Makarnacı ve Samancı

  • 14 Eylül 2025
Makarnacı ve Samancı

Hasan KAYA – Bursa Vatan Medya Köşe Yazısı

Köyler artık eski köy değil, şehirler de eski şehir değil. Aslını soracak olursan, hiçbir şey eskisi gibi değil. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şey hibrit; konuştuğumuz, tartıştığımız, gördüğümüz ve duyduğumuz her şey ise neredeyse yapay. Ama en önemlisi — ve belki de en kötüsü — insanlar da eski insanlar değil.

Yüzler değişti, kelimeler değişti, niyetler değişti. Dostluk, vefa, samimiyet gibi kelimeler bugün sadece nostalji başlıklarında yaşıyor. Herkes birbirini “idare ediyor”, kimse kimseye yüreğini açmıyor. Ne uğruna yaşadığımızı unuttuğumuz gibi, kiminle yaşadığımızı da bilmiyoruz çoğu zaman.

REKLAM ALANI

Ancak bazı değerler var ki… Her şeye rağmen direniyor. İşte o değerleri bazen bir makarnacıda, bazen bir samancıda bulursun. Bir poşet makarnayı ihtiyaç sahibine uzatırken gözünün içine bakan birinin bakışında, tarlasındaki samanı hayvanı için değil komşusu için saklayan samimiyette…

Makarnacı, ekonomik krizde “makarnayla geçiniyor” diye küçümsenen; samancı ise “toprağa güven olmaz” diye alay edilen birer mecaz belki… Ama bugünkü yapay dünyanın aksine, onların elleri hâlâ nasırlı, kalpleri hâlâ sıcak.

Yani…

Hibrit fikirlerin, yapay zekânın, gösterişli lafların arasında, hâlâ yürekten konuşanlar var.
Ve onlar bu ülkenin sessiz ama gerçek direnişçileri.

Hasan KAYA   

Makarnacı ve Samancı

Köyler artık eski köy değil, şehirler de eski şehir değil. Aslını soracak olursan, hiçbir şey eskisi gibi değil. Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz her şey hibrit; konuştuğumuz, tartıştığımız, gördüğümüz ve duyduğumuz her şey ise neredeyse yapay. Ama en önemlisi — ve belki de en kötüsü — insanlar da eski insanlar değil. Yüzler değişti, kelimeler değişti, niyetler değişti. Fakat bazı değerler, zamana ve tüm bozulmalara karşı hâlâ direniyor.

Direnmek, bazen bir kavanozun kapağını sıkıca kapatmak kadar sessiz; bazen bir çay buharında çözülmek kadar ince. Direnmek, gürültüyle değil; sabırla, sessizlikle, göz göze gelmeden olur.

Sonbahar, köylerde tatlı bir telaşın ve derip toplamanın mevsimidir. Köyde mevsimler yalnızca hava durumuna göre değil; insanların niyetine göre de değişir. Kadın erkek, yaşlı genç herkesin bir işi, bir de yükü vardır. Kadınlar, kendi bahçesinden ya da komşusunun tarlasından temin ettiği — organik olmasa da — doğal ürünleri kavanozlara koyarken, aslında kışın sessizliğini mühürler. Erkekler ise hayvan haşatının rızkı için topladığı samanın altına baharın umudunu serer.

Herkesin işi bir mevsimi taşır; herkesin yükü bir mevsimi bekler. Ve köyde yük, sadece sırtla değil; kalple taşınır.

Köy kahvesini hiç sormayın, orası vicdanın kürsüsüdür. Günde en az bir defa uğramak âdettendir. Çünkü oradaki çay yalnızca içilmez; sohbete dem olur, kelimeler buharla çözülür. Kahve, sadece çay içilen yer değil; kelimelerin tartıldığı, sessizliklerin konuştuğu, hayatın sade ritminin duyulduğu bir yerdir.

Orada konuşan sadece ağız değildir; bazen bir bakış, bazen bir suskunluk, bazen bir çay kaşığının tabağa dokunuşudur.

Köy kahveleri toplumun minyatürüdür. Kimisi bir soluk almak için uğrar, kimisi o gün ne olmuş diye kulak kabartır. Ama köyde merak, dedikodu değil; tanımaya çalışmaktır. Çünkü köyde herkes birbirinin aynasıdır.

