SENDİKACI VELİ BAYSÜLEN’DEN SERT ANALİZ: “24 OCAK VE 12 EYLÜL’Ü ANLAMADAN BUGÜNÜ ANLAYAMAZSINIZ”

  • 29 Eylül 2025
SENDİKACI VELİ BAYSÜLEN’DEN SERT ANALİZ: “24 OCAK VE 12 EYLÜL’Ü ANLAMADAN BUGÜNÜ ANLAYAMAZSINIZ”

Türkiye’nin emek mücadelesi ve sosyal güvenlik tarihine ışık tutan önemli isimlerden sendikacı-yazar Veli Baysülen, kaleme aldığı son yazısında Türkiye’nin içine sürüklendiği ekonomik ve sosyal krizin köklerine inerek, uyarı niteliğinde çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Baysülen’in analizine göre; Türkiye’nin bugünkü sorunları, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları ve 12 Eylül 1980 Darbesi ile şekillenen neoliberal dönüşümün doğrudan sonucudur.

“Sermaye Lehine, Halk Aleyhine Tarihi Kırılma”

Baysülen, 24 Ocak kararlarını “kapitalizmin devleti ekonomik faaliyetlerden uzaklaştırma, sosyal devleti tasfiye etme ve sermayeyi başat güç haline getirme” sürecinin miladı olarak tanımlarken, 12 Eylül darbesini de bu yeni ekonomik modelin önünü açmak için yapılan “toplumsal yol temizliği” faşizmi olarak nitelendirdi.

REKLAM ALANI

“Bu kararlar ve darbe, yalnızca ekonomiyi değil, halkın umutlarını, iş güvencesini, sosyal adaleti ve geleceğe olan inancını da tasfiye etmiştir” diyen Baysülen, yaşananların sadece ekonomik değil, ahlaki ve toplumsal bir çöküşe de kapı araladığını ifade etti.

“17 Milyon Emekli Büyük Kayba Uğradı”

Veli Baysülen, geçmişten bugüne uzanan bu eleştirel hattı bir emek perspektifiyle çizerek; hem tarihe not düşüyor, hem de emek hareketine yol gösteriyor.

Son söz onun:
“Bu bir tesadüf değil, tercih meselesidir. Ve bu tercihler halkı değil, patronları zengin etmiştir.”
Özellikle emeklilerin yaşadığı hak kayıplarına dikkat çeken Veli Baysülen, sosyal güvenliğin artık anayasal bir hak olmaktan çıkarılıp, bir lütufmuş gibi sunulmasına sert tepki gösterdi. “Sosyal devletin çökertilmesiyle, 17 milyon emekli ile dul ve yetimlerinin elinden hakları alındı, maaşları açlık sınırının dahi altına çekildi” diyerek, sistemin en kırılgan kesimlerine yönelik büyük bir ihanet yaşandığını savundu.

“Emeklilik Hakkı Çürütüldü”

Veli Baysülen’in değerlendirmesinde şu çarpıcı ifadeler öne çıkıyor:

“Bugün emeklilik, çalışanlar için bir umut değil, korkulu bir hayale dönüşmüştür. Ne zaman, ne şartta, ne kadar maaşla emekli olunacağı bile belirsiz. Bu bir sosyal yıkımdır.”

“Açlık sınırının altındaki maaşlarla on milyonlarca insan yaşama tutunmaya çalışıyor. Tüm bunlar, 40 yıl önceki kararların ve dayatmaların ürünüdür.”

“Sadece Bugünü Eleştirmek Yetersizdir”

Baysülen’e göre sadece güncel iktidarı ya da politikaları eleştirmek, büyük resmi görmeden yapılan yüzeysel tepkilerdir. Asıl olan, bu yapısal dönüşümün kodlarını doğru okumaktır:

“Türkiye’nin yaşadığı yoksullaşmayı, güvencesizliği, ahlaki yozlaşmayı anlamak için 1980’den itibaren yapılan tercihlere bakmak gerekir. Bu tercihler halktan değil, sermayeden yana olmuştur.”

KIDEM TAZMİNATI HEDEFTE!

Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal dönüşümüne dair yazılarımda genelde 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ile 12 Eylül 1980 darbesini milat olarak alırım. Zira 24 Ocak 1980 kararları kapitalizmin devleti ekonomik faaliyetlerden çeken, sosyal devleti tasfiye eden ve sermayenin hâkim olduğu serbest piyasayı ülkeye yerleştiren yeni liberal anlayışın, başlangıç tarihi, 12 Eylül darbesi ise bu programın uygulanmasının yol temizliği için, topluma ağır bedeller ödeten faşist darbedir. Kuşku yok ki, Türkiye’nin bugün yaşadıklarını, bu iki önemli olaydan kopararak irdelemek, bizi doğruya götürmez ve sorunların gerçek nedenleri görünür hale getirmemizi sağlamaz.

