Sendikacı Veli Beysülen’den Doğurganlık ve Aile Politikalarına Eleştirel Bakış: “Felaketin Eşiğindeyiz”

  • 15 Aralık 2025
Sendikacı Veli Beysülen’den Doğurganlık ve Aile Politikalarına Eleştirel Bakış: “Felaketin Eşiğindeyiz”

Sendikacı Veli Beysülen, Türkiye’de düşen doğurganlık oranları ve bireyselleşen toplum yapısı üzerine dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Beysülen, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 Kasım 2025’te Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından düzenlenen *Aile ve Kültür-Sanat Sempozyumu*ndaki konuşmasını hatırlatarak şu değerlendirmeyi yaptı:

“Sayın Cumhurbaşkanı’nın da dile getirdiği gibi, şu an toplam doğurganlık hızı 1,48. Bu oran, nüfusun kendini yenileme eşiği olan 2,1’in oldukça altında. Açıkça söylemek gerekirse bu bir demografik felakettir.”

Beysülen, toplumda hızla artan bireyselleşme eğilimiyle birlikte yalnızlaşmanın da derinleştiğine dikkat çekti. “Yalnızlaşan birey, aile kurmaktan, çocuk sahibi olmaktan uzaklaşıyor. Ekonomik güvencesizlik, gelecek kaygısı ve sosyal destek eksikliği bu süreci tetikliyor,” dedi.

Cüzi Yardımlar Sorunu Çözmez

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı çocuk başı desteklere de değinen Beysülen, bu yardımların “ballandıra ballandıra” anlatıldığını ancak gerçekçi ve kalıcı çözümler sunmaktan uzak olduğunu savundu. Yardım paketine göre:

– İlk çocuk için tek seferlik 5.000 TL
– İkinci çocuk için 5 yaşa kadar aylık 1.500 TL
– Üçüncü ve sonrası için 5 yaşa kadar aylık 5.000 TL yardım yapılacağı belirtilmişti.

Beysülen, “Bugün bir çocuk yetiştirmenin maliyeti ortadayken bu yardımlar, sembolik olmaktan öteye geçemiyor. Ailelerin çocuk yapmasını teşvik edecek asıl unsur; güvenli bir gelecek, istikrarlı gelir ve güçlü sosyal politikadır,” ifadelerini kullandı.

“Gerçek çözüm sosyal devlet anlayışıdır”

Veli Beysülen, nüfus krizinin aşılması için sadece teşvik değil, kapsayıcı sosyal politikalar, kadın istihdamını artırıcı önlemler ve çocuk bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması gerektiğini belirtti.

“Sorunun kökeninde ekonomik adaletsizlik ve sosyal güvencesizlik yatıyor. Bunlar çözülmeden nüfus politikaları yalnızca çağrılardan ibaret kalır,” dedi.

İşte o yazı;

ÇOK ÇOCUK DEĞİL EĞİTİMLİ İNSAN!

“Nüfus artış hızımız azalıyor, doğurganlık oranına baktığımızda şu anda bir felaketi yaşıyoruz.Toplum olarak bireyselleşiyor, bunun sonucu olarak yalnızlaşıyoruz. Toplam doğurganlık hızı 1,48 şu anda bir felaketi yaşıyoruz.” Bu sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ait. Erdoğan bu sözleri, 20 Kasım 2025 tarihinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının düzenlediği Aile ve Kültür-Sanat Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada söyledi. Erdoğan aynı konuşmasında ailelere çocuk başı verdikleri cüzi desteklerden bahsederek, desteklerin süreceğini belirtti. Erdoğan’ın ballandıra ballandıra açıkladığı ve süreceğini vurguladığı yardım, ilk çocuk için bir sefere mahsus 5 bin lira, ikinci çocuk için 5 yaşını tamamlayıncaya kadar aylık 1.500 lira, üçüncü ve sonraki çocuklar için ise 5 yaşını dolduruncaya kadar aylık 5 bin lira yardım. Cumhurbaşkanı son birkaç konuşmasında, aileleri 3-4 hatta 5 çocuk yapmaya çağırarak yardımların devam edeceğini belirtiyor.

Geçen hafta bu köşede yayınlanan “ASGARİ ÜCRET TOPLU PAZARLIKLA BELİRLENMELİ” başlıklı yazımda, TÜRK-İŞ’in Kasım ayı açlık yoksulluk sınırı açıklamasına göre; dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması yani açlık sınırı 29.828 lira, gıda harcamasının yanı sıra giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplamı yani yoksulluk sınırının 97.158 lira, bekâr bir çalışanın yaşam maliyetinin ise 38.751 liraya yükseldiğini belirtmiştim. Bu ülkede asgari ücret 22.104 lira. Buna göre mevcut asgari ücret açlık sınırının 7.724 lira altında. Üstelik bu ülkede asgari ücret, çalışanın bakmakla yükümlü olduğu aile bireyleri dikkate alınmadan, sadece kendisine yetecek ücret olarak belirleniyor.

