Fareli Köyün Kavalcısı: Ezgiden Yürüyüşe, Yürüyüşten Sessizliğe

  • 13 Ekim 2025
Fareli Köyün Kavalcısı: Ezgiden Yürüyüşe, Yürüyüşten Sessizliğe

Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı Hasan Kaya’nın Kaleminden

Kültürel bir çöküşün eşiğinde miyiz? Yoksa çoktan düşüp kalkamayanlardan mıyız? Fareli Köyün Kavalcısı masalı üzerinden yapılan bu çağrışımlar, aslında toplumsal belleğimizin ne kadar silikleştiğinin ve öz değerlerimizden ne kadar uzaklaştığımızın çarpıcı bir özeti gibi…

Kültür emperyalizmi, hayran budalalığı, batılılaşma özentisi… Adı her ne olursa olsun, mesele aynı: Özümüzden, kökümüzden uzaklaşmak. Bu toprakların mayasında binlerce yıllık hikmet, inanç, cesaret, destan ve ibret varken; biz ne yapıyoruz? “Fareli Köyün Kavalcısı” gibi Avrupa menşeli masallara dört elle sarılıyor, yabancının melodisiyle büyüleniyoruz.

REKLAM ALANI

Hasan Kaya yazısında, toplumun bu kültürel savruluşunu sert bir dille eleştiriyor. Öz kültürünü tanımayan, hatta küçümseyen bir topluluğun, yabancının müziğiyle nereye kadar gidebileceğini sorguluyor. Üstelik o melodi kimi zaman dans ettiriyor, kimi zaman sürüklüyor, ama en sonunda sessizliğe gömüyor…
“Bizde içerik değil, etiket ezberlenir” diyen Kaya, özellikle genç nesillerin sosyal medya başta olmak üzere popüler kültür üzerinden şekillendirilmesine dikkat çekiyor. Hikâyenin içeriği unutulmuş; ama ismi, melodisi, posteri hafızalara kazınmış.

Kendi masalımıza, efsanemize, yiğidimize burun kıvıran bir toplumun, yabancı kültürün kavalına kapılıp nasıl yürüdüğünü, sonra da nasıl sessizliğe gömüldüğünü çarpıcı biçimde ortaya koyuyor.

Sonuç mu?

Kaval hâlâ çalıyor. Ama kimin ezgisiyle yürüdüğümüzü fark eden var mı?..

Hasan KAYA   

Fareli Köyün Kavalcısı: Ezgiden Yürüyüşe, Yürüyüşten Sessizliğe

Kültür emperyalizmi mi, kültür istilası mı, hayran budalalığı mı; batılılaşma mı, çağdaşlık mı, aydınlanma mı, özünden uzaklaşma mı, yoksa kopma mı? Artık adına ne derseniz deyin. Her karış toprağı destansı ve ibretlik yaşanmışlıklarla dolu olan bu coğrafyada kendi kültürümüzü hatırlamaya üşenirken; yaşanmışlığı 1284 yılına dayanan “Fareli Köyün Kavalcısı” deyince kulaklar hemen dikilir, hafızalar tazelenir. Konusu meçhul, ama başlık tanıdık gelir. Hatırlamayız belki ama yiğitliğe bir şey sürmemek için de biliyormuşuz ayağına yatıp bozuntuya vermeyiz. Çünkü bizde içerik değil, etiket ezberlenir. Kendi öz kültürümüze, masalımıza burun kıvırır, yabancının kavalı çalınca ritme kapılırız.

1284’te Almanya’nın Hameln kasabası fare istilasına uğrar. Evler, ambarlar, beşikler, ayakkabılar… Her yer fare doludur. Halk çaresizdir; yiyecek kalmaz, hastalık yayılır. O sırada kasabaya bir adam gelir. Rengârenk giysiler içinde, elinde kaval. “Fareleri toplarım” der. Belediye ve halk, kurtuluş karşılığında altın vaat eder. Masal burada başlar; ama söz, burada biter.

Kavalcı melodisini çalmaya başlar. Müziğin etkisiyle fareler yuvalarından çıkar, onu takip eder. Kavalcı onları nehre götürür; kendisi karşıya geçer, fareler suya kapılıp boğulur. Kasaba farelerden kurtulur. Ama halk, verdiği sözü unutmuş gibidir. “Fare kalmadıysa, ödeme gereksiz” der. Kavalcı öfkeyle kasabayı terk eder. Ertesi gün geri döner.

Bu kez kavalını kasabanın çocukları için çalar. Melodiyi duyan ve kavalın ritmine kapılan 130 çocuk, tıpkı fareler gibi kavalcıyı takip eder. Kavalcı onları bir dağdaki mağaraya götürür. Kapı kapanır. Çocuklar kaybolur. Bazı anlatımlarda birkaç çocuk geri döner; bazılarında hiçbiri dönmez. Kasaba halkı pişman olur, yöneticilere öfkelenir. Ama geç kalınmıştır. Kavalcı, tutulmayan sözün sessiz intikamını almıştır.