Özellikle devletin sosyal yapısının tahrip edilmesinin ve sosyal güvenliğin, uluslararası sözleşmeler ile Türkiye Cumhuriyeti anayasasının ülke insanına tanıdığı hak olduğu anlayışının terk edilmesi, toplumun tamamını özellikle 17 milyon emekli ile emekli dul ve yetimine büyük kayıplar yaşattı. Kuşkusuz bu kayıpların en önemlisi; aylıklarının aşağı çekilmesinin yol açtığı ekonomik kayıptır.

Peki, nedir sosyal devlet?

Sosyal Devlet: Elinde bulundurduğu kanun gücü ile yüksek gelirlilerden topladığı kaynakları, daha düşük gelirli yurttaşlara nasıl dağıtacağını belirlemiş devlettir. Daha açık bir ifade ile sosyal devlet; toplumun dezavantajlı kesimlerini koruyan ve gelirin daha adil paylaşımını sağlayan devlettir. Kuşku yok ki, sosyal devlet gelirin yeniden paylaşımını, değişik adlar altında sağladığı yardımlar ve verdiği hizmetlerle sağlar.  Söz gelimi parasız eğitim, parasız sağlık, ücretsiz veya düşük bedelle kamu hizmetleri verir, çalışanlar ile emeklilerin gelir düzeylerinin ülke koşullarında iyi bir yaşamı sağlayacak düzeyde olmasını sağlar. Bunun için tedbirler alır ve kamu ile özel sektörde çalışanların, zaman içinde ki yıpranmalarını göz önüne alarak, onları karşılaşacakları risklere karşı koruyacak tedbirleri alır ve gerekli geliri sağlayacak yöntemler geliştirir.

Bu özelliğinden dolayı, sosyal bir devletin topladığı kaynakları yönlendireceği kesim, toplumun emeğiyle yaşayan çoğunluğudur. Burada devreye devleti yöneten siyasi yapılanmanın toplumsal katman ve sınıflara bakışı girer. Oysa bu bakış, ücret ile sosyal destekler politikasını, bu politika ise gelir paylaşımını belirler. Kuşku yok ki, tüm ücretler aslında sosyal niteliktedir. Dolayısıyla ücretler, ekonomik olmaktan daha çok sosyal bir kategoridir.

1980’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’de sosyal devlet, tartışmanın merkezine oturtuldu ve sistem sözcüleri tarafından sorgulanmaya başlandı. Ne yazık ki bu tartışmaların merkezinde, sistemi, emeğiyle yaşayan kitlelerin ihtiyacına göre düzenlemek ve onlara daha iyi hizmet vermek yoktu. Çünkü tartışmalar, sistemin bütçe üzerinde yük oluşturduğu yönündeydi. Zira yeni liberal anlayış, sermayeye daha fazla kaynak aktarılmasının önünde engel gördüğü sosyal devletin tasfiyesini ve halkın vergileriyle oluşan bütçeden bir miktar kaynağın, ülkenin desteğe muhtaç emekçi kesimleri için kullanılmasına son verilmesini istiyordu.

Bu politika sonucu, özellikle 1 Ekim 2008 tarihinde Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) 5510 sayılı kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, emekliler ile emekli dul yetimleri büyük hak kayıplarına uğradılar. 5510 sayılı kanunun buna yol açan düzenlemelerini daha önce yazılarımda birçok defa ele aldım. Dolayısıyla burada onları tekrar etmeyeceğim. Bu yazıda yaptığı kanun düzenlemesi ile sosyal devleti adım adım yok eden iktidarın, emeklilere yaşattığı büyük gelir kaybını  giderecekmiş görüntüsü ile çalışanlara dayattığı yeni sömürü araçlarını irdelemeye çalışacağım zira bu araçlar çalışanların kazanılmış başka haklarını gasp etmenin aracı olarak kullanılmak istenmektedir.

Evet, sosyal güvenlik sisteminin adım adım tasfiyesi sonucu, bu sistemden aylık alan milyonlarca emekli, açlık sınırının hatta asgari ücretin altında aylık almakta ve büyük sıkıntı yaşamaktadır. Maalesef emeklilerin büyük kısmı artık yoksul. Buna yol açan İktidar, bu durumu düzeltmesi yönünde çağrı yapanlara kaynak yok diye cevap veriyor. İlginçtir ama kaynak yok diyerek, ülkeye yıllarını vermiş emeklileri yoksul kategorisinde yaşatma başarısı gösteren iktidar, sermayeye kaynak aktarma ile kendi lüks ve şatafatına kaynak bulmakta hiç sıkıntı yaşamıyor. Yani ülkenin sorunu kaynak yokluğu değil iktidarın kaynakları kullanma tercihidir.

Tabii uluslararası sermaye programı yeni liberalizm, emeğin sömürüsü için başka araçlar geliştirip uygulamaya koyuyor. Daha önce de yazdım kamu emeklilik sisteminin, milyonlarca emekli ile emekli dul yetimini sefalete mahkum etmesinin alternatifi olarak, çalışanlara emeklilikte ek gelir sağlama vaadi ile Türkiye’de Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) uygulaması başlatıldı. Ancak sistem, verilen desteklere ve sisteme giren her bir kişinin, ödediği aylık para miktarının %25’i kadar da hazineden destek aktarılmasına rağmen, toplumun ilgisini yeterince çekmedi ve beklenen iştirakçi sayısına ulaşılamadı. Elbette bu haliyle, sisteme yatırım yapacak ve fon oluşturacak büyük sermaye gruplarını da yeterince cezp etmedi ve yatırım yapmadılar.

