Sessizliğe Ezan Okuyanlar — Camiler Haftasında Vicdanî Çağrı

  • 02 Ekim 2025
Sessizliğe Ezan Okuyanlar — Camiler Haftasında Vicdanî Çağrı

Hasan KAYA – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı

Bir hafta.
Bir hatırlama.
Bir vicdan.
Bir direniş.
Birazcık vefa…

Her yıl 1–7 Ekim tarihleri, takvimlerde bir cümleyle yer bulur: “Camiler ve Din Görevlileri Haftası.”
Peki, gerçekten bu hafta sadece takvimde mi kalmalı? Yoksa yüreklerde mi yankılanmalı?

REKLAM ALANI

Camiler…
Sadece taşla, harçla, kubbeyle yapılan yapılar değildir. Onlar; şehrin kalbidir, mahallenin vicdanıdır, ezanla dirilen sessizliğin adıdır.

Ve o camilerde, sabahın kör karanlığında, soğuğun iliklere işlediği vakitlerde sessizliğe ezan okuyanlar vardır.
Kimseler duymasa da, görmese de, adını bilmese de…
İsimsiz, beklentisiz, sadece Allah rızası için sabırla, sadakatle görev yapanlar…

Camiler Haftası, işte bu görünmeyen emekçileri, gecenin karanlığında cemaatsiz minbere çıkanları, köyün ucundaki tek ışık olanları, hatırlama haftasıdır.

Ama sadece hatırlamak yetmez.
Onlar, sadece haftada bir hutbe okuyanlar değildir.
Cenazede yanınızdadırlar.
Düğünde duanız olurlar.
Depremde ilk yardımı ulaştıranlardır.
Yangında, selde, afette, devletin ulaşamadığı yerde milletin duası olanlardır.

Peki, biz ne yapıyoruz?
Camiyi sadece bayramlarda hatırlıyor, imamı sadece namazda görüyor, sonra da unutuşun kucağına bırakıyoruz.
Oysa onlar, caminin kapısını değil, toplumun ruhunu açan anahtarlardır.

Camiler ve din görevlileri sadece dinin değil, ahlakın, medeniyetin, toplumsal huzurun da taşıyıcı kolonu oldular yüzyıllarca.
Bugün hâlâ, mahallede huzur bozulmuşsa, onu yerine koyan imamdır.
Kırılmış bir gönül varsa, onu onaran yine o yorgun yüreklerdir.

Bu hafta bir fırsattır.
Bir vicdan çağrısıdır.
Bir teşekkür borcunun ödenme zamanıdır.

Unutmayın, camiler sadece minareden değil, vicdandan yükselir.
Ve o minarelerde yankılanan ezanlar, sessizliğe meydan okuyanların sesidir.

Camiler Haftası kutlu olsun.
Ama daha da önemlisi: Farkında olanlara selam olsun.

Hasan KAYA   

Sessizliğe Ezan Okuyanlar — Camiler Haftasında Vicdanî Çağrı

Bir hafta.

Bir hatırlama.

Bir vicdan.

Bir direniş.

Birazcık vefa…

Her yıl 1–7 Ekim arası “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak takvimlere yazılır. Bu haftayı kutlamak mı, idrak etmek mi dersiniz; o sizin bileceğiniz bir şey. Ama bu mesele, tercihten de öte bir vicdan ve birazcık da vefa meselesidir.

Ben bu haftayı sadece faal camilerle değil; çeşitli nedenlerle terk edilmiş, sesi kesilmiş, cemaati dağılmış, taşta sabır gibi bekleyen camilerle birlikte hatırlamayı tercih ediyorum. “Camiler Haftası’nı kutlamaktan çok, idrak etmeye bir çağrı” olarak değerlendiriyorum.

Çünkü bu çağrı sadece bugüne değil; hafızasını yitirmiş bir topluma yöneliyor. Ve ben bunu bir sadakat borcu olarak görüyorum.

Bazı camiler zorunluluklarla terk edilmiş olsa da hâlâ ayakta. Ama etrafı kalkmış, sesi kesilmiş, cemaati dağılmış. Onlar hâlâ orada:

Taş.

Sessizlik.

Direniş.

Bu haftayı sadece dolup taşan camilerle değil; metruk kalmış olanlarla birlikte idrak etmeliyiz. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.

Peygamber Efendimizin (SAV) “Yeryüzünde Allah’ın evleri mescitlerdir. Oraya gelene Allah Teâlâ ikramda bulunur.” Hadisi Şerifi, sadece faal olan camiler için değil; unutulmuş olanlar için de geçerlidir diye düşünüyorum. Çünkü sadakat mekâna değil, niyete bağlıdır. Hafıza göçle taşınmaz; sessizlikle korunur.

En yakından başlayacak olursak: Biga ilçesinde bugün çeşitli nedenlerle üç cami metruk hâle gelmiş ve maalesef kaderine terk edilmiştir. Mahzun. Sessiz.

Bu tabloyu ülke geneline vurduğumuzda, binlerce caminin aynı kaderi paylaştığını görürüz.

Eşelek Köyü, Bakacak Barajı’nın altında kaldı. Köy Gökçeada’ya taşındı. Köylüler bu taşınma telaşı içinde bile, günde beş vakit kendilerini hakka çağıran sese şahitlik eden camilerini unutmadılar; minaresinin taşlarını tek tek söküp numaralandırarak yeni yerleşim köylerine götürdüler.

