Siyaset Bilimci Mehmet Emir Aksoy: “Hedef Artık Nükleer Değil, Rejim – İran’da Hamaney’e Doğru Geri Sayım Başladı”

Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı ve siyaset bilimci Mehmet Emir Aksoy, İran’daki son gelişmeleri değerlendirdiği yazısında, İsrail’in İran’a yönelik son saldırısının yalnızca nükleer tesisleri değil, doğrudan rejimin kalbini hedef aldığını belirtti. Aksoy, bu saldırının Ayetullah Hamaney’in liderliğini ve rejimin ideolojik temelini sarsmayı amaçladığını ifade etti.
Aksoy, saldırının sembolik yönüne dikkat çekerek, rejim binaları ve karar merkezlerine yönelik psikolojik harekâtın, rejimin meşruiyetini zayıflatmayı hedeflediğini vurguladı. Ayrıca, ABD Başkanı Trump’ın görevde olmasının bu süreci hızlandırdığını ve İsrail ile uyum içinde yürütülen stratejinin, Hamaney’in başkanlık ofisini dahi hedef tahtasına koyduğunu belirtti.
Türkiye’nin bu süreçteki konumuna da değinen Aksoy, İran’ın nükleerleşmesinin Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini ve Ankara’nın alacağı pozisyonun bölgedeki güç dengesini etkileyeceğini ifade etti. İran’ın yanıt verme kapasitesinin sınırlı olduğunu belirten Aksoy, rejimin bu darbeleri içeride nasıl yöneteceğinin asıl mesele olduğunu söyledi.
Sonuç olarak, Aksoy, artık hedefin sadece nükleer tesisler değil, Hamaney’in kurduğu rejimin ta kendisi olduğunu ve bu hedefin vurulmasının yalnızca füze ateşiyle değil, içeride yaratılacak meşruiyet krizleriyle de mümkün kılınmak istendiğini ifade etti.
İşte o yazı;
Hedef Artık Nükleer Değil, Rejim: İran’da Hamaney’e Doğru Geri Sayım Başladı
İsrail’in İran’a yönelik düzenlediği saldırı, artık her şeyin değiştiğini ilan eden bir eşik oldu. Saldırıdan sadece 12 saat önce yayımladığımız analizde, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’ın nükleer yükümlülüklerine uymadığını açıklamasının yalnızca teknik değil, jeopolitik bir dönüm noktası olduğunu vurgulamıştık. Aynı yazıda, Amerikan temsilciliklerinin Ortadoğu’dan çekilmesini “savaş uçaklarının rotasına yazılmış bir sessizlik” olarak tanımlamıştık. Şimdi görüyoruz ki bu sessizlik, Tel Aviv semalarında bozuldu.
İran artık yalnızca nükleer altyapısıyla değil, doğrudan rejimin kalbiyle, yani Ayetullah Hamaney’in liderliğiyle hedef alınmaktadır. İsrail’in saldırısının askeri olduğu kadar sembolik yönü de var: Rejim binaları, karar merkezleri ve liderlik katına yönelik psikolojik harekât. Hedef artık uranyum değil; rejimin ruhu. Ve o ruh Hamaney’in çevresinde şekillendiği için, her bomba aslında o ismin etrafına çizilmiş bir çemberi daraltıyor.
ABD Başkanı Trump’ın görevde olması, bu sürecin hızla sertleşeceğinin bir göstergesi. Trump’ın dış politika kadrosu, İran’ı izole etmenin ötesine geçerek rejimi doğrudan zayıflatmayı amaçlıyor. İsrail ile uyum içinde yürüyen bu strateji, Hamaney’in başkanlık ofisinin dahi hedef tahtasında olduğuna işaret ediyor.
Bu senaryoda Türkiye’nin konumu stratejik. İran’ın nükleerleşmesi Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ederken, NATO şemsiyesi altındaki üsler ve coğrafi yakınlık, Ankara’yı denklemin pasif ama etkili bir parçası haline getiriyor. Türkiye’nin alacağı pozisyon, yalnızca bölgedeki güç dengesini değil, küresel diplomatik çizgileri de etkileyecek nitelikte.
İran’ın yanıt verme kapasitesi ise sınırlı. Vekil unsurlar üzerinden yapılacak saldırılar, İsrail ve müttefikleri tarafından “beklenen” ve tolere edilebilir karşılıklar olarak görülüyor. Ancak asıl mesele, İran rejiminin bu darbeleri içeride nasıl yöneteceği. Çünkü bu saldırılar, yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda ideolojik, stratejik ve siyasi bir kuşatmayı temsil ediyor.
Özetle, artık hedef sadece nükleer tesisler değil; Hamaney’in kurduğu rejimin ta kendisi. Ve bu hedefin vurulması, yalnızca füze ateşiyle değil, içeride yaratılacak meşruiyet krizleriyle de mümkün kılınmak isteniyor.
Bu, beklenmedik bir gelişme değil. Dün yazdığımız gibi: Bazen diplomasi susar, uçaklar konuşur. Ve konuşan her bomba, hedefin kim olduğunu açıkça söyler.