Gazetemize gelen bir mektup ;CHP’ye Yönelik Kayyum ve Hukuki Süreçler Üzerine Değerlendirme

Son günlerde kamuoyunda daha yüksek sesle dile getirilmeye başlanan “CHP’ye kayyum atanabilir mi?” sorusu, aslında bir süredir kademeli olarak siyasi ve medya mühendisliği zemininde şekillenmektedir. Bu durum, sadece spekülasyon değil; hukuki ve siyasi altyapısı hazırlanan bir sürecin yansıması olabilir.
1. Aşama: Kongre Sürecinde Veri Toplama ve Delil Zinciri CHP’nin büyük kurultayında yaşanan bazı krizlerin, içeriden görüntü ve bilgi sızdırmalarıyla birlikte kayıt altına alındığı iddiası, ileride kullanılabilecek delil havuzunun oluşturulduğunu düşündürmektedir. Bu konuda Ankara’da 1 yıl önce yapılan bazı istişare toplantıları ve duyumlar, bugün geldiğimiz noktada daha anlamlı hale gelmiştir. O dönemde temkinli yaklaşılmış olsa da, süreç şimdi fiiliyata dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
2. Aşama: Belediyeler Üzerinden Zemin Hazırlığı Özellikle CHP’li büyükşehirlerde (İstanbul, İzmir, Adana, Mersin) yaşanan görevden almalar ve belediye içi disiplin problemlerinin medyada belirli merkezlerce köpürtülmesi, kayyum tartışmalarının lokal düzeyde test edildiğini göstermektedir. Burada amaç, kamuoyunda meşruiyet zemini oluşturmak ve Anayasa’nın 127. maddesi ile TCK’nın ilgili terör bağlantılı hükümlerine (TCK 314 – Silahlı Terör Örgütü, TCK 220 – Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma, TCK 282 – Suçtan Kaynaklanan Mal Varlığı Değerlerini Aklama) dayanak hazırlamaktır.
3. Aşama: İzmir Örneği ve Sendikal Faaliyetler İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne dair iddiaların PKK yapılanmasıyla sendikalar aracılığıyla ilişkilendirilmesi, hukuki zeminin bu alanda kurgulandığını gösteriyor. Geçmişte Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerinde de TCK 314 kapsamında belediye kaynaklarının terörle bağlantılı faaliyetlerde kullanılması gerekçe gösterilerek kayyum atanmıştı.
Sonuç: 30 Haziran Sonrası Senaryo CHP’nin 30 Haziran’daki kurultay toplantısından sonra özellikle medya aracılığıyla “iç karışıklık”, “örgüt bağlantısı”, “usulsüzlük” gibi temalar işlenerek kamuoyunun kayyuma hazırlanabileceği bir zemin oluşturulabilir. Bu noktada, sürecin sadece yargı değil, toplumsal psikoloji yönetimiyle de ilgili olduğu unutulmamalıdır.
Son söz: Eğer bu süreç başlatılırsa, Türkiye siyasi tarihinde muhalefetin yeniden yapılandırılması anlamına gelecek bir “bölme ve yeniden şekillendirme operasyonu” başlatılmış olabilir. Bu da hem 2028 seçimleri öncesi, hem de Türkiye’nin siyasi rejim tasarımı açısından ciddi bir dönüm noktasıdır.