Öte yandan geçen hafta yayınlanan yazımda da belirttiğim gibi, bir yıl önce belirlenen asgari ücret, yüksek enflasyonla 6.631 lira eriyerek 15.473 lira seviyesine gerilemiş bulunuyor. Ülkede en düşük emekli maaşı ise 16.881 lira. Neresinden bakarsanız bakın, ülke nüfusunun  emekli ve asgari ücretlilerden oluşan önemli bir kesiminin aylık geliri mutfak giderini karşılamaktan uzak. Kaldıki 4 kişilik bir ailenin tüm giderlerinin karşılığı olan yoksulluk sınırı 97.128 liraya yükselmiş bulunuyor.

Yılın son ayının ortasına geldik, asgari ücret bu ay içinde belirlenecek. Yıllardır işçi tarafını temsilen masada bulunmasına rağmen, komisyonun adaletsiz yapısından dolayı etkili olamayan TÜRK-İŞ bu yıl masada oturmuyor. El altından bir bilgi akışı ile işin içinde mi bilmiyorum. Zira bilgi akışının olup olmaması çok da önemli değil. Şimdi iki işveren tarafı devlet ile Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) dostlar alışverişte görsün şeklinde, aslında şimdiye kadar olduğu gibi, bir kez daha el ele asgari ücreti belirleyecekler. Cumhurbaşkanı, işverenleri ellerini taşın altına koymaya çağırsa da toplantılarr başlamadan piyasada dolaşan oranlar %25-30 seviyesinde ve bu oranlarla asgari ücret, 27.000 ile 29.000 aralığında olacak gibi bir hava yaratıldı. Bu rakam, asgari ücretle çalışan iki ebeveynin toplam gelirinin 55-58 bin lira arasında olacağını gösteriyor. Bu rakam mevcut yoksulluk sınırının 40 bin lira altında gelir demektir. Tek kişi çalışan bir ailenin geliri ise daha baştan açlık sınırının altında olacak demektir.

Kuşkusuz enflasyonun yüksek seyrettiği ülkede açlık ve yoksulluk sınırları sürekli artmaktadır. Buna rağmen, 4 kişilik bir aile için hesaplanmış olan mevcut rakamlarla basit bir hesap yaptığımızda, yani bu rakamların her birini 4’e böldüğümüzde kişi başı açlık sınırının 7.456, yoksulluk sınırının ise 24.282 lira olduğunu görüyoruz. O zaman Cumhurbaşkanının feryat figan çocuk yapın destek vereceğiz dediği ailelerin her birinin yapacağı her bir çocuk için bugün itibariyle bu rakamlar kadar gelire ihtiyacı olacak demektir. Kısacası Cumhurbaşkanının söylediği, ilk çocuk için bir sefere mahsus 5 bin, ikinci çocuk için 5 yaşını tamamlayıncaya kadar aylık 1.500 ve sonraki çocuklar için 5 yaşını tamamlayıncaya kadar aylık 5 bin lira doğum yardımlarının, ailelerin her bir çocuk için ihtiyaç duyacakları gelirleri sağlaması mümkün değil. Zira mevcut rakamlara göre 3 çocuk sahibi olacak ve nüfus sayısı 5’e yükselecek bir ailenin açlık sınırı 37.284, yoksulluk sınırı ise 121.410 liradır. Kuşku yok ki, çocuk sayısı arttıkça bu rakam katlanacak ve ihtiyaç duyulan para miktarı artacaktır. Tüm bunlar, Cumhurbaşkanının “Veriyoruz, vermeye devam edeceğiz” dediği cüzi yardımların, aileleri daha çok çocuk yapmaya teşvik edecek destekler olmadığını göz önüne seriyor. Kaldı ki esas cevaplandırılması gereken soru, bir ülkenin ihtiyacı eğitimsiz boş kalabalık mı yoksa eğitimli daha az insan mı sorusudur. Kuşku yok ki bu soruya verilecek doğru cevap, eğitimli ve mutlu bireylerden oluşan toplum olmalıdır. O zaman Cumhurbaşkanının çok çocuk yapın çağrısını iyi irdelemekte yarar var. Zira bu ülke, gelecek kuşakların yetiştirildiği eğitim konusunda oldukça geriye düşmüş bulunuyor.

