Veli Beysülen: “12 Eylül Faşizmi Sadece Tanklarla Gelmedi, Emeği ve Geleceği Teslim Aldı”

  • 15 Eylül 2025
Veli Beysülen: “12 Eylül Faşizmi Sadece Tanklarla Gelmedi, Emeği ve Geleceği Teslim Aldı”

Sendikacı ve emek mücadelesinin önde gelen isimlerinden Veli Beysülen, 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümünde yaptığı açıklamada, bu karanlık dönemin yalnızca askeri ve siyasi bir baskı rejimi olmadığını, aynı zamanda Türkiye’nin emekçilerini, kaynaklarını ve geleceğini uluslararası sermayeye teslim eden yapısal bir dönüşüm olduğunu vurguladı.

“12 Eylül’ün öteki yüzü; sömürü düzeninin kalıcılaştırılmasıydı”

Beysülen açıklamasında, 12 Eylül 1980 darbesinin sadece demokrasiye indirilen bir darbe olmadığını, aynı zamanda Türkiye’de emeğin tasfiye sürecinin başladığı, sendikal hakların gasp edildiği, sosyal devlet anlayışının rafa kaldırıldığı bir dönüm noktası olduğunu belirtti.

REKLAM ALANI

“12 Eylül faşizminin diğer yüzünde, bu ülkenin kaynaklarını ve insanının emeğini, uluslararası sermayenin sonsuz sömürüsüne açma hedefi vardı. Bugün yaşadığımız ekonomik krizlerin, toplumsal adaletsizliğin ve yönetsel çürümenin tohumları o dönemde atıldı.” dedi.

Bugünkü krizlerin kökeni 12 Eylül’de

Veli Beysülen, günümüzde yaşanan yönetim krizi, ekonomik çöküş, demokratik hakların kısıtlanması gibi olguların, 12 Eylül darbesinin kalıcılaştırdığı sistemsel yapının sonuçları olduğunu ifade etti.

“Bugün anti-demokratik ve baskıcı yönetime karşı verilen mücadele, sadece günü kurtarmakla sınırlı olamaz. Mücadelemiz, bu düzenin temel taşlarını döşeyen 12 Eylül zihniyetini de hedef almalıdır.”

“Doğru teşhis, doğru mücadeleyi getirir”

Sendikacı Beysülen açıklamasında, mücadelenin etkili olabilmesi için geçmişin iyi analiz edilmesi gerektiğinin altını çizdi:

“Bugün yaşananlara karşı doğru yöntemlerle mücadele edebilmek için, o karanlık darbenin gerçek amacını ve mirasını doğru okumalıyız. Yoksa sadece semptomlarla uğraşır, hastalığın kendisini büyütürüz.”

“Emeğin, demokrasinin ve toplumsal barışın karşısındaki en büyük tehdit: 12 Eylül’ün ruhudur.”

Veli Beysülen, açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı:

“Tarihle yüzleşmek, geleceği kurmanın ön koşuludur. 12 Eylül’ün yarattığı tahribatı tanımadan, emekten yana, adil, demokratik bir toplum inşa edemeyiz. Bu nedenle, yalnızca darbeyi değil, onun ideolojik ve ekonomik sonuçlarını da reddetmeli, topyekûn mücadeleyi büyütmeliyiz.”

“Unutmadık, affetmedik, mücadeleye devam!”

BUGÜNKÜ YÖNETİMİN TEMELLERİ 12 EYLÜL’DE ATILDI!

Öncelikle şunu belirteyim bu yazı, 2021 yılında 12 Eylül faşist darbesinin 41.yılında yayınlanmış bir yazıdır. Ancak aradan geçen 4 yılda, değişen birşey olmadığı gibi, ülke siyasi, ekonomik ve sosyal çöküş yaşıyor. Dolayısıyla 4 yıl önce, 12 Eylül’ün, siyasi ve sendikal mücadelelere zincir vurmak suretiyle, yol temizliği yaptığı, kapitalist sistemin yeni liberal (neoliberalizm) versiyonunun uygulanması için, 24 Ocak 1980 tarihinde açıklanan programın yol açtığı, ekonomik, siyasi ve sosyal dönüşümlerin amacının bilince çıkarılması amacıyla, yazdığım bu yazıyı yeniden yayınlantma ihtiyacı hissettim. Amacım, o yılları yaşamış olanların bilgilerini tazelemrlerini, yaşamamış genç kuşağın ise bilgi sahibi olmasını sağlamaktır.

