Veli Baysülen: “Halk Borç Batağında, Gerçek Gündemden Kaçış Var!”

  • 22 Eylül 2025
Veli Baysülen: “Halk Borç Batağında, Gerçek Gündemden Kaçış Var!”

Sendikacı Veli Baysülen, Türkiye’de ekonomik kriz adı altında yürütülen politikaların aslında “sermayeye kaynak aktarma düzeni” olduğunu belirterek, ülke gündeminin yapay tartışmalarla meşgul edilmesinin arkasında büyük bir ekonomik çöküşün gizlenmeye çalışıldığını söyledi.

Baysülen, açıklamasında şu net ifadeleri kullandı:

“Toplumun gerçek sorunları, yapay gündemlerle örtülüyor. Halkın cebinde para yok ama televizyonlarda sadece kavga, kutuplaşma, sansasyonel söylemler var. Oysa şu an bu ülkede yaşayan her iki yetişkinden biri bankalara borçlu. Bu bir çöküştür!”

REKLAM ALANI

Kredi Kartı ve Tüketici Kredisi Tuzağı

Veli Baysülen, yüksek enflasyonun ücretleri eritmesiyle birlikte, emekçinin eline geçen paranın sadece kâğıt üzerinde arttığını belirtti:

“Ücretli kesim, emekli, işçi, memur… Hepsi reel anlamda yoksullaşıyor. Hayat pahalılığı karşısında maaşlar buharlaşıyor. İnsanlar çaresizce kredi kartlarına ve bankalara sarılıyor.”

Bankalararası Kart Merkezi (BKM) ile Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin Temmuz 2025 verilerini değerlendiren Baysülen, tabloyu şöyle özetledi:

– Kredi kartı borçları rekor düzeyde arttı.
– Taksitli alışverişler hızla yayılıyor çünkü halk peşin ödeme yapamıyor.
– Bankaların verdiği tüketici kredilerinde yüzde 37’lik artış var.
– Borcunu ödeyemediği için yasal takibe düşenlerin sayısı dramatik şekilde artıyor.

Hükümete Sert Tepki: “Çalışanı Borçlandırarak Yaşatmak Hangi Ahlaka Sığar?”

Baysülen, hükümetin uyguladığı ekonomi politikalarının toplumu yoksullaştırarak bankalara ve sermayeye bağımlı hale getirdiğini söyleyerek şunları ekledi:

“Ekonomik krizi çözmek yerine kredi musluklarını açarak halkı borçlandırmak bir çözüm değil, ihanettir. Devlet sosyal refahı sağlamalı, borç değil hak temelli bir yaşam sunmalıdır!”

Yoksulluk Gizleniyor, Dayanışma Örgütlenmeli

Son olarak Veli Baysülen şu çağrıyı yaptı:

“Bugün ‘ekonomik istikrar’ diye yutturulmaya çalışılan tablo, aslında emekçiyi tüketen bir sistemin çarklarıdır. Çalışan kesimin borçlanarak yaşamasını normalleştiren bu düzenin karşısında örgütlü mücadele şart. Sendikalar, meslek odaları, sivil toplum bu düzenin karşısında birlikte durmalıdır. Çünkü borçlu halk, özgür değildir!”

Baysülen’in bu açıklaması, Türkiye’de görünmeyen ekonomik yangının çalışan kesimi nasıl kuşattığını bir kez daha gözler önüne serdi.

TÜRKİYE GERÇEKTEN BÜYÜYOR MU?

