Bir Şehir, Bir Soluk: Budapeşte Günlüğü

  • 27 Temmuz 2025
Bir Şehir, Bir Soluk: Budapeşte Günlüğü

Ahmet Koçak – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı

Sabah yedide Bursa’dan çıktım, saat on altıda Budapeşte’deki dairemdeydim. Seyahatin güzelliği burada başlıyor. Beş günlük evim yüksek tavanlı, ferah bir oda. Geniş salon, birleşik banyo ve tuvalet; penceresinden bakınca karşımda devasa iki ağaç ve yemyeşil bir bahçe…

Yarım saatlik bir dinlenmenin ardından ilk durağım evimin karşısındaki Bazilika oldu. Kurşun kaplı geniş kubbesi, krem rengine yakın taşlardan inşa edilmiş yapısı ve etkileyici çan kuleleriyle dikkat çekici. Büyük bazilikaların bir azizin mezarı üzerine inşa edildiğini okumuştum. Meğerse burası da Aziz Stephen’a aitmiş. İçerideki İsa ve aziz heykelleri, vitraylar, süslemeler… Dini bir yapının, turistik bir cazibeye bu kadar dönüşebilmesi hayranlık uyandırıcı.

REKLAM ALANI

Tuna’nın Kıyısında, Tarihle Yüzleşmek

Tuna Nehri kıyısına yürüdüm. Karşımda Zincirli Köprü, arkasında da Dağlık Buda yer alıyor. O köprüden geçip Peşte’ye uzaktan bakmak bile bir deneyim. Kaldırıma adımımı attığım an araçların durup yol vermesi şaşırtıcıydı. Ülke gümrüğünde soğuk davrananların aksine, sokaktaki halk oldukça medeni.

Karnım acıkınca, internette gördüğüm Chimney Cake adlı tatlıyı denemek istedim. İlk pastaneye girip ceviz ve tarçınlı olanından sipariş ettim. PVC boru kalınlığında, içi boş hamur şişe geçirilip mangalda kızartılıyor. Dışı çıtır, içi yumuşak. Şekerli, geleneksel bir tat. Enerji depoladıktan sonra gece gezmesi başlıyor: Tuna kıyısında ışıklarla dans eden tarihi yapılar, görsel bir şölen gibiydi.

Varoşun Etymolojisiyle Kalenin Zirvesine

Ertesi sabah yönümü Buda Kalesi’ne çevirdim. Yüksekten şehri izleyip zihinsel harita çıkarmak istedim. “Kale”nin Macarca karşılığı “var”, dışındaki halk ise “varoş” olarak adlandırılırmış. Günümüzde hâlâ gelir düzeyiyle mekânlar nasıl ayrışıyorsa, geçmişte de sur içi ve dışı bu şekilde bölünmüş.

Kale girişine 350 lira ödedim. Yokuşu çıkarken değil, parayı öderken terledim. Yukarıda Peşte’nin yayılması, Tuna’nın ikiye ayırdığı bu güzel kent, aklıma “Tuna nehri akmam diyor…” türküsünü getirdi. Kale yüksekten çok şey gösteriyor: Parlamento binası, Bazilika… Her ikisi de 96 metre yüksekliğinde, çünkü burada din ve devlet eşitmiş. Ne güzel! “Din ve yönetim eşitse, din yönetimi yer” derler. Ama burada yememiş.

Lezzet, Heykel ve Tarih: Budapeşte

Öğle yemeği için Macar mutfağının geleneksel yemeği Lángos‘u denedim. Pişi benzeri hamurun üzerine sebzeler, peynir ve soslar eklenerek servis ediliyor. Oldukça lezzetli. Ancak hesabın üzerine %15 hizmet bedeli eklenmişti. Zorunlu bahşiş uygulaması, bizim kültürümüzde hâlâ yadırgatıcı.

Yemeğin ardından dinlenip tekrar dışarı çıktım. Temmuzun 20’sinde serin hava hâkimdi; kaban giyenleri gördüm. Akşamı güzel bir uykuyla sonlandırdım.

Ertesi gün Pal Sokağı’na gittim. Yanımda getirdiğim Ferenc Molnár’ın Pal Sokağı Çocukları kitabını okumuştum. Yoksul çocukların zenginlere karşı verdiği mücadeleye adanmış bir mahalle. Heykelleri görürken, mücadelelerinin bugüne taşındığını düşünmeden edemedim.

Ayakkabılar ve İnsanlık

Tuna Nehri kıyısındaki ayakkabı heykelleri boğazıma bir yumru oturttu. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin kıyıya ayakkabıları çıkartılıp nehre atılmaları, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından biri. Bu anıtla birlikte, insanın ayakkabıdan bile değersiz görüldüğü zamanları hatırlamak ağırdı.