Evet, üç gün önce faşist 12 Eylül darbesinin 45. Yılıydı. Yaşadığımız ülke insanına ağır bedeller ödeten darbenin  amacı yapanlarca; ekonomik ve siyasi iktidarsızlık ve aşırı sağ-sol çatışmalarının yol açtığı kaos ortamına son vermek olarak açıklansa da; emperyalizm destekli bu darbenin asıl amacı, emperyalist kapitalist sistemin finans kuruluşları IMF ile DB’nin karanlık dehlizlerinde yazılan ve zamanın Başbakanı Süleyman Demirel ile Müsteşarı Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980’de açıkldıkları yeni liberal programın uygulanmasının yol temizliğini yapmaktı. Zira dünya sistemi içinde Türkiye için, belirlenen hedef, devletin üretimde olmadığı, sermayenin mutlak hakimiyetine dayanan serbest piyasa modeliydi. Belirlenen hedefe  ulaşılmasının önünde, 1961 Anayasasının kısmen demokratik özgürlükçü yapısından kaynaklı olarak ülke de ulaşılmış olan, siyasi ve sendikal örgütlenmeler engeldi. Bu nedenle, demokrasinin rafa kaldırılması Türkiye’yi, önemli bir piyasa olarak gören uluslararası sermayenin talebiydi. Kısacası uluslararası sermaye, Türkiye pazarında yoluna çıkabilecek siyasi ve sendikal engellerin yolunun üstünden kaldırılmasını istiyordu. Bunun için, özellikle işçi sınıfı ile emekçi halkın kazanımları yok edilmeli ve Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yurttaşı piyasanın acımasızlığından korumak amacıyla uygulanan karma ekonomik modele son verilmeliydi. Dolayısıyla öncelikli hedef, programın uygulanmasına engel çıkaracak olan Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin öncü örgütü DİSK ile güçlü sol sosyalist muhalefetti. Bu muhalefetin yanı sıra, tarımda ağır basan kooperatifçilik ve onun sağladığı üretici örgütlenmesinin işlevsiz hale getirilmesiydi.

Tüm bu nedenlerle, darbeye giden sürecin iyi okunmasına ve darbenin altyapısını hazırlayan kaos ortamının nedenlerinin açıklıkla ortaya konmasına ihtiyaç vardır.

12 Eylül faşist darbesinin hazırlığı, 1973 yılında tüm dünyayı sarsan büyük petrol krizine kadar gidiyor. Bu kriz, ülkeyi siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa sürüklemişti. Bu istikrarsızlığın tetiklemesiyle ülkede şiddet sürekli tırmandırıldı. Kuşku yok ki  darbe öncesinde yaşanan şiddetin halkı, “Yeter artık! Asker gelsin, bizi kurtarsın.” deme noktasına getirilmiş olması, şiddetin bilerek tırmandırıldığının kanıtıdır. Şiddet, bilinen ama bilinmiyormuş gibi yapılan karanlık odaklar tarafından darbeye zemin hazırlamak üzere bilinçli bir şekilde tırmandırılıyordu. 1977 yılının 1 Mayısı’nda DİSK’in öncülüğünde, İstanbul Taksim (1 Mayıs) alanında, 1 Mayıs İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’nü kutlamak için toplanmış olan yüzbinlerce insanın üzerine, alana hakim değişik noktalardan ateş açılması ve 34 emekçinin hayatını kaybetmesi, 12 Eylül darbesine giden sürecin fitilini ateşledi. Bu katliamı takip eden, 1978, 1979 ve 1980 yılının 12 Eylül’üne kadar, birçok çatışma, katliam ve suikastlar yaşandı.

Bu süreçte, ülkenin dört bir yanında irili ufaklı birçok çatışma oldu ve insanlar pusuya düşürülerek katledildi. Yine aynı dönemde, içinde DİSK’in Kurucu Genel Başkanı, Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler’in de bulunduğu, siyaset, sendika ve bürokraside önemli görevlerde bulunmuş, bilinen kişilere yönelik suikastler dizisi gerçekleşti.