Bu masal, sözün tutulmadığı yerde güvenin nasıl çöktüğünü, adaletin nasıl sustuğunu anlatır. Kavalcı, melodisiyle önce kurtarır, sonra cezalandırır. Çünkü söz verip tutmayanlar, sadece güveni değil, geleceği de kaybeder. Ve en net gerçek: bazen bir ezgi, bir nutuktan daha keskin hüküm verir. Melodi, neyin söylendiğini değil, neyin unutulduğunu hatırlatır. Kavalcı konuşmaz; ama sesi, halkın vicdanında yankılanır. Çünkü ses karar olur; söz sadece süs. Ve süs, hakikati örttüğü sürece, halk hep aynı melodinin peşinden yürür.

Yıl olmuş 2025…

Olayın üzerinden 741 yıl geçmiş. Biz hâlâ ülke gerçeklerini anlatabilmek adına bu ritüeli kullanıyoruz… Ama bizim ülkemizde fareler artık ambarlarda değil; zihinlerde, vicdanlarda, sokaklarda dolaşıyor. Artık tahılı değil, düşünceyi kemiriyorlar. Masalda kavalcı çaldı, fareler yürüdü. Halk alkışladı. Çünkü yürüyen fare değil, kurtuluş sanıldı. Melodi etkileyiciydi; ne söylendiği değil, nasıl söylendiği önemliydi. Kavalın sesi, hakikatin yerini aldı. Ve herkes unuttu: fare hâlâ oradaydı, sadece yön değiştirmişti.

Bugün ülkemizde fareler görünmüyor; çünkü alkışlar gürültüyü bastırıyor. Herkes yürüyüşe odaklandı. Kimse neyin peşinden gittiğini sormuyor. Çünkü ses var, ama yön yok. Ezgi var, ama iz yok.

Kavalcılar değişti, kürsüler çoğaldı, ama halk hâlâ kendi gücünün farkında olmadan ve kandırıldığını bile bile birilerinin peşinden gidiyor. Çünkü türküye dönüşen yalan, hakikatten daha kolay ezberleniyor. Ezber, sorgulamayı değil, tekrarı sever. Ve tekrar, hakikatin en sessiz düşmanıdır.

Artık kavalcılar rengârenk giysiler giymiyor. Kendilerini sureti haktan ve bizden biri gösteren münafıklığın elbiselerini kuşanıyorlar. Üzerlerinden veri kokusu geliyor; algı ve manipülasyon tütüyor. Melodileri flütle değil, flaş bellekle taşıyorlar. Her sabah yeni bir ezgi, her akşam yeni bir yürüyüş. Halk ise yürümeyi alışkanlık sanıyor; yönü değil, ritmi takip ediyor. Çünkü yürüyen halk, düşünen halk değildir.

Artık kavalcılar tek başına yürümüyor. Hepsi bir ağın parçası. Her ekran bir kaval; her bildirim bir ezgi. Melodi artık kulaktan değil, parmak ucundan giriyor. Halk, yürümeyi değil, kaydırmayı öğreniyor. Çünkü algoritma sadece yön vermez; alışkanlık üretir. Ve alışkanlık, düşüncenin en sessiz düşmanıdır.

Kürsü Kuşları sabah öter, akşam susar. Uçmazlar; çünkü kanatları nutukla doludur. Her ötmeleri bir alkışa muhtaçtır. Her kürsüde bir kemirik, her nutukta bir tıslama vardır. Kavalcılar melodiyi değiştirir, ama niyet hep aynıdır: yürütmek. Sorgulamadan, durmadan, dönmeden. Çünkü yürüyenler iz sürmez; sadece izlenir.

Ezgi artık sadece yön vermiyor; kimlik biçiyor. Kimin neye inanacağı, neye kızacağı, neye susacağı melodinin ritmine göre belirleniyor. Kavalcılar artık fikir üretmiyor; tepki tasarlıyor. Her ezgi bir duyguyu tetikliyor, her ritim bir yönelimi dayatıyor. Halk, kendi sesini unuttukça ezgiyi sahipleniyor. Çünkü sesini kaybeden, başkasının melodisine razı olur. Ve razı olan, yürür; sorgulamadan, durmadan, dönmeden.

Ve işte böyle yürünüyor bu ülkede. Ezgi değişiyor, ritim hızlanıyor, ama yön hep aynı kalıyor. Kavalcılar susuyor, halk konuştuğunu sanıyor. Herkes bir şey söylüyor, ama kimse bir şey duymuyor. Çünkü ses çok, anlam az. Ve anlam azaldıkça, ezgi hüküm sürüyor.

Artık hakikat aranmaz oldu; çünkü hakikat rahatsız eder. Rahatsızlık sorguyu doğurur, sorgu ise yürüyüşü bozar. Bu yüzden herkes yürümeye devam ediyor. Sessizce, ezberle, alışkanlıkla.

Ve şimdi herkes yürürken susuyor. Ezgi sürüyor, ritim değişmiyor, yön hâlâ belirsiz. Kavalcılar görünmüyor, ama melodileri hâlâ hüküm sürüyor. Çünkü halk, sesin sahibini değil, sesin alışkanlığını takip ediyor. Sorgu sustu, iz silindi, yön kayboldu. Geriye sadece yürüyüş kaldı. Uzun, sessiz, ezberlenmiş bir yürüyüş.

Ve sen… Bu melodiyi ezberleyenlerden misin? Yoksa kedinin izini sürenlerden mi?

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