Veda ve Yeni Rotaya Merhaba

Son gün, önceki rotaları tekrar gezdim. Çünkü tekrar, öğrenmenin en güçlü yoludur. Budapeşte Havalimanı’ndan İstanbul’a, ardından altı saatlik Bursa yolculuğu ile tatilin en güzel anı olan eve dönüş gerçekleşti. Şimdi sırada yeni rota var: Balkanlar!

BUDAPEŞTE GEZİM-2
Sabah yedide Bursa’dan çıktım Saat on altıda Budapeşte’deki dairemdeyim. Ne güzel bir şey! Beş günlük evimin yüksekliği beş metreye yakın; genişçe bir salon, birleşik tuvalet ve banyodan ibaret. Penceresi binanın bahçesine bakıyor. Bahçesinde bina boyunu aşmış iki ağaç ve çimler var. Yarım saat dinlenip, odayı tanıdıktan sonra evin karşısındaki bazilikayı görmeye gittim. Kurşun kaplı geniş kubbeli binanın iki yanında çan kuleleri var. Krem rengine yakın taşlardan yapılmış. Böyle büyük ve gösterişli bazilikaların bir azizin mezarı üzerine yapıldığını okumuştum. Demek ki buranın altında Aziz Stephen yatıyor. İçindeki Hz İsa heykeli, diğer azizlerin heykellerini ve duvar süslemelerini turist kalabalığı arasında gezdim. Tuna Nehrine doğru yürüdüm. Karşıma Zincirli köprü çıktı. Tuna Nehrinden geçen tekneleri, Dağlık Buda kentini uzaktan izledim. Zincirli köprüden karşıya geçtim. Buda’dan Peşte’ye uzaktan baktım; daireme yakın olan, konulduğu parktan büyük dönme dolabı gördüm.
Karnım acıktı. İnternetten Chimney Cake adında baca kek de denilen tatlıdan yiyip açlığımı yatıştırmak istedim. Önüme çıkan ilk pastaneye girdim. Ellilik PVC boru boyutlarında içi boş hamuru şekere bulayıp silindirik şişe takıp mangalda kızartıyorlar. İçine çeşitli malzemeler konularak yeniyor. Ben ceviz ve tarçınlı olanı tercih ettim. Dışı çıtır çıtır, içi yumuşak güzel bir tatlıymış.
Tatlıyla enerji depolayınca Budapeşte’nin gece görüntüsünü izlemek için Tuna Nehri kıyısında gezintiye çıktım. Tarihi binaları çok güzel aydınlatmışlar, görsel bir şölen izliyormuşum duygusuna kapıldım. Bir yanda doğanın görkemi, diğer yanda insan yapımı güzellikler… Kaldırımdan yola adımımı atar atmaz arabaların hemen durup yol vermelerine şaşırdım. Başka bir caddede tekrar denedim yine trafik durdu. Gümrüğündeki görevlilerin tersine ülke içindeki insanların medeni olması beni mutlu etti.
Gelirken bizim üç harfli marketler gibi yaygın olan SPAR ve LİDL adında marketler gözüme çarpmıştı. Odama en yakın olan birinden sabah kahvaltısı için zeytin, peynir, yumurta sallama çay aldım klimasız odama döndüm. Bursa’da bunaltıcı sıcak vardı. Burası kuzeyde bir ülke olduğu için hava gündüz sıcak olsa da akşamları serin oluyordu. Duşun ardından güzel bir uyku çektim.
Sabah kahvaltının ardından düştüm yollara. İlk işim Buda Kalesine çıkmak oldu. Sık sık sokak çeşmeleri var. Çeşmelerden su içilmez diye düşünerek marketten aqua yazısı gördüğüm sulardan aldım. Hepsi de maden suyu çıktı. Suyu çeşmeden içtiklerini öğrendim. Ben de çeşmeden içmeye karar verdim.
Düzlükte insan ancak yakın çevresini görebilir ve kentin haritası hakkında bilgi sahibi olamaz. Yüksek bir yerden izleyip kentin haritasını zihnime yerleştirmek istedim. Zincirli köprüden geçerek kaleye tırmanmaya başladım. Hava oldukça uygundu. Kale eskiden kralın ve zengin kentlilerin yaşadığı bir yermiş. Kale Macar dilinde “var” demekmiş. Kale içinde varlıklılar yaşar, kale dışında yoksul halk yaşarmış. Kale dışında yaşayan halka “varoş” denirmiş. Varoş sözcüğü, Macarca város sözcüğünden gelir. Türkçede 16. yüzyılın başından beri kullanıldığı görülen sözcüğün orijinal anlamı “sur dışı mahalle demekmiş. Günümüzde hepimiz kale dışında yaşadığımıza göre varoş insanları sayılsak da; yoksul ve varsıl mahalleleri ayırımı ve varoşların var olmasını üzülerek düşündüm.
