“Yurtları Abat Eden de Berbat Eden de İnsan Elidir”

  • 18 Kasım 2025
“Yurtları Abat Eden de Berbat Eden de İnsan Elidir”

HASAN KAYA | Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı

Toplumların, milletlerin ve bireylerin kaderi tarih boyunca onları yönetenlerin iradesiyle şekillendi. Kimi zaman adalet ve hikmetle hareket eden idareciler, yıkılmışı onardı, karanlığa ışık oldu. Ama kimi zaman da hoyrat ve sorumsuz idareciler aynı yurtları harabeye çevirdi; umudu yok etti, düzeni bozdu.

Abat etmek, sadece bir toprağı mamur kılmak değil; insana nefes, yaşayana umut vermektir.
Berbat etmek ise mamur olanı harap etmek, düzeni bozmak, güzelliği çirkinleştirmektir.

REKLAM ALANI

Bu iki uç, insan vicdanının ve idare ahlakının aynasıdır. Kimisi dokunduğu yeri ışığa açar, yeşertir; kimisi ise gölgeye mahkûm eder, soldurur. Eller bir çeşmeye su getirebildiği gibi, bir gölgeyi de zindana çevirebilir.

İdare edenlerin omuzlarındaki yük, sadece makam değil; milletin geleceğidir. Bireylerin iradesiyle şekillenen toplumsal hafıza, ya bir ışık gibi yurdu aydınlatır ya da vurdumduymazlıkla örülen karanlığın altında kalır.

Unutmayalım: Yönetmek, yurt inşa etmektir; yurt da insanın nefes aldığı, umut bulduğu yerdir. Onu abat da ederiz, berbat da… Tercih, elimizde.

Hasan KAYA   

ABAT VEYA BERBAT ETMEK

(Bir ilçenin suyla imtihanı)

Toplumların, yurtların ve bireylerin kaderi tarih boyunca idare edenlerin iradesiyle şekillenmiştir. Kimi zaman adaletli ve basiretli bir idare yurtları abat etmiş, kimi zaman da hoyrat bir idare aynı yurtları berbat hâle getirmiştir.

Abat etmek; taşlı toprağı mamur kılmak, çer çöpü yurt hâline getirmek, insana nefes ve umut vermektir. Berbat etmek ise mamur yeri harap etmek, düzeni bozmak, güzelliği çirkinliğe çevirmektir.

İnsan eliyle şekillenen bu iki uç, aslında vicdanın ve sorumluluğun aynasıdır: kimisi dokunduğu yeri ışığa açar, kimisi gölgeye mahkûm eder. Eller kimi zaman bir çeşmenin suyunu çoğaltır; kimi zaman da gölgesini karanlığa çevirir. İdare edenlerin omuzlarındaki sorumluluk, bireylerin küçük iradelerinin birleşerek oluşturduğu toplumsal hafızayı ya umut ışığına dönüştürür ya da karanlık bir gölge gibi üzerini örter.

Biga ile Gümüşçay neredeyse bitişik gibidir. Biga ilçe, Gümüşçay ise Biga’nın beldesidir. Sınır olan bu iki yerleşim yerinde zaman içinde gözlerimizin önünde cereyan eden yaşanmışlıkları abat ve berbat ekseni ile aktarmaya çalışacağım.

Yıl 2009… Tam on altı yıl öncesi…

Çevrede tanınmış ve Biga’nın da esnaflarından bir ailenin ferdi olan, zamanında Bigaspor’ da futbol geçmişi bulunan genç bir isim: Adnan Pastırmacı. Gümüşçay Belde Belediye Başkanlığı için adaylığını koymuş ve belde için yapılacak hizmetler uğruna dört bir yana koşuyordu.

“Seçildiğimde beldeme içilebilir su getireceğim. Çayı ıslah edeceğim. Biga ile bağlantısı olan karayolunu genişleteceğim. Arazi toplulaştırması ve mera ıslahı yapacağım.” O zaman için uçuk sayılabilecek ve siyasi rakiplerinin “yapamaz” dediği vaatlerin peşinde koşuyor, seçim çalışmalarında bunları dillendiriyordu.

Şimdinin Çanakkale Milletvekili, o zamanın İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Ayhan Gider Biga’ya geldiğinde bu taleplerini ona da iletmiş ve “Seçilirsem bana destek olacaksın” sözünü almıştı. İlçe Müdürü olduğum için ben de bu diyaloğun içinde yer alıyor, konuşmalara şahit oluyor ve dinliyordum.

29 Mart 2009 tarihinde yapılan Mahalli İdareler seçiminde Adnan Pastırmacı Gümüşçay Belde Belediye Başkanlığını kazandı. Seçildiğinin haftasında kapıya dayanmıştı: “Seçimi kazandım, şimdi verilen sözlerin tutulma zamanı.” Beldesine 25 km uzaklıktaki Armutçuk Dağı’na gidip beldesine getireceği suyun kaynağını aramış, Karayolları Bölge Müdürü ilçeye geldiğinde “Biga–Gümüşçay yolu” diye dikilmişti.

