Zirvede Haber

Mumcu!

Mumcu!

Çekiç Güç’ün ve dolayısıyla ABD’nin desteği ile Kuzey Irak’ta federe Kürt devleti ilân edilmiş… Aynı günün gecesi US Saratoga, TCG Muavenet’i vurmuş ve fakat Pentagon ile DIA suçüstü olmuşlardı… Türkiye ‘Kale Plânı’nı adım adım uygulamaya koymuş, hatta fazladan bir de ‘Kazıma Harekâtı’nı başarıyla sonuçlandırmış, PKK’yı Kuzey Irak’tan âdeta kazımıştı. Bu arada Uğur Mumcu da boş durmamış; son bir sene içinde yayınladığı yazıların 158’inde Kürt, 117’sinde ABD ile Çekiç Güç, 114’ünde ise PKK ve Apo sorunları ile ilgili görüşlerini kamuoyuna aktarmıştı!

Ancak Uğur Mumcu huzursuzdu! Nasıl huzursuz olmasın ki huzurunu kaçıracak pek çok şey son günlerde peş peşe gelmiş, âdeta yağmur gibi yağmıştı:

Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi’nde 8 Ocak 1993 günü yayınlanan ‘Ültimatom’ başlıklı yazısında; “Yakında yayımlanacak bir kitabımda, Kürt milliyetçileri ile istihbarat örgütleri arasındaki ilişkilere ışık tutacak, çok ilginç belgeler açıklayacağım!” demiş. Yazısına, Özgür Gündem Gazetesi’nde Yaşar Kaya 9 Ocak günü; “Kürtler, Seyit Abdülkadir, hangi İngiliz’den hangi silâhı, hangi parayı aldı? Mumcu’ya bunları sorduğumda çay içilen salondan kaçtı. Kürtler, Cumhuriyet’in kurulmasında temel taş oldular. 1925’lerden sonra Kürtler inkâr edildi. Bu konuda Mumcu’nun Kürtler için istediği bir şey var mı? Herkes maskesini çıkarsın, yoksa yüzlerindeki maskeyi biz yırtacağız. Biz yırtmasak bile, Kürt halkının dinamiği yırtacak. Herkesin notu, karnesi belli olmuştur. Kürt düşmanlığı yapmamak bile namus borcudur” diyerek, cevap vermişti! Uğur Mumcu, işte o gün kendisinin hedef gösterildiğini anladı ve huzuru ilk o zaman kaçtı. Ve o günün akşamı eşi Güldal Mumcu’ya, “Bunlar” dedi, “Beni galiba öldürecekler.”

İkincisi… 7 Ocak 1993 tarihinde ‘MOSSAD ve Barzani’ başlıklı yazısı yayınlanmıştı… Uğur Mumcu bu yazısında Mesut Barzani, CIA ve MOSSAD arasındaki bağlantılara değiniyor ve yazını şöyle bitiriyordu: “Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında? Yoksa CIA ve MOSSAD, antiemperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”

Bu yazısı üzerine İsrail Büyükelçiliği’nden bir yetkili 13 Ocak 1993 günü kendisini telefonla aramış, Büyükelçi’nin elçilikte yemekli bir görüşme talebi bulunduğunu bildirmiş… Daveti kabul etmesi üzerine İsrail Büyükelçisi Dr. Uri Gordon ile Uğur Mumcu ertesi gün buluşmuşlar ve birlikte öğle yemeği yemişlerdi.

Baş başa yedikleri yemek esnasında Dr. Uri Gordon bir ara, havadan sudan konuşur gibi doğal bir şekilde “Uğur bey, öldürülmekten korkmuyor musunuz” diye sormuş. Damdan düşercesine sorulan bu suale bir anlam veremediği için Uğur Mumcu şaşırmış, Büyükelçinin yüzüne bakakalmıştı… Nice zaman sonra kendisini toparlamış ve “Ne var ki?” demişti, “Neden korkacağım?” Büyükelçi pişkin pişkin; “Hiç… Hiçbir şey yok da” diye cevap vermişti, “Aklıma geldi, öylesine sordum.”

