Sendikacı Veli Beysülen’den Medya Eleştirisi: “Tarafsızlık Yerine Adanmışlık Hâkim”

  • 29 Aralık 2025
Sendikacı Veli Beysülen’den Medya Eleştirisi: “Tarafsızlık Yerine Adanmışlık Hâkim”

Sendikacı Veli Beysülen, Türkiye’de medyanın geldiği noktaya dair çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Beysülen, özellikle yazılı ve görsel medyada görev yapan gazeteciler ile yorumcuların büyük çoğunluğunun “kişilere ya da kurumlara adanmışlıkla yazdığını ve konuştuğunu” belirterek, bu durumun tarafsız habercilik ilkesiyle bağdaşmadığını söyledi.

“Devlet Medyası Dahil, Merkez Medya Yandaşlığa Teslim Olmuş Durumda”
Devletin elindeki yayın organlarının bile kamu yararına tarafsız yayın yapmak yerine siyasi iktidarın sesi haline geldiğini ifade eden Beysülen, kendisini “merkez medya” olarak tanımlayan birçok yayın kuruluşunun da iktidar, parti ve lider savunuculuğuna yöneldiğini vurguladı.

“Hayali Bir Türkiye Portresi Çiziliyor”
Bu medya düzeninde çizilen Türkiye portresinin gerçekle ilgisi olmadığını belirten Beysülen şöyle konuştu:
“Ülke güya güllük gülistanlık. Demokrasi, insan hakları ve hukuk alanında tarihimizin en parlak dönemini yaşıyormuşuz. Ekonomimiz uçuşa geçmiş. Batı bizi kıskanıyormuş. Oysa sokaktaki vatandaş bunun tam tersini yaşıyor.”

Muhalefete Yönelik Algı Operasyonları
Muhalefetin sistematik olarak şeytanlaştırıldığını ifade eden Beysülen, eleştiren herkesin “ajan, dış güçlerin işbirlikçisi, provokatör” gibi yaftalarla hedef haline getirildiğini belirtti.
“Demokrasiyle en temel hakkı olan iktidar olma hedefi bile suç gibi gösteriliyor. Muhalefetin amacı iktidar olmak, başkanı indirmek denilerek toplum yönlendiriliyor. Oysa bu demokrasinin doğasıdır” dedi.

Medyanın Rolü ve Sorumluluğu
Beysülen, sözlerinin sonunda basının asli görevinin; iktidar ya da muhalefet fark etmeksizin, hakikati ortaya koymak, halkın bilgiye erişimini sağlamak ve güç odaklarına mesafe koymak olduğunu hatırlattı.

“Türkiye’nin daha sağlıklı bir demokrasiye kavuşması için; tarafsız, bağımsız ve cesur medyaya ihtiyaç var” diyerek sözlerini tamamladı.

İşte o yazının tamamı…

MESELE MASA DA OLMAMAKLA BİTMİYOR!

Türkiye’de son yıllarda, yazılı ve görsel medya da yazan veya konuşan gazeteciler ile yorumcuların, ezici çoğunluğu, kişiye veya kuruma adanmışlıkla yazıp konuşuyor. Kamu yararına tarafsız yayın yapması gereken devletin elinde ki yayın organları dahil, kendisine merkez medya vasfı atfedilen medya, yandaşlığı iktidar, başkan ve parti savunuculuğuna vardırdı. Bunlara göre; ülke güllük gülistanlık, demokrasi, insan haklar ve Hukuk’ta ülke tarihinin en parlak dönemini yaşıyor. Ülke ekonomide uçtu. Dolayısıyla batı bizi kıskanıyor. Demokrasi ve ekonomi konusunda şikayetçi olan muhalefet, terörün ve dış güçlerin işbirlikçisi, ülkemizi dışarıya şikâyet eden ajan, provokatör. Kısacası tüm kötü melanetler var bu muhalefette. Öyle ki muhalefetin amacının iktidar olmak olduğu gerçeği görmezden geliniyor ve muhalefetin hedefi başkanı indirmek diye suçlayıcı değerlendirmelerle toplum yönlendiriliyor.