Tüm bu katliam ve kaosun amacı, uluslatarası sermayenin ekonomi programının uygulanmasını sağlayacak darbeye zemin hazırlamaktı. Zira ülkenin yerüstü ve yeraltı kaynakları ile genç insan gücünü uluslararası sermayenin sınırsız sömürüsüne açmayı hedefleyen programın uygulanması, ancak ülkenin demokrasiden uzaklaştırılması ile mümkündü. Bu amaçla yapılan darbenin, biri yakın, diğeri uzak iki hedefi vardı. Yakın hedef; kısa vadede programın uygulanmasında engel çıkaracak olan siyasi ve sendikal yapıları tasfiye etmekti. DİSK’in darbenin ilk hedefi olması, DİSK ile bağlı sendikaların faaliyetlerinin askıya alınması, malvarlıklarına el konması, yöneticilerinin tutuklanması, devam etmekte olan grevlerin yasaklanması tamamen bu hedefe ulaşmak içindi. Elbette sadece DİSK’le yetinilmedi. Sol sosyalist parti, dernek ve yapılanmaların tamamı yasaklandı. On binlerce insan işkencelerden geçirildi, cezaevlerine dolduruldu. Darbenin ikinci hedefi uzun vadede ülkenin, uluslararası sermaye programının uygulanmasına sorun çıkarmayacak iktidarlarca yönetilmesini sağlamaktı. Bunun için muhafazakâr, itaatkâr, verilene razı bireylerden oluşan bir toplumsal yapı oluşturmak gerekiyordu. Böylece eğitim sistemi, bu hedefe ulaşmayı sağlayacak şekilde Türk-İslam sentezi üzerine oturtuldu. Sadece bununla yetinilmedi, ülkenin tüm yerleşim yerlerinde cami altlarında kur-an kursları açıldı. Sokaklar, koltuklarının altındaki dini yayınlarla evlere giren ve propaganda yapan insanlarla doldu. Evlerde buna dair sohbetler düzenlenerek görevli propagandistler konuşturuldu. Başta 15 Temmuz darbe kalkışmasının mimarı FETÖ yapılanması olmak üzere, tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. Başka kentlerde okumak zorunda olan yoksul çocuklarının barınmaları için yurt ve pansiyon açmalarına izin verildi. Yetmedi bu yapılara okul ve dershaneler açtırıldı. Kısacası faşist darbe, kısa vadede neo-liberal programın yol temizliğini yaparken, uzun vadede ise programın devamının teminatını sağlayacak toplumsal yapıya ulaşmak için planlanma yapıp uygulamaya koydu.

Kuşku yok ki, Türkiye 1980’li yıllarda darbenin yol temizliği ile başlayan, başında 24 Ocak programının mimarı Turgut Özal’ın bulunduğu Anavatan Partisi (ANAP) iktidarı, 1990’lı yılların koalisyon hükümetleri ve 2002 yılında iktidar olan AKP ile devam eden önemli bir ekonomik dönüşüm süreci yaşadı. Devlet iktisadi faaliyetlerden çekildi. Bu nedenle, halka ucuz mal ve hizmet üreten kamu kurumlarına yatırım yapılmayarak iş yapamaz duruma getirildiler. Bu kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT) yapacakları işler ihale yoluyla şirketlere verildi. Birçok malı üreten ve uygun fiyatla halka arz eden kurumlar kapatıldı. Böylece, sermayenin sömürü çarkının önündeki engel ortadan kalkmış oldu ve serbest piyasa, rekabet gibi söylemlerle halk birçok temel ihtiyacını sermayenin belirlediği fiyatlarla almaya mahkûm edildi. Eskiden devletin kendisinin yaptığı havaalanı, yol, köprü, baraj gibi işler ihale ile şirketlere yaptırıldı. Ne yazık ki, 23 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı artık ihale yapma gereği bile duymuyor ve davet yöntemiyle işleri yandaş şirketlere veriyor.

12 Eylül faşizmi, sadece 24 Ocak Kararları’na karşı direnen örgütlenmeleri yok etmekle de kalmadı. Yeni dönemde örgütlemenin önünü kesmek için Anayasa ve yasalarla bir yığın yasak ve engel getirdi. Nitekim darbeci 5 general, diğer birçok alanda yasa çıkarmayı, Anayasa referandumundan sonra seçimlerle gelecek olan meclise bırakırken, sendikaya üyelik ve üyelikten istifada noter şartı ve %10 işkolu barajı içeren 2821 sayılı Sendikalar Kanun’u ile yetki tespit ve toplu sözleşme süreçleri tuzaklarla dolu 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunlarını kendileri kabul ederek, bu alanı sınırlayan düzenlemeleri yürürlüğe koydu.