Türkiye’nin gündemi sürekli çekişmeler ve hukuksuzluklar olduğu için toplumun gerçek sorunları hiçbir zaman gündem olmuyor ve görünür hale gelmiyor. Adına ekonomik kriz denen, hükümetin sermayeye kaynak aktarma politikasından dolayı ülkede yaşayan her iki yetişkin insandan biri bankalara borçlu. Bu borçlanmanın, bireysel kredi kullanımı ve kredi kartı olmak üzere iki önemli aracı var. Maalesef Türkiye’de yüksek enflasyonun ücretleri hızla eritmesi nedeniyle, başta ücretli kesim olmak üzere, dar ve sabit gelirli insanların gelirleri reel olarak eriyor. Bu nedenle, özellikle çalışanlar ile emekliler giderlerini karşılayamıyor ve bankalardan daha çok para çekerek hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar.

Nitekim Bankalararası Kart Merkezi (BKM) ve Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi’nin yayınladıkları buna dair  Temmuz 2025 verilerine göre; harcama hacmi arttı ve borçluluk oranı endişe verici boyutlara ulaştı.

Örneğin; TBB Risk Merkezi verilerine göre, 42,4 milyon kişinin bireysel kredi veya kredi kartı borcu bulunuyor. Bu rakam Türkiye’de her iki kişiden birinin bankalara borçlu olduğunu gösteriyor. Maalesef bu borçluların içinde borcunu düzenli ödeyenler olmakla birlikte yasal takibe düşenlerin sayısı da aratarak devam ediyor. Zira içinde bulunduğumuz 2025 yılında borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 1 milyon 201 bin 388 kişi oldu. Halbuki 2024 yılının aynı döneminde bu sayı 890 bin 595 kişiydi. Buna göre bir yılda 310 bin 793 kişi daha ödeyemediği borcundan dolayı takibe düştü.

Öte yandan toplam kredi hacmi 20.4 trilyon lira olurken, kişi başına ortalama borç ise 58 bin 543 liraya yükseldi. Bu rakamlar Türkiye’nin çok fazla gündem olmayan gerçekleri.

Tüm bu gerçeklere rağmen, hükümet göğsünü gere gere, “Türkiye ekonomisi büyüdü” açıklaması yapıyor. Bir süre önce açıklanan rakamlara göre, Türkiye’de Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) 2025 yılının ikinci çeyreğinde yani Nisan-Haziran döneminde %4,8 oranında büyüdü ve Türkiye ülke olarak Dünya Bankası (DB) tarafından ülkeler için açıklanan gelir grupları sıralamasında yüksek gelirli ülkeler kategorisine yükseldi.

Evet, yanlış okumadınız. Türkiye, artık DB’nin ülkeleri kişi başı yıllık milli gelir seviyelerine göre, ayırdığı 4 grubun en üst grubu olan yüksek gelirli ülkeler grubuna yükselmiş. Yükselmiş diyorum çünkü kısmen yukarıya aldığım bu ülkenin gerçekleri aynı durumun tersini söylüyor.

Peki, DB’nin gelir grupları neye göre belirleniyor, Türkiye’nin yüksek gelir grubuna girmesinin kıstası ne?

DB her yıl kişi başı yıllık milli gelir seviyelerine göre ülkeleri dört kategoriye ayırmaktadır. Buna göre; son bir yıl için kişi başı milli gelir 1.145 dolar ve altı olan ülkeler düşük gelirli, 1.146-4.515 dolar arası üst orta gelir, 4.516-14.005 dolar arası yüksek orta gelirli, 14.006 dolar ve üstü yüksek gelirli ülkeler şeklinde gruplandırılmışlardır. Buna göre, önceki yıllarda yüksek orta gelirli ülkeler grubunda olan Türkiye, yılın ikinci çeyreğinde gerçekleştiği açıklanan  %4,8’lik büyüme oranıyla kişi başı milli geliri 15.325 dolar seviyesine yükselmiş gösteriliyor ve yüksek gelirli ülkeler kategorisine yükselmiş görünüyor.

Tabii bu rakam ne kadar gerçekçi, ülkede karşılığı var mı bunu ortaya koyacak olan ekomomistlerdir. Dolayısıyla ben bu yazıda açıklanan rakamın, topluma yansıması ve ücret seviyelerine göre büyümenin ve açıklanan kişi başı gelirin ülkenin çoğunluğuna yansıyıp yansıtmadığı hakkında bir takım bilgiler aktarmaya çalışacağım.