İşin kötüsü uzun süredir bunların, işi parti ve kişi savunuculuğunun ilerisine taşımış olmalarıdır. Zira savunuculuk görevlerini karar vericiliğe vardırdılar ve karar veriyorlar.  Bunlar artık savcı, hâkim, avukat yani hukukçu, siyasetçi, ekonomist, doktor, mühendis, işveren, işçi, sendikacı kısacası bunlar her şey. Öyle ki kime operasyon yapılacağına, kimin gözaltına alınacağına ve tutuklanacağına, suçlanacakları suçlara hatta alacakları cezalara kadar bunlar bilirler. Operasyonlar yapılmadan günler önce, aldığım duyuma göre diye başlayan cümlelerle bazen isim vererek, bazen de bulunduğu makama atıf yaparak, şu görevde bulunan bilmem neye operasyon yapılacak diye açıklamalarda bulunurlar. Yargının gizlilik koyduğu soruşturma dosyalarının içeriğini satır satır bilirler. Yazılmamış iddianamelerde kişinin veya kurumun muhatap olacağı suçlamaları ekranlara ve köşe yazılarına taşırlar. Enflasyonun ne kadar olacağını, asgari ücret ile emekli maaşlarının ne kadar artacağını bilirler hatta karar verirler. Toplu sözleşmeleri bunlar yapar, çalışanlar ile emeklilerin alacakları maaş artışlarını aylar önceden açıklarlar. Temmuz ayında zam alan emeklinin bir sonraki 6 ay için, Ocak ayında alacağı zammı Temmuz ayının, Temmuz’da alacağı zammı ise Ocak ayının ortasından itibaren açıklamaya başlar ve müjde haberleri eşliliğinde ekranlara taşıyıp gazetelerde boy boy yazarlar.

Tüm bunları bu ülke her gün yaşıyor. Bunların zemin hazırlaması ile insanların kapısına kolluk dayanıyor ve insanlar apar topar alınıp götürülüyor. Çoğu neyle suçlandığını bilmeden aylarca içerde yatıyor. Çoğunun delili sadece gizli tanık ifadeleri. Bunların savsata ve iftiraları ile operasyonlar yapılması ve insanların cezaevlerine atılması ülkenin rutini haline geldi.

Kuşkusuz bu yandaşlar iktidarın devamı için, ona olmadık payeler biçerler ve özellikle başkanı, yani Cumhurbaşkanını iktidardan ve onun halkı mağdur eden uygulamalarında sorumluluğu olmayan, ezilenlerin dostu kişi olarak gösterme çabası içinde olurlar. Bu nedenle, zaman zaman onu lütufta bulunmaya çağırırlar. Zira özellikle ekonomik çöküşün ya da yoksuldan zengine kaynak transferinin vurduğu geniş emekçi kesimin, tepkisinin sandığa yansıması ihtimalini düşünmek bile istemezler. Bu nedenle, güçlü alternatife asla tahammül etmez ve alternatif olabilecek, bireyler ile kurumsal yapıları hedef tahtasına oturturlar.

Nasıl oldu, bunlara gökten vahiy‘ mi indi yoksa saraydan bir ayar mı çekildi bilinmiyor ancak geçen hafta bu yandaşların ayakları birdenbire suya erdi ve kendi aralarında tartışmaya başladılar. Tartışmanın fitilini, Ahmet Hakan’ın Hürriyet’te ki köşesinde iktidarı savunma işinin gazetecilere terk edilmesini eleştirdiği ve “İktidarı savunmak gazetecilere bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir” dediği yazısı ateşledi. AKP’nin kendi milletvekillerini televizyonlardan uzak tutmasını eleştiren Hakan’a destek aynı gazeteden Hande Fırat’tan geldi. Aynı zamanda televizyon programı yapan bu iki gazeteciden Hande Fırat, işin içinde muhalif yayın organları ile buralarda program yapan gazetecileri de kattığı, “Şimdi iğneyi batırma zamanı” başlıklı yazısında siyasetçilerin televizyonlara çıkmadığını belirterek, “Onların yerine vekalet yayınlarını ne yazık ki gazeteciler yapıyor. Hal böyle olunca da gazeteci siyasi parti sözcüsüne dönüşüyor. İster muhalefet ister iktidar kanadına yakın medya kuruluşu olsun ne yazık ki hepimiz çizgiyi aştık” ifadelerini kullandı.

Bu iki yandaş gazetecinin peş peşe nedamet getirmesine karşı, yandaş gazetecilerden homurtular yükseldi. Bunlardan Zafer Şahin, sosyal medya hesabı X üzerinden yaptığı paylaşımda konuya tepki gösterdi. Şahin, Ekrana çıkma meraklısı olmadığını, bundan sonra kendi YouTube kanalında, ülke ve devlet lehine olduğuna inandığı doğrultuda gazetecilik yapmaya devam edeceğini duyurarak tepkisini dile getirdi. Sonuç ne olur gazeteciler iktidarı savunmaktan vaz geçerler mi? belli değil. Elbette bunun olup olmayacağını zaman gösterecek, ancak ben bunun basit bir manevra olduğunu düşünüyorum.

Geçen hafta bu köşede bunlardan Abdulkadir Selvi’nin asgari ücret ve emekli maaş artışları için, Cumhurbaşkanını “insani dokunuşta” bulunmaya ve 27-28 bin lira seviyesinde olacağı konuşulan asgari ücreti en azından 30 bin liranın üstüne çıkarmaya, emekli ücret artışlarını da buna göre ayarlamaya çağırdığını yazmıştım. Selvi bu çağrıyı, asgari ücretliler ile emeklilerin seçimlerde göz ardı edilemeyecek büyük bir seçmen kitlesi olduğuna dikkat çekerek yapıyordu.

