorum.”

AHMET:İç savaşa gelelim istersen.”

CÜNEYT: “Evet gelelim. Verilen görevleri yapmaya devam ediyorduk. Yedi aydır çalışıyordum. Bir iznimizde yetkililer: “Gösteriler oluyor çarşıya gitmeyin” dediler. O zaman ciddi bir problem olduğunu anladık. Ertesi gün büyük patlamalar oldu, yakınlardan silah sesleri gelmeye başladı. İç savaş başlamıştı. Bu kadar çabuk başlamasına çok şaşırmıştım.

Şimdilik şantiye içinde güvendeydik. Yakındaki birkaç şantiyeyi basan isyancılar şantiyeleri yağmalamışlar diye duyduk. Çok tedirgindik. Korkuyorduk. Pasaportlarımız Trablus’taydı. Trablus Kaddafi yönetimindeydi. Şantiyedeki müdürler Bingazi Başkonsolosluğu ile temasa geçmişlerdi. Türkiye uçak gönderecekmiş, konsolosluğun vereceği seyahat kartlarıyla uçağa binebilecekmişiz. Proje müdürü bizi topladı konuşma yaptı. Şantiyeden çıkmamamızı söyledi; “konsolosluk seyahat kartlarını yetiştiremiyormuş. Kartların yazılması için gönüllü var mı içinizde?” diye sorunca ben ve iki mühendis gönüllü olduk. Bana ne olduysa böyle işlerde hiç gönüllü olmazken el kaldırmıştım. Bizi bir minibüsle konsolosluğa ulaştıracaklardı. Bingazi’yi iyi bilen Afrikalı bir şoför ayarladılar. Şoför bizi şehir dışından, ıssız yollardan götürdü.

Kaddafi’ye bağlı polisler de isyancıların tarafına geçmiş, Bingazi isyancıların eline geçmişti. Sadece havaalanı Kaddafi taraftarlarının elindeymiş, diye duyumlar geliyordu. Telefonlar, internet çekmez oldu. Dünya ile bağlantımız kesilmişti.

Konsolosluğa hiçbir sorunla karşılaşmadan gittik. Şoförü içeri almadılar.  Uzunca bir liste verdiler. Bir torba içinde arkasında adlar yazılı olan binlerce fotoğrafı da teslim ettiler. Biz torbadan bir fotoğraf alıp listede adını buluyor, kartları yazıyorduk. Çok yavaş ilerleyebiliyorduk. Bugün bitirmeyeceğimizi anladık. Dışarıdan gelen çatışma sesleri, bomba sesleri arasında, stres içinde çalışıyorduk. Kaddafi, “akşam saat altıdan sonra sokağa çıkanları vurun” emiri vermişti. Bizim altıya kadar işi bitirmemiz mümkün değildi. Hemen kendi kartlarımızı hazırladık cebimize koyduk. Saat beş oldu. Şoför ikide bir kapıyı vurup duruyordu. Sonra da sevdiğimiz arkadaşların kartlarını doldurmaya başladık.

Saat beş buçuk oldu. Şoför kapıyı yumruklamaya devam ediyordu. Yola çıkmak için dış kapıya doğru yürürken hemen yakınımızda büyük bir patlama oldu. Ardından makinalı tüfek sesleri geldi. Hemen duvarın kenarına uzandık. Üzerimize patlamadan sıçrayan toz, toprak geldi. “Eyvah! Şoförü öldürdüler!” diye düşündük. Dış kapıyı açtığımızda, korkudan gözleri yerinden fırlamış şoförle karşılaştık. Hemen minibüse bindik. Araç hareket etti. Yine şehrin dışından gidecektik. Yakın çevreden bomba ve silah sesleri geliyordu. Aksiyon filmi içindeymiş gibiydik. Hiçbir sorunla karşılaşmadan şehir dışına çıktık. Toprak yoldan hava alanına doğru giderken ilerde bir grup isyancıların yolu kestiğini gördük. Şoför korkudan titremeye, paniklemeye başlayınca onun korkusu bize de geçti. Havaya ateş ederek aracı durdurdular. Şoför bizim Türk mühendisler olduğumuzu söyleyince bize yol verdiler.

Şantiyede olan çalışanların tamamı (Afrika kökenli çalışanlar hariç) hava alanına taşınmıştı. Hava alanına gidip kartları dağıttık. Bir uçak hazırda bekliyordu. Önce kadınlar ve çocuklar bindirildi uçağa. Bizim erkek isimli kadın mimarı uçağa almadılar. Uçak havalandı. Hepimiz bir an önce bu ülkeyi terk etmek için can atıyorduk. THY ait bir uçak daha göründü havada. Çok sevindik. Uçak, hava alanına inmeden tekrar yükselip gitti. Neden inmediğini bilemiyorduk. Çok yoruldum Ahmet amca çay içip dinleneyim mi biraz?”

AHMET:Tabii ki istersen bu günlük yeter Cüneyt. Söyleşimizin kalan bölümünü başka bir gün yapalım.”  Önerimi sevinçle karşıladı. (Devam edecek)

ahmet.kocak16@hotmail.com”

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