Kahvenin köşesinde oturmuş, çayımızı yudumluyor; günün muhasebesini yapıyorduk. “Bugün neler yaptınız?” sorusu üzerine biri, “Ben bugün Makarnacıydım,” dedi. Diğeri, “Ben de Samancıydım.” deyince, yan masadan bir kahkaha yükseldi.

Kahkaha, kelimelerin garipliğine değil; hayatın sade mizahını taşırdı. Çünkü köyde mizah incitmez; sadece yükü hafifletir. Herkes kendi telaşını bir kelimeye sığdırır; ama o kelime bir ömürlük anlam taşır.

Fakat bu kelimeler, köy kahvesinden çıkıp meydanlara ulaştığında hoyratlaşıyor. Siyasette “Makarnacı” ve “Samancı” gibi kelimeler birer aşağılama aracına dönüşüyor. Oysa market raflarında çeşit çeşit makarna bolluğu var; televizyonlarda zamanında yayınlanan “Nuh’un Ankara Makarnası” reklamı hâlâ kulaklarımızda yankılanıyor… Bunların hepsi bir ihtiyaçtan doğmuştu.

Şimdi ise bu kelimeler, yardım torbasına ve kırsal alaya indirgenmiş durumda. Kalıplarla konuşuyoruz, kelimelerle değil. Kalıplarda kırmaya, dökmeye, parçalamaya göre ayarlandığı içinde hiç yüksünmeden kırıyoruz, döküyoruz, parçalıyor ve öğütüyoruz. Bütün bunları eksiksiz yapıyoruz.

Sağcı – Solcu; Alevi – Sünni; Makarnacı – Samancı. En akıllısı biziz, o geri zekâlı… En dürüstü biziz, o sahtekâr… Biz aydınız, çağdaşız… Karşımızdaki gerici, yobaz…

Kelimeler artık anlam değil; silah taşıyor. Her cümle bir siper, her sıfat bir kurşun.

Makarnacı olmak, kışlık ihtiyaçlar için yapılan bir tencere sıcaklıktı. Sevgiyle pişen bir telaştı. Samancı olmak, samanın tozunda sabrı kurutmaktı. Hayvanın kışını düşünmekti. Ama siyasette bu kelimeler birer küçümseme aracına dönüştü. Oysa köydeki kahvede gülümseten Makarnacı- Samancı birer sıfattı; şimdi ise kırıcı birer etiket.

Köy kahvesinde hâlâ vicdan kırmamak dönmemek adına konuşmak için direniyor. Çayın buharında kelimeler hâlâ çözülüyor. Orada hâlâ insan, insana bakıyor.

Ve birden, yan masadan biri feryat edercesine bağırdı: “Adamların biri kışlık makarnasını, diğeri samanını yapmış, garantiye almış. Bizse güya dalga geçiyoruz. Bizim makarnalar daha ambarda buğday, samanlar tarlada sap… Bizse oturmuş laylaylom yapıyoruz… Kış kapıda!”

Bu söz, kahvede bir sessizlik bıraktı. Çünkü köyde söz sadece duyulmaz; tartılır. Herkesin yüzünde aynı düşünce: telaşın kıymetini geç fark eden bir toplumun yorgun bakışı.

Biz toplum olarak birbirimizi “Makarnacı, Samancı” diye etiketleyip güya aklımızca aşağılar iken, “Atı alan Üsküdar’ı aştı…” Bizden oyu alıp yükünü alanları gözden kaçırdığımızı ya hiç farkına varamadık ya da çok geç farkına vardık.

Çünkü biz kelimelere değil; sloganlara inandık. Politika gereği söylenen ve vaat edilenlerin şatafatına aldandık… Dava gömleği adı ile giydirilen kişilere hizmet etme yoluna revan olduk.  Çünkü biz çayın buharına değil; ekranın parıltısına, dijital yalanlara kandık. Gerçekleri kaçırdık.

Toplum olarak gözümüze at gözlüğü gibi taktığımız tarafgirliğimizi bir kenara bırakıp, birbirimize “Sen Makarnacı, ben Samancı” gibi sıfatlarla saldırmak yerine; sevgi ve saygı çerçevesinde tarafsız ve irdeleyen bir gözle olaylara bakabilirsek… Düne kadar bizimle birlikte olanların siyasete adım attıklarında ne ara bu kadar zengin olduklarını sorabiliriz. Aldığı maaştan kat kat fazla kira ödeyenlere “Nasıl yapıyorsun?” diye sorgulayabilirsek, gerçeklerin kuyruğundan kısmen de olsa yakalayabiliriz.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