Baraj geldi. Sular yükseldi. Eşelek haritadan silindi. Ama camiler… Onlar hâlâ bir yerlerde. Görünmüyorlar belki. Ama unutulmadılar. Çünkü bir cami, bir ezan. Bir sadakat. Bir direniş. Birazcık da vefa.

Taşoluk Köyü de Taşoluk Barajı havzasında kaldığı için boşaltıldı. Cami hâlâ ayakta. Köy terk edildi. Binalar yıkıldı. Ama cami, maziye bekçilik yapıyor.

Taş.

İz.

Hafıza.

Ve birazcık da vefa.

Beyoba bir zamanlar cıvıl cıvıl, kartpostallık manzarasıyla anılan ve hafızalara yer eden yerleşim yeri idi ama artık terk edildi. Evler yıkıldı, düzlenip tarla oldu. Ama camisi dimdik ayakta.

Çünkü onu inşa eden yürekler tertemizdi. Hacca gittiğinde kutsal mekânlarda gördüğü mescitlere özenip “Ben de obama bir cami inşa edeceğim” diyen gönül harcıyla kurulmuştu. Şimdi internet ortamında, ağaçtan minaresiyle, üstü başı yamalı ezan okuyan fotoğrafıyla “İman varsa imkân da var” logosuyla yeni nesillere ibret olması için paylaşılıyor, hatırlanıyor…

Eski taşlar hâlâ bir şey anlatıyor. Bir zamanlar orada ezan okunuyordu. Şimdi okunmuyor belki. Ama yankısı hâlâ kubbede dolaşıyor. Çünkü yön kaybolmaz; sadece gözden uzaklaşır.

Bir taş.

Bir iz.

Bir hafıza.

Birazcık da vefa…

Makedonya’nın Kumanova köyünde, 25 yıl boyunca boş köye ezan okuyan hafızın hikâyesi, bu çağrının evrensel yankısıdır. Youtube’a girin, “25 yıl boş köye ezan okuyan adam” yazın, karşınıza çıkar. İzleyin… Sayfalarca metnin anlatamadığını o görüntü size bütün gerçekliliği anlatacak ve gerçek şamar gibi beyninize vuracaktır.

O gönül insanı sadece ezan okumadı; sessizliğe sadakat gösterdi. Cemaat olmasa da “Cami varsa, ezan da vardır” dedi. Tam 25 yıl, kar kış demeden gidip terk edilmiş köyünde ezan okudu ve hâlen de yılmadan okumaya devam ediyor. Minare yoktu belki. Ama ses vardı. Cemaat yoktu. Ama yön vardı. Bu, sadece bir ibadet değil; sessizliğe yazılmış bir sadakat yeminiydi.

Bir insan.

Bir ses.

Bir sadakat.

Birazcık da vefa…

Van Gölü’nün ortasında, kuş uçmaz kervan geçmez Akdamar Kilisesi onarılır, sembolik de olsa ibadete açılır. Ama bizden izler ve güzel hatıralar taşıyan camilerin göz göre göre yıkılmasına göz yumulur. Bu, sadece bir ihmal değil; bir hafıza kaybıdır. Vefasızlıktır.

Benim ukdem bu: Yerleşim yerleri kalktı diye unutulan camileri tekrar gündeme getirmek. Çünkü bazı camiler, sadece ibadet değil; unutulmuşluğa karşı bir direniştir.

Bir ezan.

Bir sadakat.

Bir direniş.

Birazcık da vefa…

Çok mu zor?

Teknik olarak çok kolay olan bir şeyin, vicdanî olarak neden bu kadar zorlaştığını sorguluyoruz. Ve bunu yaparken, sadece bir sistem eleştirisi değil; bir zihniyet teşhisi koyuyoruz. Çünkü mesele, sadece sistemin işlememesi değil; o sistemi kuracak vicdanın körelmesidir. Hafızayı korumak için teknoloji değil, sadakat gerekir.

Bugünkü teknik imkânlarla çok kolay: Bu camiler merkezi ezan sistemine dahil edilebilir. Her ezan, bir hatırlama olur. Her hatırlama, bir sadakat. Her sadakat, bir direniş…

Zor olan ezanı duyurmak değil; yönü hatırlatmak. Zor olan sistemi kurmak değil; sadakati diri tutmak. Zor olan ses değil; vicdan.

Ama mesele teknik değil; vicdanî. Hafızası silinmiş, vefasızlık kodlanmış; dini ve millî olan her değere mesafe koymayı ve burun kıvırmayı çağdaşlık zanneden bir öğretinin egemen olduğu bir toplumda… Ve bunun karşısında da “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışıyla etliye sütlüye karışmamayı hayat tarzı hâline getirmiş insanlar arasında… Bu ve benzeri işler, sadece teknik değil; vicdanın sınavıdır. O yüzden zor oluyor.

Bir ezan yeniden yankılansa… Yeter.

Sessizliğe ezan okuyanların izinden gidelim. Taşta saklı hafızayı, kubbede yankılanan vicdanı yeniden diriltelim.

Diriltelim ki…

…dirilen sadece taş değil, yön olsun. Sadece ses değil, sadakat olsun. Sadece hatırlama değil, hafızanın kendisi olsun. Ve belki de… bir toplumun vicdanı yeniden ses bulsun.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