Temsil İddiasından Kırılan Hafızaya: BAL-GÖÇ’te Ne Oldu?
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı Rafet Ulutürk, BAL-GÖÇ’ün yaşadığı son süreç hakkında oldukça çarpıcı bir açıklama yaptı. Ulutürk, bu yaşananları sadece bir seçim tartışması olarak görmediklerini ve BAL-GÖÇ’ün aslında çok daha derin bir anlam taşıdığını vurguladı.
BAL-GÖÇ, sadece bir dernekten ibaret değildi; en azından Balkan kökenli göçmenler ve Bulgaristan Türkleri için bir kimlikti, bir hafızaydı, bir değerdi. Ulutürk, bu kimliğin ve hafızanın artık tehdit altında olduğuna dikkat çekti. O isim, sınır kapılarında bekleyen çocukları, bir bavula sığdırılan hayatları, arkada bırakılan evleri, mezarları ve dilleri temsil ediyordu. Ve bugün, yaşananlar sadece bir yönetim değişikliği veya seçim kaybı değil, bu hafızanın, onurun ve temsilin incinmesidir.
Temsilin Boşalması: Ahde Vefa ve Demokrasi Krizi
Ulutürk, BAL-GÖÇ’ün kendisini “tüm Balkanları temsil eden” bir yapı olarak tanımladığını belirtiyor, ancak son genel kurul süreciyle birlikte bu iddianın ne kadar boşaltıldığını vurguluyor. Temsilin, sadece konuşmakla değil, duymakla, tanımakla ve saygı göstermekle mümkün olduğunu söylüyor. Bir derneğin, bir halkın temsilini üstlenebilmesi için ahlaki değerlerin, demokratik kültürün ve en önemlisi saygının temel taşı olması gerektiğini belirtiyor.
Ulutürk, son kongrede yaşananların, yalnızca usulsüzlük iddialarından ibaret olmadığını, çok daha derin bir sorunun olduğunu ifade ediyor. “Ortada bir temsilin, ahlakın ve demokratik kültürün çöküşü vardır,” diyor. Bunun örneklerinden birinin, BAL-GÖÇ’ün kurucularından birinin içeri alınmaması ve ardından aidat sorulması olduğunu belirtiyor. Bu tür bir davranış, Ulutürk’e göre bir prosedür değil, “utanç”tır. Eğer bir derneğin kurucusuna böyle bir muamele reva görülüyorsa, sıradan bir üyeye neler yapılabileceği konusunda tahmin yürütmek zor değildir.
Vefa ve Saygı: Derneklerin Yaşaması İçin Temel Unsurlar
Ulutürk, derneklerin ayakta kalmasının sadece yönetmeliklere dayanamayacağını belirtiyor. Derneklerin ayakta durması için gerekli olan temel unsurların, “vefa”, “hafıza” ve “saygı” olduğunu ifade ediyor. Bu unsurlar, bir kimliği ve tarihi yaşatmanın, bir halkın sesini duyurmanın ön koşullarıdır. Derneği ayakta tutan şey, bir binanın duvarları değil, o binayı inşa eden insanların iradesidir.
Demokratik Seçim ve Dışlanma: Katılımın Engellenmesi
Ulutürk, BAL-GÖÇ’te yaşananları, demokrasinin yanlış bir şekilde uygulandığı ve katılımın engellendiği bir süreç olarak tanımlıyor. “Ben daha iyi yapacağım” diyen herkesin sistematik bir şekilde dışlandığını belirtiyor. Üyelikler bekletilmiş, aidatlar engellenmiş ve kapılar kapatılmıştır. Bu durum, demokratik bir seçim sürecinin olmadığını ve BAL-GÖÇ’ün gerçek anlamda bir temsil işlevi görmediğini gözler önüne seriyor.
Balkan Göçmenlerinin Sesi ve Hafıza
Ulutürk, yaşananların yalnızca bir yönetim tartışmasından ibaret olmadığını, Balkan göçmenleriyle — özellikle Bulgaristan Türkleriyle — dalga geçmek anlamına geldiğini ifade ediyor. Bulgaristan Türkleri, tarih boyunca susturulmaya, yok sayılmaya ve dışlanmaya tabi tutulmuş bir halktır. Bugün, “sizin adınıza konuşuyorum” diyen bir yapı tarafından yok sayılmalarına tepki gösteren Ulutürk, bu durumu bir hafıza ve onur meselesi olarak tanımlıyor.
Sonuç Olarak: Onur, Temsil ve Hafıza Meselesi
Ulutürk, BAL-GÖÇ’ün sadece bir dernek olmadığını, bir dava, bir kimlik ve bir sığınak olduğunu vurguluyor. Eğer bugün insanlar bu sığınakta kendilerini yabancı hissediyorlarsa, sorun itiraz edenlerde değil, o sığınağın yöneticilerindedir. Dernekler sadece tabelayla değil, iradeyle yaşar. Meşruiyetini yalnızca sandıktan değil, vicdandan alır.
Ulutürk, son olarak şunu ekliyor: “Bu bir koltuk meselesi değildir. Bu, onur, temsil ve hafıza meselesidir. Ve bu hafıza, hiçbir masa başı hesabıyla silinmez.”
Sonuçta: BAL-GÖÇ, “Balkan” adını taşıyan ancak bugün Balkanların ruhunun kaybolduğu bir yapıya dönüşebilir. İçinde “göçmen” kelimesi bulunan ancak göçmenin sesinin duyulmadığı bir yer haline gelebilir. Ulutürk’ün sözleriyle, bu hafıza, unutulamaz ve silinemez; çünkü Balkan göçmenleri, hafızalarına sahip çıkmayı ve seslerini duyurmayı bilir.
