Zeki Baştürk: “Kapı Kitli, Cüzdan Cepte, Para Yok!”
Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Zeki Baştürk, kaleme aldığı son yazısında, ekonomik çöküşü Aşık Veysel’in dizeleriyle yorumladı. Baştürk, “Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok” ifadesini, Türkiye’de enflasyonun halk üzerindeki yıkıcı etkisinin en sade ve vurucu tanımı olarak değerlendirdi.
Baştürk yazısında şu satırlara yer verdi:
“Belki de enflasyonun en yalın, en sarsıcı tanımı bu. Evde güvende olduğumuzu sanırken, cebimizdeki paranın bir gecede buharlaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Hiç kimse kapıyı kırıp içeri girmiyor; ama yine de her sabah uyandığımızda biraz daha yoksullaşmış buluyoruz kendimizi.”
Ekonomik çöküşün artık sistematik hale geldiğini vurgulayan Baştürk, “Peki kim alıyor cebimizdeki parayı? Hırsız görünmez mi olur, yoksa hırsızlık artık sistemin kendisine mi dönüşmüştür?” sorusuyla yazısını noktaladı.
Baştürk’ün bu sorgulayıcı ve çarpıcı yaklaşımı, ekonomik krizle boğuşan geniş kesimlerin yaşadığı görünmeyen kayıplara dikkat çeken güçlü bir yorum olarak öne çıkıyor.
KAPI KİTLİ, CÜZDAN CEPTE, PARA YOK
” Parça parça olsun paramı çalan
Kimi gerçek dedi kimisi yalan
Dünyada görmedim böyle bir plan
Kapı kitli, cüzdan cepte para yok.”
Ünlü halk ozanımız Aşık Veysel’in çok sevdiğim ve beğendiğim bir şiirinden alınmıştır bu dize.
” Kapı kitli, cüzdan cepte, para yok.”
Belki de enflasyonun en yalın, en sarsıcı tanımı bu. Evde güvende olduğumuzu sanırken, cebimizdeki paranın bir gecede buharlaştığı bir ülkede yaşıyoruz. Hiç kimse kapıyı kırıp içeri girmiyor; ama yine de her sabah uyandığımızda biraz daha yoksullaşmış buluyoruz kendimizi. Peki kim alıyor cebimizdeki parayı? Hırsız görünmez mi olur, yoksa hırsızlık artık sistemin kendisine mi dönüşmüştür?
Enflasyon bir rakam değil, bir duygu hâline geldi uzun zamandır. Pazara çıkınca elimizin titremesi, manava girince fiyat etiketlerinden gözümüzü kaçırmamız, kasada hesaplanacak tutarı içimizden tekrar tekrar geçirmemiz… Artık her alışveriş küçük bir sınava dönüşmüş durumda. Kazandığımız para değil ay sonunu, haftanın yarısını bile taşımıyor. Günlük yaşamın en basit gereksinimleri bile lükse yazılıyor; çünkü fiyatlar her an, her dakika yeniden yazılıyor.
Asıl sorunsa şu: Biz çalışmaktan yoruluyoruz ama paramız çalışmıyor. Emek veriyoruz, çaba harcıyoruz, alın teri döküyoruz; fakat emeğin karşılığı olması gereken para, bir balon gibi şişip sonra elimizde patlıyor. Akşam bir kilo meyve aldığımız fiyata ertesi gün bir kilo sebze alamaz hâle geliyoruz. Market rafları, etiket değişim hızlarıyla birer enflasyon panosuna dönüşmüş durumda.
Yoksullaşma birden olmuyor. Sessiz sedasız, hiç fark ettirmeden geliyor. Bir sabah kalkıyoruz ve bakıyoruz ki dün alabildiğimiz şeyi bugün alamıyoruz. Dün ödediğimiz faturayla bugünkü arasında uçurumlar var. Dün dolan poşet bugün yarım kalıyor. Yoksulluk artık yalnızca gelir eksikliği değil; aynı zamanda umudun, güvenin ve geleceğe ilişkin beklentinin eksilişi.
Peki bütün bunlar neden oluyor?
Çünkü enflasyon, salt ekonominin sorunu değildir; yönetimin, denetimin, adaletin ve toplumsal paylaşımın sorunudur. Bir ülkede fiyatların denetimi yoksa, gelir dağılımı bozuksa, emek korunmuyorsa, üretim güçlenmiyorsa; enflasyon kaçınılmaz yoksulluğun kapısını çalar. Ve o kapı kitli olsa da içeri sızar; çünkü enflasyon kapıdan değil, cüzdandan girer.
Sonra bir bakarız:
Maaşımız aynı. Harcamalarımız artmış. Borçlarımız kabarmış.
İhtiyaçlarımız ertelenmiş.
Yaşam standardımız gerilemiş.
Ve biz durduk yere değil, sistemli bir biçimde yoksullaşmışız. Kapı hâlâ kitli.Cüzdan hâlâ cepte. Ama para yok.
Aslında parayı çalan belli:
Yanlış politikalar, denetimsiz fiyatlar, adaletsiz gelir dağılımı, emeği değersizleştiren düzen…
Cebimizdeki parayı alarak değil; o parayı değersizleştirerek yapıyorlar bunu.
Yoksulluk kader değil.
Ama ihmallerin, yanlışların ve umursamazlıkların sonucunda büyüyen bir toplumsal yara. Ve en acısı da şu ki: Yoksulluk sadece bugünü değil, yarını da tüketiyor.
Yine de bir gerçek var:
Buna ” dur!” diyebilecek olan, ses çıkaran, sorgulayan, hakkını arayan insanlar. Çünkü görünmeyen hırsızı durdurmanın tek yolu, gerçeği görünür kılmak.
Kapı kitli olabilir. Cüzdan cepte olabilir. Ama gerçeğin sesi hiçbir kilide sığmaz.
Zeki BAŞTÜRK