Uğur Mumcu, İsrail Büyükelçiliği’nden ayrıldıktan sonra, ilk fırsatta 7 Ocak 1993 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde yayınlanan ‘MOSSAD ve Barzani’ başlıklı yazısını bir kere daha okudu. Ve yazıyı bitirdiği anda, İsrail Büyükelçisi’nin kendisine sorduğu sualin anlamını kavradı, ‘Adam beni resmen tehdit etmiş, yahu!’ dedi ve huzuru bir kez daha kaçtı. İsrail ve MOSSAD yazısına kim bilir nasıl kızmışlardı ki Büyükelçi, tüm diplomatik teamülleri bir yana bırakarak, kendisini açık açık tehdit etmek zorunda kalmıştı!

Üçüncüsü… Uğur Mumcu, TBMM Millî Savunma Komisyonu Başkanı ve DYP Ankara Milletvekili Baki Tuğ’u, Meclis’te ziyaret etmiş. 12 Mart’ın Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi Askerî Savcısı kendisini komisyon odasında kabul etmişti. Baki Tuğ’a, ‘Apo ve PKK ilgili araştırmasının bulgularının Apo’nun MİT’le bağlantısı olduğunu gösterdiğini’ söylemiş ve kendisinden bu konuda belge ve bilgi istemişti… Çünkü Baki Tuğ, Abdullah Öcalan SBF öğrencisi iken ‘Şafak Bildirisi’nden ötürü gözaltına alınıp tutuklandığında yargılandığı mahkemenin savcısıydı.

“Apo gözaltına alındıktan sonra salıverilmesi için size bir telkinde bulunuldu mu? Yukarıdan size böyle bir şey geldi mi?”

“Ben, o tür bir olay hatırlıyorum. Bana böyle bir şey gelmişti. Ancak Apo’yla mı ilgili, başka bir örgüt mensubuyla mı ilgili onu tam olarak hatırlayamıyorum. Bende bir resmî yazı olacak. Onu bulup, bakmam lâzım.”

“Yani size ‘bu şahsı bırakın’ ya da ‘bu şahsa dokunmayın’ gibisinden bir şey mi geldi?”

“O yazı, ‘Dokunmayın’ mealinde değil. ‘Bizim mensubumuzdur’ şeklindeydi. Yalnız o mu, değil mi tam hatırlayamıyorum… O belgeyi arayıp, bulacağım… Sana da vereceğim.”

“Belgede isim var mıydı?”

“Belgede bir şahıs ismi var. MİT hesabına çalışan bir şahsın ismi. Ama kim idi, şimdi tam hatırlayamıyorum. O belgeyi arayıp, bulacağım.”

“İşte o zaman düğüm çözülecek… Ne zaman bulursunuz?”

Baki Tuğ şöyle bir düşündü ve”25 Ocak 1993 günü görüşelim” dedi.

“Olur, 25’inde görüşelim.”

Uğur Mumcu TBMM’den ayrılırken, huzursuzdu. “Çok kolay oldu… Umarım bir aksilik çıkmaz.”

Üstelik bütün bunlar olurken, Uğur Mumcu’nun Gazetesi’nde de huzuru kalmamıştı. Ve bu yüzden, Cumhuriyet Gazetesi’nden istifa etmeyi ciddi olarak düşünmeye başlamıştı. Nitekim 22 Ocak 1993 günü Cumhuriyet Gazetesi Dış Haberler Servisi Şefi Ergun Balcı’yı telefonla arayıp, “Sabrım taştı artık. Bu işin yürümeyeceği belli oldu. Önümüzdeki Pazartesi İstanbul’a gelip, İlhan Abiyle (Selçuk) son bir kez konuşacağım. Büyük bir olasılıkla anlaşamayacağız ve ben gazeteden ayrılacağım” demişti. Uğur Mumcu, bunu, yapar mıydı? Yapardı! Hem de bir an bile tereddüt etmeden… Çünkü bunu, daha önce de yapmıştı: Gazete yönetimiyle ters düştüğü için Kasım 1991’de Cumhuriyet Gazetesi’nden ayrılmış ve geri dönünceye kadar Şubat 1992 ila Mayıs 1992 arasında, Milliyet Gazetesi’nde çalışmıştı.