Öncelikle şunu belirtmeliyim, Türkiye ekonomisinin yaşadığı dalgalanmaya ve alt gelir gruplarının yaşadığı gelir kaybına rağmen, son yıllarda gelirin arttığına dair veriler açıklanması düşündürücüdür. Bunun nedeni yüksek enflasyondan kaynaklı, piyasada daha fazla paranın dolaşımda olmasıdır. Ancak yazının girişinde belirttiğim gibi, bu para yurttaşların kredi kartı ve bireysel kredilerle borçlanarak harcadıkları paradır.

Kuşkusuz, bu ülkede başta 7 milyon asgari ücretli ile asgari ücretin biraz üzerinde ücret alan bir o kadar işçinin yanı sıra 17 milyon emeklinin çoğunluğu, açıklanan kişi başı milli gelirin çok altında gelirle yaşama savaşı vermektedir. 15.325 dolar yıllık geliri bugünkü kurla çarparsak yıllık 633 bin TL aylık olarak ise 52.750 TL eder. Oysa 7 milyon kişi bugün 22.104 TL asgari ücret alıyor. Kabaca bir o kadar da asgari ücret ve altında maaş alan emekli var. 22.104 lira alan asgari ücretli, açıklanan 15.325 dolar kişi başı milli gelirden yıllık 6.441, aylık ise 534 dolar alırken; en düşük emekli aylığı alan emekli ise aylık 408, yıllık ise 4.896 dolar almaktadır. Diğer çalışanlar ile emeklilerin yıllık azami 7.500 dolar aldıklarını düşünürsek, ülke nüfusunun büyük çoğunluğu yıllık gelirin yarısından daha az gelirle yaşamaya çalışmaktadır. Kuşku yok ki, Türkiye gelir dağılımında dünyanın en kötü ülkelerinden biridir. Nitekim gelir gruplarına göre, en yüksek gelir grubunu oluşturan %20 ile ondan sonraki %20 yani nüfusun %40’ı açıklanan yıllık milli gelirin üzerinde gelire sahipken, sonraki üç grupta yer alan nüfusun %60’ı 15.325 dolar yıllık gelirin altında gelire sahiptir.

Maalesef Türkiye, sadece gelir dağılımında değil, vergi adaletsizliğinde de dünya sıralamasında başı çeken ülkelerdendir. Yine Türkiye yüksek enflasyonun ücretleri hızla erittiği bir ülkedir. Dar ve sabit gelirli yurttaşların sırtına yüklenen vergiler ile enflasyon ücretlerin satın alma gücünü hızla aşağı çekmektedir.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Dairesi (DİSK-AR), yüksek vergi ile yüksek enflasyonun yılın ilk 8 ayında yol açtığı ücret erimesine dair hazırladığı raporla kayıpları ortaya koymuş bulunuyor. DİSK-AR’ın hazırladığı raporu basın ve kamuoyuyla paylaşan Genel Başkan Arzu Çerkezoğlu, “On milyonlarca işçinin, emekçinin ücreti enflasyon ve vergi yükü nedeniyle her geçen gün eriyor. Adaletsiz vergi sistemiyle harcanabilir net ücret azalıyor; yüksek enflasyon nedeniyle ise alım gücümüz eriyor. Bir yandan vergiler ve kesintiler, diğer yandan enflasyon; gelir bölüşümünü daha da adaletsiz hale getiriyor.” diyerek başladığı açıklamasında ücret kayıplarına dair verileri paylaştı.