Yukarıda açıkladığım düzenlemelerle örgütsüz bırakılan işçi sınıfı, yıllar içinde ekonomik olarak sürekli geriledi. Zira işçiler, devlet işveren ortaklığı ile yılda bir kez belirlenen sefalet ücreti, asgari ücrete mahkum olmuş durumdalar. Sosyal güvenlik ve emeklilik tasfiye edildi. Emekli maaşları açlık sınırının altında, kamu sağlık sistemi çökertildi, sağlık hak olmaktan çıkarıldı, parayla satın alınır meta haline getirildi. Taşeron sistemi emeğin haklarını gasp aracı olarak kullanılıyor. Kamu kurumlarında çalışan ve aynı işi yapan çalışanlar değişik çalışma biçimleri ile sömürülüyor. Evden çalışma, telafi çalışması, parça başı çalışma, çağrı üzerine çalışma gibi çalışma biçimleri ile çalışanlar güvenceden yoksun bir biçimde çalışmaya mahkum ediliyor. Doğa tahribatı ile ülkenin doğal kaynakları, ormanları, dereleri, tarihi güzellikleri yok ediliyor. Yaşanabilir çevre, yaşanabilir kentler anlayışı terk edildi. Kentler, sermayenin rant alanı haline getirildi. Özelleştirme adı altında, devletin elindeki kurumlar, devasa varlıklarıyla birlikte peşkeş çekildi. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi devletin temel görevleri bile özelleştirildi. Dolayısıyla bu hizmetler, parası olanın alabildiği, parası olmayanın alamadığı lüks hizmetler haline geldi. Köprü, otoyol, havalimanı ve şehir hastanelerini yapan şirketlere verilen garantiler, ülkeyi devasa bir borcun altına sokmuş bulunuyor. Eskiden toprağını eken ve hayvancılık yapan köylüye verilen sübvansiyon destekleri kaldırıldığı için köylü toprağını işlemiyor, hayvancılık yapmıyor. Bu nedenle Türkiye, birçok tarımsal ve hayvansal ürünü ithal ediyor. En nihayetinde ülkede demokrasi, adalet, insan hakları yok edildi. Tek adam yönetimine geçildi. Kısacası, 24 Ocak 1980’de ilan edilen neo-liberal ekonomi modelinin uygulanmasının yol temizliği için yaratılan kaos ortamı ile 12 Eylül faşist darbesine sürüklenen Türkiye, her haliyle uluslararası sermaye ile işbirlikçi yerli sermayeye teslim edilmiş durumda.

En önemlisi ise 12 Eylül faşizmi solun üzerinden buldozer gibi geçtiği için, ülkedeki siyasi teraziyi bozdu. Türk-İslam sentezi ile eğittiği genç kuşak, şimdi devletin önemli noktalarında görev başında. Öte yandan, FETÖ yapılanması denen Gülen Cemaati mensupları, bürokraside, orduda, emniyette, yargıda, üniversitede üst görevlere geldiler. 2002 yılında kurulan ve aynı yıl iktidar olan AKP iktidarı ile birlikte, cemaatin eskiden gizli olan iktidar ortaklığı açık hale geldi. Böylece ülke yönetimine ortak olan Cemaat, devletin tüm birimlerinin üst görevlerine adamlarını yerleştirdi. Hatırlayacaksınız, AKP ile Cemaat arasında rant paylaşım kavgasının başladığı süreçte, AKP Genel Başkanı o zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ”Ne istediniz de vermedik?” demişti. Başbakanın bu söylemi ile kendisine her şey verildiği açık olan Cemaat durmadı, ülkeyi tek başına yönetmek üzere harekete geçti ve 15 Temmuz 2016 akşamı kalkıştığı darbe girişimi ile ülkeye iç savaş yaşattı. 250 insanın öldüğü darbe girişiminin müsebbibi FETÖ yapılanması, yukarıda açıkladığım gibi, 12 Eylül faşizmi, sonraki iktidarlar ve nihayet AKP iktidarının kendisine sundukları olanakların sağladığı güçle bunu yaptı.

Evet, işkenceler, cezaevlerinde yapılan zulümler ve katliamlar, onlarca insanın idam edilmesi gibi birçok insanlık suçu ile bilinen 12 Eylül faşizminin diğer yüzünde bu ülke kaynakları ile insanının emeğini, uluslararası sermayenin sonsuz sömürüsüne açma hedefi vardı. Kısacası ülkenin bugün sürüklendiği çıkmazın ve yaşadığı yönetim krizinin temelleri 12 Eylül faşizmi tarafından atıldı.

Tüm bu nedenlerle, bugün yaşanan anti demokratik baskıcı yönetime karşı doğru yöntemlerle mücadele edebilmek için, onun dayandığı 12 Eylül faşist darbesinin amacını doğru okumak gerekir diye düşünüyorum!

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