Kaleye giriş için yaklaşık üç yüz elli lira ödedim. Yokuş çıkarken terlemedim de giriş ücretini ödeyince terlediğimi hissettim. Bir kenara oturup terlememin, çarpıntımın geçmesini bekledim. Buda Kalesi’nden ovaya yayılmış Tuna Nehrinin ikiye ayırdığı kentin Peşte bölümünü izlerken kafamda Tuna nehri akmam diyor/Kenarımı yıkmam diyor/Ünü büyük Osman Paşa/Pilevne’den çıkmam diyor türküsü çalıyordu. Buda dağlık olduğundan kentin gelişimi durunca Tuna Nehri’nin batısına doğru Peşte kenti oluşmuş olabilir. Kaleden kentin her tarafını gözlemlemedim ve kentin haritasını aklıma yazdım.
Parlamento binası ve Bazilika en dikkat çeken binalardı. İnternetten okumuştum; iki binanın kubbe yükseklikleri 96 metreymiş. Din ve yönetim eşit olarak görüldüğü için öyle yapılmış. Din ve yönetim eşit olduğunda din yönetimi yer, bitirir. Burada yiyememiş.
Kale beni yordu. Öğle yemeği yemek için buranın meşhur yemeği lángos yemek için bir lokantaya girdim. Un, patates, süt, şeker ve tuz karıştırılarak hamur elde ediliyor. Pizza hamuru şeklinde yağda kızartılmış (pişi gibi)ekmeğin üzerine et, peynir, sebze, meyve konularak yeniyormuş. Lángos ekmeğinin içine kaşar peyniri, domates, salatalık, biber, soğan koydurdum. Bir tür Macar Pizzası da denilebilir. Lezzetliydi. Tabelada yazan fiyatın üzerine %15 ekleme yapıldığı dikkatimi çekti. Sorduğumda bunun hizmet bedeli olduğunu söylediler. Zorunlu bahşiş mi olurmuş?
Evime gidip bir şekerleme yapmayı hak ettim. Serin odamda güzel bir uyku çektim. İkindiye doğru yine gezmeye çıktım. Hava oldukça serinlemişti. Akşama doğru Temmuzun yirmisinde kaban giyenleri bile gördüm. … Bugün de akşam oldu. Evime gittim. Serin ve yüksek tavanlı evimde güzel bir uyku çektim.
Ertesi gün istikamet Pal Sokağı marş marş! Yıllar önce okuduğum Pal Sokağı Çocukları kitabımı da yanımda getirmiştim. Ferenc Molnár’ın ilk kez 1907 yılında yayımlanmış Pál Sokağı Çocukları romanı, yirminci yüzyılın başında hızla gelişen Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de, oyun sahalarını zengin çocuklardan korumaya çalışan yoksul bir grup çocuğun mücadelesini anlatmaktadır. İlkokulda her çocuğa bu kitabı okuturlarmış. Pal Sokağı çocuklarının heykellerine bakarken; üzerinden yüz yıl geçen mücadelenin günümüzde de devam edişine üzülmeden edemedim.
Kahramanlar Meydanındaki Türk Konsolosluğu tabelasını gördükten sonra giriş ücreti 12,5 dolar olan hayvanat bahçesini de terleme ve kalp çarpıntısı arasında gezdim. Çok büyük bir hayvanat bahçesiydi.
Tuna Nehri’nde tekne turu yapmadan dönemezdim. Tekne turuyla Tarihi yapıları tekrar görme fırsatım oldu. Kıyıdaki demirden ayakkabı heykelleri dikkatimi çekti. İkinci Dünya Savaşı’nda Tuna Nehri kıyısına getirilen Yahudiler, ayaklarından üçer beşer bağlanarak değerli olan ayakkabıları kıyıya çıkarttırılıp Tuna Nehrine atılmışlar. İnsanın ayakkabıdan değersiz oluşunu yönetmen Can Togay ile heykeltıraş Gyula Pauer tarafından tasarlanmış ve 16 Nisan 2005 tarihinde açılmış. Anıtın üç ayrı yerinde, Macarca, İngilizce ve İbranice olarak okunan dökme demir tabelalarda: ‘Ok ve Haç milisleri tarafından vurularak nehre atılan kurbanların anısına’ yazıyor. İnsan böyle olayların geçmişte kaldığına inanmak istiyor. Geçmişte yaşanan acı olayların günümüzde de artarak devam ediyor oluşu üzüyor beni.
Gezimin son gününde gezdiğim yerleri tekrar gezdim. Tekrar, pekiştirici rol oynayan etkili bir öğretim yöntemidir. Budapeşte Havaalanı’ndan uçağa binişimle beş günlük gezi serüvenim sona erdi. İki saat yolculuktan sonra İstanbul Hava alanı gümrüğünden geçip Bursa otobüslerinin yanına gelişim de iki saat sürdü. Otobüslerin dolu olması nedeniyle altı saat sonra Bursa’ya dönebildim. Tatilin en güzel tarafı eve dönüştür. Bu güzelliği yine yaşamak için Balkan ülkeleri gezisini şimdiden araştırmaya başladım bile. İyi tatiller…
ahmet.kocak16@hotmail.com.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