DİSK-AR’ Ücret Kayıpları İzleme Raporu’na göre; ağustos ayı itibarıyla yılın ilk sekiz ayında gelir ile damga vergisinin yaklaşık 17 milyon kayıtlı işçiye faturası 528 milyar TL’yi buldu. Bu rakama harcanabilir net ücrette sekiz aylık enflasyonun yarattığı kayıp olan 627,3 milyar TL eklenince işçilerin toplam ve birikimli kaybı 1 trilyon 155 milyar TL’yi aşmış bulunuyor.

DİSK-AR raporunda toplu kayıpların yanı sıra 8 aylık dönemde işçi ücretlerindeki bireysel kayıpları da ortaya koyuyor. Buna göre; yılın ilk yarısında 47.500 TL ve Temmuz-Ağustos 2025 aylarında 50.580 TL brüt ücreti olan bir işçinin, ağustos ayında kesinti kaybı 7.587 TL, gelir vergisi kaybı 4.528 TL ve enflasyon kaybı ise 7.114 TL’dir. SGK verilerine göre ortalama işçi ücreti ifade eden bu ücretlerin yaklaşık yüzde 40’ı vergi, kesinti ve enflasyona gitmektedir.

Ortalama ücretlerdeki kayıplara ek olarak asgari ücretteki kayıpların da yer aldığı DİSK-AR raporuna, DİSK’in sosyal medya hesaplarında ulaşmak mümkün.

Tüm bu veriler, büyüdü denen Türkiye ekonomisinde emekçi çoğunluğun bırakın büyümeden pay almayı, mevcut ücretlerinde de büyük kayıp yaşadığını gözler önüne seriyor. Çünkü bu ülke nüfusınunun %90’nın geliri, yüksek enflasyon ve vergilerle sürekli gerilemektedir. Bu nedenle, ülke insanı günlük ihtiyaçlarını kredi ve kredi kartıyla borçlanarak karşılama yoluna başvurmak zorunda kalmakta ve ödeyemediğinde ise hukuki takibe uğramaktadır.

Tüm bu gerçeklere rağmen, Türkiye’de İktidar sözcüleri ile yandaş medyanın, ekonomi politikasının insanları yoksullaştırdığı yönündeki eleştirilere, ülkede AVM’ler restoranlar, yollar, tatil beldeleri, turistik oteller dolu özellikle bayramlarda yollar araç yoğunluğunu kaldırmıyor gibi argümanlarla karşılık vererek yoksulluk yok dediklerini sık sık duyarız. Türkiye, 85 milyon 665 bin insanın yaşadığı bir ülke. Buna göre her %20’lik gelir diliminde 17 milyon 133 bin kişi yer almaktadır. O zaman bu ülkede üst gelir grubuna dahil olan kişi sayısı, dünyanın birçok ülkesinin nüfusundan fazladır. Tek başına bu nüfusun hareketliliği ve tüketim önceliği, belirtilen tesislerin doluluğunu sağlamaya yeter de artar. Kaldı ki, bir sonraki gelir grubunda yer alan nüfusun %20’si de hatırı sayılır bir gelire sahiptir ve bu hareketliliğin içindedir. O zaman ülke nüfusunun %40’ına tekabül eden 34 milyon 266 bin kişinin hareketliliği buraların doluluğunun garantisidir. Yine özellikle dini bayramlarda yollarda araç yoğunluğu yaşanmasının temel nedeni, gelenekçi bir toplum olan Türkiye insanının bayramlarda şartlarını zorlamalayarak başka kentlerde ve köylerde yaşayan büyüklerini ziyaret etmelerinden kaynaklanmaktadır.

Evet, gerek yükselmekte olan banka borçları, gerekse DİSK’in ortaya koyduğu gelir kayıpları ülke nüfusunun %60’ına tekabül eden 51 milyon 500 bin insanın gün geçtikçe yoksullaştığını ortaya koyuyor. O zaman ülkeyi yönetenlerin cevaplandırmaları gereken soru şu: Türkiye gerçekten büyüyor mu? Büyüyorsa büyümenin aslan payını kimler alıyor?

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