Netice olarak, Uğur Mumcu’nun üç senedir bir ruhsatlı silâhı ile bir çelik yeleği vardı. Ancak yine de huzursuz ve tedirgindi. Bu huzursuzlukta daha önce gördüğü bir rüyanın da etkisi vardı: 3-4 ay önce bir gece ter içinde uyanmıştı… Kulakları korkunç bir patlama yüzünden uğulduyordu… Terini eliyle silerken, eşinin uyandığını fark etti… “Ne oldu Uğur?” sorusu uzerine, kulaklarında o korkunç yankılanma devam ederken anlatmaya başladı: “Bir rüya gördüm Güldal. Korkunç bir patlama oluyor. Bu patlama sonrasında bedenim ikiye ayrılıyor ve gövdem yukarıya doğru yükseliyor.” Güldal Mumcu ürktü… Ama bunu, hiç belli etmedi. “Kâbus görmüşsün, son dönemde çok yoğunlaştın onun etkisiyledir” dedi… Uğur Mumcu, böyle şeylere itibar etmezdi, ama rüyanın tesirinde kalmıştı. O geceden sonra kızı Özge’ye “Sen büyüyecek, araba kullanacak ve evleneceksin… Fakat ne yazık ki ben yanında olamayacağım” demeye başlamıştı.

Mumcu ailesinde huzursuz olan tek kişi Uğur Mumcu değildi, kızı 11 yaşındaki Özge Mumcu da 24 Ocak günü huzursuzdu… Özge Mumcu’nun içinde tam olarak ifade edemeyeceği garip bir his vardı… Anne ve babasıyla beraber gitmek istemiyordu… Hâlbuki o babasının kızıydı. Babasıyla birlikte vakit geçirmeye bayılırdı. O yüzden aile bir yere gideceği zaman evden babasıyla birlikte çıkar, aile arabaları Renault 12’ye babasıyla beraber binerdi. Ve her zaman öne, babasının yanına otururdu. Ama bugün babası ve annesiyle birlikte gitmek istemiyordu.

“Baba, ben gelmek istemiyorum” dedi.

“Nasıl olur, kızım? Evde yalnız kalamazsın.”

Ağabeyi Özgür Mumcu, arkadaşı Nejat Yavaşoğulları’yla birlikte Bulutsuzluk Özlemi’nin konserine gitmişti… -Gitmeden önce de babasının talimatı üzerine otomobilin lastiklerini kontrol etmişti: Uğur Mumcu arabasını son olarak, 22 Ocak akşamı kullanmıştı; Pizza Villa’daki yenen yemekten sonra eve dönerken… O akşam araba mütemadiyen sola çekiyordu. Ne Uğur Mumcu, ne de eşi Güldal Mumcu buna bir anlam veremediler… Uğur Mumcu, konsere gitmek üzere evden daha erken saatte çıkacak olan oğlu Özgür Mumcu’ya; 2 gün önceki o olayı hatırlayarak, lastikleri kontrol etmesini söyledi… Özgür Mumcu evden çıktı; ‘acaba tekerlekler inik ya da herhangi biri patlamış da araba o yüzden mi sola çekmişti’ diyerek, otomobilin dört lastiğini ayrı ayrı tekmeledi… Lastikler normaldi, hiçbir anormallik görünmüyordu, tekerlerin normal olduğunu babasına haber verdi, sonra da evden çıktı- Ailesiyle gitmezse, Özge Mumcu’nun evde yalnız kalması gerekecekti. Uğur Mumcu, işte buna razı değildi.

“İstemiyorum, baba. Gelmek istemiyorum.”

“Olmaz. Gelmen lâzım.”

Güldal Mumcu, baktı ki kendileriyle birlikte gelmek zorunda kalırsa kızı mahzun olacak, baba ile kızın tartışmasına müdahil oldu. Eşi Uğur Mumcu’yu ikna etti, Özge Mumcu’nun evde kalmasını sağladı. İbni Sina Hastanesi’nde tedavi gören Prof. Dr. Kazım Türker’i ziyarete, Uğur ve Güldal Mumcu birlikte gideceklerdi.

“Ben çıkıyorum, Güldal” dedi, Uğur Mumcu.

