İRAN REJİMİ SONA YAKLAŞTI – YENİ DÖNEMİN KODLARI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ÖNCELİKLERİ

  • 17 Haziran 2025
İRAN REJİMİ SONA YAKLAŞTI – YENİ DÖNEMİN KODLARI VE TÜRKİYE’NİN STRATEJİK ÖNCELİKLERİ

Ortadoğu’nun en sert fay hatlarından biri yeni bir kırılmanın eşiğinde. Vatan Medya Grubu köşe yazarı ve siyaset bilimci Mehmet Emir Aksoy, İran rejiminin bölgesel sıkışmışlığı, iç baskılar ve dış müdahalelerle sona yaklaşmakta olduğunu belirterek, bu sürecin Türkiye açısından ciddi riskler ve fırsatlar barındırdığına dikkat çekti.

“İRAN REJİMİ ÇÖZÜLÜYOR”
Aksoy’a göre ABD ile İsrail arasındaki ittifak artık sadece siyasi değil, doğrudan operasyonel bir ortaklığa dönüşmüştür. Bu da İran rejimi için sonun başlangıcıdır. İran’ın son dönemde İsrail’e yönelik İHA ve balistik füze saldırılarında başarısız kalması, rejimin caydırıcılığını ve kapasitesini büyük ölçüde yitirdiğini ortaya koymuştur.

“TÜRBÜLANS DÖNEMİ KAPIDA”
Mehmet Emir Aksoy, esas tehlikenin İran rejiminin yıkılışından sonra başlayacağı görüşünde. “Rejim sonrası oluşacak güç boşluğu, iç savaş ihtimali ve parçalanma senaryoları Türkiye’nin stratejik reflekslerini sınayacaktır” diyen Aksoy, Türkiye’nin özellikle Güney Azerbaycan’daki gelişmeleri yakından izlemek zorunda olduğunu belirtti.

REKLAM ALANI

GÜNDEMDEKİ KRİTİK BAŞLIKLAR:
– Göç Dalgası Riski: İran’da olası bir iç savaş, milyonlarca insanın Türkiye’ye yönelmesine yol açabilir.
– Enerji Güvenliği: Hürmüz Boğazı’ndaki istikrarsızlık, Türkiye’nin enerji tedarik yollarını etkileyebilir.
– Etnik Gerilimler: İran içindeki Türk nüfusu başta olmak üzere, bölgedeki etnik uyanışlar Türkiye’yi diplomatik ve insani yüklerle karşı karşıya bırakabilir.

“ANKARA DİPLOMASİSİ ARTIK DAHA AKTİF OLMALI”
Aksoy, Türkiye’nin pasif izleyici konumundan çıkıp, bölgesel yeniden yapılanmada proaktif rol alması gerektiğini belirterek şu ifadeleri kullandı:
“Rejim sonrası İran, ya yeni bir demokrasiye evrilir ya da daha sert çatışmaların merkezi haline gelir. Her iki senaryoya da hazır olmak zorundayız. Türk dış politikası, klasik bekle-gör stratejisini bırakıp, güvenlik, ekonomi ve göç politikalarını bugünden itibaren yeniden tanımlamalıdır.”

SONUÇ:
Mehmet Emir Aksoy’a göre İran’da yaklaşan rejim krizi, sadece Tahran’ın değil Ankara’nın da kaderini etkileyecek. Bu nedenle, Türkiye’nin önümüzdeki süreci salt izleyen değil, yöneten bir pozisyonda karşılaması hayati önemdedir.

İşte o yazı;

İran Rejimi Sona Yaklaştı: Yeni Dönemin Kodları ve Türkiye’nin Stratejik Öncelikleri

Gelişmeler gösteriyor ki artık ABD, İsrail’in sadece diplomatik ortağı değil, sahadaki fiilî müttefiki konumuna geçmiştir. Bu durum, yıllardır iç baskılarla boğuşan ve bölgesel yalnızlığını derinleştiren İran rejimi için adeta stratejik bir kabusun başlangıcıdır. İran, dünden itibaren gerçekleştirdiği İHA ve balistik saldırılarda dahi ciddi oranda zayıflamış bir tablo sergilemiş, caydırıcılık kapasitesini büyük ölçüde yitirmiştir.

Artık şunu açıkça ifade etmek gerekir: İran rejimi fiilen çözülme sürecine girmiştir. Bu noktadan sonra tartışılması gereken, rejimin nasıl sona ereceğinden çok; sonrasındaki türbülansın bölgeye ve özellikle Türkiye’ye etkisinin ne olacağıdır. Güney Azerbaycan başta olmak üzere etnik-demografik fay hatları harekete geçebilir. Hürmüz Boğazı’ndaki geçiş güvenliği, İran’daki olası iç savaşın doğuracağı göç hareketliliği ve bölgesel güç boşluğu; Türkiye’nin dikkatle yönetmesi gereken başlıklardır.

Bugünün dünyasında kazanacak olanlar; güçlü devlet mimarisine, istikrarlı bir güvenlik doktrinine ve üretken bir savunma sanayisine sahip olanlardır. Diplomasiyle orantılı sert güç kabiliyeti olan, halkıyla bütünleşmiş yapılar bu kaotik çağda ayakta kalabilir. İran ise burada sınıfta kalmıştır. Ne halkını ikna edebilmiş, ne de gerçek düşmanlarıyla mücadele edebilecek stratejik aklı kurumsallaştırabilmiştir. 2006’da Hizbullah’ın dahi gösterdiği askeri ve psikolojik direnç, bugün İran merkezli hiçbir yapıda gözlemlenmemektedir.

Öte yandan İran, ne Gazze kadar fedakârca direnebilmiş, ne de Ukrayna kadar organize bir savunma sergileyebilmiştir. Sahadaki başarısızlıkları yalnızca teknik değil, aynı zamanda ideolojik ve sosyolojik bir çöküşün yansımasıdır. Mezhep temelli siyaset anlayışı, halkın enerji ve yönelimlerini parçalamış; devleti içten içe çürütmüştür.

Uluslararası hukuk, Birleşmiş Milletler kararları ve “devletlerin toprak bütünlüğüne saygı” gibi söylemler ise maalesef pratikte sadece güçlülerin işine yarayan birer retorik haline gelmiştir. İran’ın maruz kaldığı izolasyon da bu çifte standardın bir başka yüzüdür.

Bu bağlamda, İran istihbarat yapılanması ve rejim kadrolarının psikolojik direnç noktaları ciddi şekilde çökmüş, komuta ve kontrol kabiliyeti zayıflamıştır. Devlet meşruiyetini hem içeride halk nezdinde, hem de dışarıda bölgesel aktörler nezdinde kaybetmiş durumdadır.

Artık bölge, yeni bir denklemle karşı karşıyadır. Bu denklemde Türkiye, tarihsel sorumluluğu, jeopolitik konumu ve soydaş nüfusu üzerinden doğrudan bir merkezdir. Güney Azerbaycan’daki gelişmeler başta olmak üzere, Türk dünyasının ali menfaatleri gözetilerek yeni bir diplomatik ve güvenlik stratejisi hayata geçirilmelidir. Azerbaycan’ın bu gelişmelerden nasıl etkileneceği de dikkatle analiz edilmelidir.

Zira güçlü ve hazırlıklı olan kazanacaktır. Zaman, stratejik devlet aklını öne çıkarma zamanıdır.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