BES’in başarısızlığı, yeterli sayıda iştirakçiye ulaşamaması ile sınırlı değil. Zira özellikle yüksek enflasyon nedeniyle, sistem zarar etmekte ve BES’e aktarılan birikimlerini, hisse senedi gibi yatırım araçlarında değerlendirmek isteyen yatırımcıların kayıpları yüksek oranlara ulaşmaktadır. Bir başka değişle sisteme giren iştirakçilerin, birikimleri enflasyon karşısında erimektedir.

İlk yıllarda gönüllü katılıma dayanan, bu alana yatırım yapan sermaye gruplarının, reklam ve teşviklerine rağmen, çalışanların sisteme katılmamaları üzerine hükümet, otomatik katılım sağlayacak düzenleme yaptı. Bu düzenlemeye göre, 45 yaşın altında kalan tüm çalışanlar zorunlu olarak, BES’e dahil edildiler. Bu şekilde sisteme katılımı zorunlu hale getirilen çalışanlar, 6 ay sonra sistemden ayrılabilme hakkına sahipti ve büyük çoğunluğu zaten ayrıldı. Bir başka deyişle sistem toplumda kabul görmedi.

Yukarıda belirttiğim gibi sosyal devlet gelirin adil paylaşımını sağlayan ve bunun için çeşitli araçlar geliştiren devlettir. Türkiye’de bu araçların en önemlilerinden birisi Kıdem Tazminatıdır. Zira Kıdem Tazminatı çalışanların iş güvencesi olmanın yanı sıra herhangi bir nedenle zorunlu iş kaybı yaşadıklarında, iş bulana kadar kendileri ile ailelerinin günlük hayatlarını idame ettirmelerinin aracıdır. Kıdem tazminatı Türkiye’de 1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı iş kanunu ile mevzuata girmiş bir haktır. Yani kıdem tazminatı işçilerin 89 yıllık kazanımıdır. İlk defa 1975 yılında tazminatın fona devri gündeme getirilmiş ve 2002 yılında fona dair kanun düzenlemesi çalışması yapılmış ise de işçi tarafının karşı çıkışından dolayı bu düzenleme bu güne kadar yapılamadı. 23 yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı, tazminatın fona devrini birçok defa gündeme getirdi. Ancak her seferinde başta Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK olmak üzere, işçi ve kamu çalışanları sendikalarının karşı çıkmaları üzerine, hükümet uygulamayı rafa kaldırsa da tekrar tekrar gündeme getirmeye devam ediyor. Nitekim son açıklanan Orta Vadeli Program da (OVP) bir kez daha tazminatın fona devrine dair hazırlık yapıldığı açıklandı.

Kuşku yok ki, OVP şaşırtıcı olmayan bir şekilde emekçiler için tuzaklarla dolu. Bu tuzaklardan birbirini tamamlayanlar ise tuzak içinde tuzak. Programda çalışanlara emekliliklerinde ek gelir sağlamak üzere, Tamamlayıcı Emeklilik Sisteminin (TES) oluşturulacağı belirtiliyor. Yani tutmayan BES değişik isimle TES olarak gündeme getiriliyor.

Evet 2026-2028 yıllarını kapsayan üç yıllık OVP’de TES “ikinci emekli aylığı” şeklinde pazarlanıyor. Ancak kulağa hoş gelen ikinci emekli aylığı safsatan ibaret. Zira yapılmak istenen şey, kıdem tazminatını ikinci emekli aylığına dönüştürerek, onu ortadan kaldırmak ve çalışanların iş güvencesi özelliğini yok etmektir. TES’in sefalet düzeyine gerilemiş olan emekli aylıklarını destekleyen ikici emekli aylığı sağlama aracı olarak pazarlanması, asıl amacı gizlemeye yönelik bir taktiktir. Nitekim açıklanan programın detaylarını inceleyen, Prof. Dr. Aziz Çelik, “TES ile emeklilere ikinci “emekli maaşı” verileceği iddia ediliyor. TES her şeyden önce mevcut emeklilik sisteminin vahim durumda olduğunun ve mevcut emekli aylıklarının insanca yaşamaya yetmeyecek düzeyde olduğunun itirafıdır.” TES’in finansmanı için kıdem tazminatının fona devredileceğini ve fonun kullanılacağını detaylandırıyor.

Yukarıda belirttiğim gibi, yurttaşları gelirin adil paylaşımının aracı olan sosyal devletin bunu sağlayacak kurumlarını çökerten iktidar, yoksullaştırdığı halkın yoksulluğunu, kazanılmış hakları yok etmek için kullanıyor. Bunu engellemek, ciddi bir karşı direnişi örgütlemekle mümkündür. Buda sendikalar ile muhalefet partilerine düşüyor!

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