Mahallinde çözebildiklerini çözmüş, çözemedikleri için verdiği sözleri daha üst makamlara giderek yaptırmayı başarmıştı.

2009’dan 2024’e kadar kesintisiz olarak yaklaşık on beş yıl belediye başkanlığı yaptı. Görev süresince beldesine verdiği sözlerin takipçisi oldu ve “olmaz” denilen işlerin tamamını yaptırdı. Yetmedi, birçok ilçe merkezinde olmayan doğal gazı beldesine getirdi, yaşlı bakım evini hizmete açtırdı. Toplulaştırmayı en iyi şekilde yaptırdı ve her parsele tarla yolu açtırdı.

Ama son girdiği seçimi itiraza mahal verecek kadar az bir oyla, üç veya beş oy farkla kaybetti.

Balık tutmak için haftada en az iki defa geçtiğim Gümüşçay’dan her geçişimde yaptığı çalışmaları görüyor ve beldesine hizmet etmek için verdiği mücadeleleri hatırlıyorum.

Geçen gün belde çıkışındaki tatlı su çeşmesinde uzun bir sıra gördüm. Başka bir gün geçerken bu defa kuyruk biraz daha uzamıştı. Merak ettim, durdum.

Biga’nın meşhur Tahtakale’sinin müdavimlerinden bir tanıdığım elindeki su bidonlarıyla sıradaydı. Öfkesi ise her halinden belli oluyordu. “Hayırdır?” dediğimde kurulu saat gibi boşaldı:

“Hayır mı şer mi görmüyor musun? Biga’dan buraya su almaya geldim. Neden Biga’da su mu yok diye sorma… Hiç havamda değilim, bidonları kafana indirebilirim!” diye çıkıştı.

Çatmıştım… Biliyordum susmazdı. Susmadı da:

“Gümüşçay Biga’ya iki adım, sınır komşusu… Bağırsam duyulacak. Eskiden su olan Biga’da şimdi su yok. Eskiden su olmayan Gümüşçay ’da ise şimdi su var. Biz Biga’dan Gümüşçay’a elimizde bidonlarla içme suyu almak için geliyoruz, yetmiyor sıraya giriyoruz. Bir de ‘Bigalılar su almaya gelmişler’ diye Gümüşçaylılar bizimle dalga geçiyor…”

Gümüşçay çeltik tarlalarının ortası… Her taraf derin su kuyusu sondajı… Biga’da olan kuraklık burada yok. Karabiga’da yok. Biga’nın 108 köyünde yok. Hepsinin suyu akıyor. Ama Biga’da su yokkkkk… Anla, anlayabilirsen…

Ama işin garibi de şu ki: Gümüşçay’a bu kadar hizmeti getiren Pastırmacı seçimi kaybetti. Biga’yı bir yudum suya muhtaç eden ise belediye başkanı seçildi.

Sıradakiler hem içme suyunu dolduruyor hem de bizi dinliyorlardı. Ön sıralardan biri:

“Suyu siyasetinize alet etmeyin… Biga’da su vardı da Alper Başkan mı içti? Alper Başkan özünde iyi bir insan ama ne yapsın, kuraklık var.”

Başka biri: “Pastırmacı bu kadar bulunmaz Hint kumaşıydı da neden ilçe başkanı adayı olduğu zaman entrikalarla önünü tıkadınız?” diye çıkıştı.

Bir başkası: “Tıpkı eski günlerdeki gibi… Çeşme başında dedikodu, muhabbet… Bir de kavga çıkıp su bidonları havada uçuşmaya başlarsa, seyreyle sen o zaman gümbürtüyü… diye dalgasını geçti.

Bir başkası: “Başlarım sizin siyasetine de nostaljinize de! Salgın kapıda, siz neler söylüyorsunuz!” diye kükredi…

Bir diğeri…

Bir diğeri derken İş uzuyor, tartışma büyüyor ve işin tadı kaçmaya başlamıştı. Suyun serinliği yerini kavganın hararetine bırakıyordu.

Sözün özü: abat ve berbat… Galiba bütün mesele buydu. Abat eden; taşlı toprağı mamur kılan, çeşme başında suyu çoğaltan, gölgesini serinliğe çevirendir. Berbat eden ise mamur yeri harap eden, çeşme başında kavga çıkaran, gölgesini karanlığa çevirendir.

Toplumların kaderi işte bu iki iradenin arasında sallanır: biri umut taşır, diğeri bidonları havada uçurur.

Ve tarih, her defasında şu soruyu sorar: Kim abat etti, kim berbat etti?

Ve biz, her çeşme başında aynı soruyu duyarız: “Abat mı, berbat mı?” Bıkmadan ve usanmadan da bu sorunun cevabını yeniden ararız.

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