Yine geçen hafta yayınlanan yazımda DİSK’in, 21 Aralık tarihinde İstanbul’dan Ankara’ya yürüyüş başlatacağını ve 23 Aralık Salı günü Ankara’da olacağını belirtmiştim.

Belirtilen tarihte İstanbul/Kartal’dan yürüyüşe başlayan ve Gebze’de büyük bir işçi buluşması gerçekleştirerek, Kocaeli, Bursa ve Eskişehir’de de işçiler, emekliler ve halkla buluşan DİSK, 23 Aralık Salı günü Ankara’daydı. İstanbul’dan yürüyen DİSK yönetici ve üyeleri, Ankara’da kendilerini karşılayanlarla, Gar meydanında buluşup oluşturdukları kortejle, Ulus Heykele yürüdüler. Burada açıklama yapan DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, asgari ücretle ilgili talep ve beklentileri kamuoyuyla paylaştı. Yoldayken asgari ücret tespit komisyonunun, bugün toplanacağını öğrendik diyen Çerkezoğlu, bugün milyonların talebini Ankara’ya taşıdık, asgari ücretin, 97.128 liraya yükselmiş yoksulluk sınırının yarısı yani 48.564 lira olması gerektiğinin altını çizdi. Çerkezoğlu’nun açıkladığı gibi, aynı gün akşam saatlerinde toplanan hükümet işveren temsilcileri, sarayda belirlenmiş rakamı onayladılar.

Böylece milyonların merakla beklediği 2026 yılı asgari ücreti, 28.075 lira olarak açıklandı. Bu yıl asgari ücret, önceki yıllarda masada işçi tarafı da var densin diye masaya oturtulan TÜRK-İŞ’in yokluğunda belirlendi. Hoş önceki yıllarda da TÜRK-İŞ sadece masada oturuyordu. Zira asgari ücret, bundan önceki yıllarda da devlet-işveren iş birliği ile belirleniyordu. Bu yıl masaya oturmayan TÜRK-İŞ, Genel Başkanı Ergün Atalay, asgari ücret zammının belli olmasının ardından kameraların karşısına geçti ve 28.075 liralık yeni asgari ücreti eleştirerek, “Bugünkü rakamı gördükten sonra masaya oturmamakta ne kadar haklı olduğumuzu anladık” dedi. Bu açıklamayla TÜRK-İŞ Başkanı masaya oturmamakla kendisini kurtardığını düşünüyor olabilir. Ancak bir sendikanın milyonlarca çalışanı direk veya dolaylı ilgilendiren ücretin belirlenmesinde, adaletsizliğe karşı tek protesto yöntemi masaya oturmamak olamaz. Ben protesto dedim ama TÜRK-İŞ Genel Başkanı Atalay, birkaç gün önce yaptığı açıklamada masaya oturmamalarının bir protesto olmadığını, sadece milyonlarca çalışanın yaşadığı sıkıntılara dikkat çekmek olduğunu söylemişti. Tabii iktidarı, hele hele Reis’i üzmeyi hiç mi hiç düşünmeyen TÜRK-İŞ ile diğer yandaş konfederasyon HAK-İŞ sokağa çıkmayı, yürüyüş ve miting yapmayı, iş yavaşlatmayı veya durdurmayı asla düşünmezler.

Bakmayın siz, Atalay’ın “masaya oturmamakta ne kadar haklı olduğumuzu anladık” dediğine, iki konfederasyon masada olmasalar da düşünce ve önerileri masadaydı. Zira komisyonun 18 Aralık’ta yapılan ikinci toplantısından önce, iki konfederasyonu ziyaret eden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, işçi tarafı masada olmasa da bakan olarak iki konfederasyonu ziyaret ettim, onların düşünce ve önerilerini masaya götüreceğim demişti. Halbuki sendika yöneticisinin görevi, masada sonuç alınmayınca, oturup oynanan orta oyununu seyretmek değil, işyerleri ile sokaklarda eylem ve direnişler örgütleyerek, masayı baskı altına almaktır. Özelde işçilerin, genel de ise tüm çalışanlar ile emeklilerin, sendika yöneticiliğini koltukta oturmak suretiyle, işverenler ile hükümetin yaptıklarını onaylamak olarak gören bu zihniyeti sorgulamaları gerekiyor.

İnsanlık, kapitalist sistemin, kar daha çok kar zihniyetinin hakimiyeti altında büyük zorluklarla geçen bir yılı daha geride bırakıyor. Tüm zorluklara inat, 2026 yılının, dünya ve ülkede barış içinde, eşit ve özgür yaşama mücadelesinin yükseldiği ve sonuç aldığı bir yıl olması dileğiyle, dostlarım  ile okurlarımın yeni yılını kutlarım.

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