Kuşkusuz bu ülkede sistemin ya da devlet ideolojisinin planladığı eğitim, hiçbir zaman çocuk ve gençlerin özgün bireyler olarak yetişmelerini sağlayacak şekilde planlanmadı. Eğitim, bilmsellikten uzak, devlet ideolojisinin ezberlerinin tekrarını aşamadı. Dolayısıyla çocuk ve gençlerin kafaları dogmalarla dolduruldu. Bu nedenle Türkiye insanının kafası bilimsel gerçeklere kapalı oldu. Maalesef bu durum, Cumhuriyetin ilk döneminde kısmen özgün düşünen eğitimci yetiştiren Köy Enstitüleri’nde yetişmiş eğitimcilerin verdiği eğitimle yetişmiş kuşağın etkisiyle, 1960’lı ve 1970’li yıllarda yükselen toplumsal uyanışın önünü kesmek üzere yapılan 12 Eylül faşist darbesinden sonra daha da belirgin hale geldi. Zira darbe eğitimi, kapitalist sistemin ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden yapılandırdı ve dogmaları bilgi olarak genç beyinlere enjekte etti. Kısacası bugünün itaatkar  toplumunun temelleri 12 Eylül felsefesi ile atıldı.

2002 yılında tek başına iktidara gelen AKP ise eğitimi kendi düşüncesi yönünde eğip büktü. Eğitim sistemini yap boz tahtasına çevirdi. Eğitimi özelleştirdi. İmkânı olan veya çocuğu iyi eğitim alsın diye borçlanmayı göze alan ailelerin çocukları özel okullarda okurken, kamu eğitim kurumlarını sermayenin istediğine uygun olarak, sözde sanayiye ara eleman yetiştirmek üzere bilimsellikten iyice uzaklaştırdı. Bunun sonucu, okulda olması gereken çocuklar sanayiye ucuz işgücü oldular. AKP bunu din eğitimini teşvik ediyormuş görüntüsüyle yaptı ve toplumun önemli bir kesiminin desteğini aldı.

Öte yandan 12 Eylül sonrası eğitimin ana teması haline getirilen Türk-İslam sentezinin yetiştirdiği toplumun desteği ile iktidar olan ve 23 yıldır ülkeyi yöneten AKP ile destekçisi sermaye, ideolojik olarak bu  toplumsal yapının derinleşerek devamını kendileri için gerekli görüyorlar. Kısacası özelde iktidar genelde ise sistem, yetişmiş, sorgulayan yurttaş değil, eğitimsiz kalabalıklar istiyorlar. Zira bunu sistemin devamının teminatı olarak görüyorlar. O zaman Cumhurbaşkanının, “Nüfusumuz azalıyor bu bir felakettir” feveranı, tüm bu gerçekler göz önüne alınmak suretiyle değerlendirilmelidir. Bunu yapmadğımızda onun istediği eğitimsiz, kuru kalabalıktan oluşan nüfusu kabullenmiş oluruz.

Halbuki 86 milyon insanın yaşadığı bu ülkenin ihtiyacı, planlı kalkınma ve bu kalkınmayı sağlayacak eğitimli yurttaştır. Zira ancak bilimi rehber edinmiş eğitimli toplum, katma değeri yüksek, yeterli üretim yapabilir. O zaman, çok çocuk yapından önce, o çocukların hangi gelir düzeyi ile nasıl bir eğitim alacakları sorularının cevaplandırılması gerekiyor. Zira devlet, çocuğun dünyaya gelmesinden başlayarak, birey olarak üretime katıldığı güne kadar alacağı eğitimi planlamak durumunda. Bu da yetmez, gerekli istihdam olanaklarını sağlamalıdır. Bunun için ana sınıfından başlayarak eğitimin her kademesini, tüm çocuklar ile gençlerin parasız ve eşit yararlanacakları şekilde planlamak durumunda. Meslek eğitimini, kamunun denetiminde, bu eğitime yönelmiş çocukların yeteneklerini geliştirmelerini sağlayacak şekilde planlamalı ve çocukların alacakları meslekleri ile ilgisi olmayan angarya işlerde çalıştırılmalarının önüne geçmeli. Tüm bunlar için gerekli düzenlemeleri yapmadan, sırf nüfus azalması üzerinden aileleri çok çocuk yapmaya çağırmak, eğitimsiz, yönetenlerden lütuf bekleyen, itaatkar toplum özleminden başka birşey değildir. Ben, Cumhurbaşkanının feveran etmesinin gerçek nedeninin nüfus azalması değil, yönetenlerin lütfuna muhtaç, eğitimsiz kalabalıkların iktidarlar ile sermayeye sağladığı yarar olduğunu düşünüyorum. O zaman hep birlikte, bu ülkenin ihtiyacı çok çocuk değil, bilimi rehber edinmiş eğitimli insandır demeliyiz!

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