Ve Gaziosmanpaşa Karlı Sokakta bulunan 65 numaralı evinden çıktı… Yıllardan beri ölüm tehditlerine maruz kalıyordu, o sebeple kendince iki tedbir geliştirmişti: Birincisi, yazın en sıcak günlerinde bile çelik yeleğini mutlaka giyerdi. İkincisi ise muhtemel bombalı bir suikasttan hiç olmazsa eşi ve çocuklarının zarar görmemeleri için arabaya önce kendisi biner ve eşi ile çocuklarını daha sonra yanına alırdı… Bilhassa bunu, bir alışkanlık haline getirmişti.

Sokağı, özellikle arabasının çevresini dikkatlice, fakat hiç kimseye belli etmeden gözden geçirdi. Yerler kar ve buzla kaplıydı, ama hava güneşliydi. Pek soğuk da değildi. 06 YR 245 plâkalı Renault 12 arabası on metre kadar ilerde, Pizza Villa’daki yemekten geldiğinde park ettiği yerde; ASKİ Deposu’nun önünde olduğu gibi duruyordu… Arabasının beş metre kadar ötesinde komşu apartmanın yöneticisi İbrahim Öncül arabasını yıkıyor… Yedi sekiz ya da en fazla on yaşlarında iki üç çocuk arabaların arasında oynuyorlardı… Her şey normal gibiydi.

Uğur Mumcu otomobiline doğru yürüdü… Güldal Mumcu evden çıktı, merdivenlerde bir an durdu, çevresine bakındı… Komşuları İbrahim Öncül’ü gördü. Başıyla selâmladı. İbrahim Öncül, selâmı başıyla aldı… Merhaba demek için niyetlendi… Uğur Mumcu arabasının kapısını açtı, bindi. Çekti, kapıyı kapattı.
***
Uğur Mumcu arabasını park ettiğinde, Ankara’da hemen hemen her zaman meydana gelen buzlanmadan ötürü donma ihtimali bulunduğu için el frenini çekmemiş ve otomobili, viteste bırakmak suretiyle sabitlemişti. Dikiz aynasını kontrol etti, görüş alanı iyiydi. Olduğu gibi bıraktı. Diğer aynaları gözden geçirdi, normaldi. Dokunmadı bile. Kontak anahtarını yuvasına yerleştirdi. Arabayı çalıştırmadan evvel vitesi boşa aldı!

Vitesi boşa aldığı anda, vites kutusuna bağlı düzenek harekete geçti. Şoför koltuğunun altına yerleştirilmiş olan ABD malı RDX’ten yapılmış bomba şiddetle patladı!

Müthiş bombanın blast tesirinden (patlamanın etkisinden meydana gelen yıkıcı, şiddetli basınç) dolayı, havaya, önce otomobilin tavanı uçtu… Aynı anda ortalığı göz gözü göremeyecek kadar yoğun bir sis ve duman kapladı… Sonra Uğur Mumcu’nun gövdesinin alt tarafı ile bacakları kıyma makinesinden geçmiş et parçaları gibi lime lime oldu… Her tarafa yayıldı… Uçan bazı parçalar İbrahim Öncül’ün üstüne başına yapıştı… Son olarak da tavanda açılan delikten Uğur Mumcu’nun vücudunun üst tarafı, tek parça olarak iki metre kadar havaya fırladı… Beş metre kadar uçtu, ASKİ duvarının üstüne düştü… Kaldı…

Güldal Mumcu’ya merhaba demek için hazırlanmış olan İbrahim Öncül, şaşkın vaziyette bakakaldı… Güldal Mumcu ise donmuş kalmıştı… Sis ve duman az da olsa dağılıp, acı gerçek ortaya çıkınca, Güldal Mumcu’nun ağzından bir feryat halinde dökülen “Nihayet dediklerini yaptılar!” sözleri etrafı çınlattı!

Ne yaptıysalar Türkiye’yi Kürt devletine karşı çıkmaktan bir türlü vazgeçiremeyen ABD-İsrail ittifakı, sonunda, Türkiye’nin İran’la arasını bozmak suretiyle sonuç alabileceklerine karar verdiler ve Uğur Mumcu’yu bu amaç için öldürttüler! Böylece, bundan sonra yazacaklarına mani oldukları gibi bundan önce yazdıklarının intikâmını da almış oldular.

UĞUR MUMCU SUİKASTI / M. METİN KAPLAN 24 Ocak 1993, Ankara

RAHMET OLSUN…

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