İmarzedelerin İsyanı Büyüyor
Hacıoğlu’ndan Sert, Dik ve Tarihe Not Düşen Çıkış
Türkiye’de yıllardır halının altına süpürülen imar mağduriyeti, artık sessiz bir teknik sorun olmaktan çıkmış, milyonları ilgilendiren açık bir adalet krizine dönüşmüş durumda. Bu krizin merkezinde ise 2018 yılında “çözüm” iddiasıyla çıkarılan İmar Barışı, bugün gelinen noktada bizzat vatandaşın boynuna geçirilen bir idari ve hukuki pranga hâline gelmiş bulunuyor.
İşte tam bu noktada, İmar Yasasına Takılanlar Derneği Genel Başkanı İbrahim Hacıoğlu, yaptığı sert ve dik açıklamalarla yalnızca bir tepki değil, devlete ve siyasete yöneltilmiş açık bir vicdan muhasebesi ortaya koydu.
“İMAR BARIŞI VATANDAŞI RAHATLATMAK İÇİN ÇIKMIŞTI, CEZALANDIRMA ARACINA DÖNÜŞTÜ”
Hacıoğlu’nun sözleri, klasik bir basın açıklamasının çok ötesinde; açık bir sistem eleştirisi niteliği taşıyor. 2018’de çıkarılan İmar Barışı’nın temel amacının net olduğunu hatırlatan Hacıoğlu, şu tespiti yapıyor:
“Bu düzenleme, devletin vatandaşına uzattığı şefkat eli olarak sunuldu. Mülkiyet hakkı, huzur ve yasal güvence vaat edildi. Ancak bugün gelinen noktada aynı düzenleme, milyonlarca insanı suçlu ilan eden bir aparata dönüştürüldü.”
Bu ifade, meselenin özünü ortaya koyuyor:
Devletin ‘gel barışalım’ dediği vatandaş, bugün ‘kaçakçı’ muamelesi görüyor.
6 ŞUBAT DEPREMİ SONRASI İMAR BARIŞI: İSTİSMAR EDİLEN BİR FELAKET
Hacıoğlu’nun en sert çıktığı noktalardan biri ise 6 Şubat depremleri sonrası izlenen yol haritası. Depremin, yapı güvenliği üzerinden bir fırsata dönüştürülerek, toplu ve ayrım gözetmeyen yıkım politikalarına gerekçe yapıldığını savunuyor:
“Deprem bir felakettir ama bu felaket, masum vatandaşın evini başına yıkmanın bahanesi olamaz. Sağlam yapılar bile ‘kaçak’ etiketiyle yok sayılıyor. Bu açık bir adaletsizliktir.”
Bu noktada Hacıoğlu’nun itirazı teknik değil, ahlaki ve hukuki bir itirazdır:
Devletin yıllarca elektrik, su, yol, doğalgaz verdiği, vergisini aldığı yapılar bugün nasıl olur da “yok hükmünde” sayılabilir?
“MOLOZ DEĞİL, YUVA! YIKMAK DEVLET AKLI DEĞİLDİR”
Hacıoğlu’nun kullandığı “Moloz değil ev istiyoruz” ifadesi, imarzedelerin ruh hâlini özetleyen bir çığlık niteliğinde. Bu söz, plansız yıkım politikalarına karşı insani bir isyan olarak kayda geçiyor:
“Bu binalar moloz değildir. Bunlar milyonların alın teridir, çocukların odasıdır, yaşlıların son sığınağıdır. Yıkmak çözüm değildir. Devlet aklı yıkmaz, güçlendirir.”
Bu yaklaşım, imar sorununa mühendislik ve güçlendirme perspektifiyle çözüm bulunabileceğini savunurken, rant odaklı yıkım anlayışına da doğrudan bir eleştiri getiriyor.
“VATANDAŞ RUHSAT ALAMIYOR, SATAMIYOR, MİRAS BIRAKAMIYOR”
İmarzedelerin yaşadığı mağduriyet yalnızca “yıkım tehdidi” ile sınırlı değil. Hacıoğlu’na göre asıl sorun, milyonlarca insanın hukuki olarak kilitlenmiş olması:
-
Ruhsat alamıyor
-
Tapusunu kullanamıyor
-
Evini satamıyor
-
Bankadan kredi çekemiyor
-
Miras bırakamıyor
Bu tablo, mülkiyet hakkının fiilen askıya alınması anlamına geliyor. Hacıoğlu’nun ifadesiyle bu durum, “ne adalete ne de devlet ciddiyetine yakışıyor.”
ERDOĞAN VE KURUM’A AÇIK ÇAĞRI: “BU YÜKÜ VATANDAŞIN SIRTINDAN ALIN”
İbrahim Hacıoğlu’nun açıklamalarındaki en kritik bölüm ise doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a yapılan çağrı:
“Bu sorun çözülmek zorundadır. İmar Barışı kapsamındaki yapılar için yeni ve net bir yasal düzenleme şarttır.”
Bu çağrı, bir talep değil, devletin kendi verdiği sözü yerine getirmesi yönünde bir hatırlatma niteliği taşıyor.
“BU MESELE SİYASİ DEĞİL, VİCDAN MESELESİDİR”
Hacıoğlu’nun açıklamalarını diğerlerinden ayıran en güçlü vurgu burada ortaya çıkıyor. İmar mağduriyetinin herhangi bir partinin meselesi olmadığını net biçimde ifade ediyor:
“Bu mesele oy meselesi değil, vicdan meselesidir. Bu millet ihaneti değil, devlet şefkatini hak ediyor.”
Bu sözler, imarzedelerin taleplerini siyasetin günlük tartışmalarının çok ötesine taşıyor ve meseleyi devlet–vatandaş ilişkilerinin temel güven zeminine oturtuyor.
“İMARZEDELERİN SESİ SUSMAYACAK”
Açıklamanın finali ise açık bir kararlılık ilanı niteliğinde:
“Biz susmayacağız. Mülkiyet hakkımızı gasp ettirmeyeceğiz. Çocuklarımızın yuvasını sahipsiz bırakmayacağız.”
Bu ifadeler, imarzedelerin artık sabır eşiğini geçtiğini, çözüm üretilmezse toplumsal tepkinin büyüyeceğini açıkça gösteriyor.
SONUÇ: BU BİR YASA DEĞİL, GÜVEN KRİZİ
İmar Yasasına Takılanlar Derneği’nin ve İbrahim Hacıoğlu’nun çıkışı, teknik bir mevzuat tartışmasından ziyade devletin vatandaşla kurduğu sözleşmenin sorgulanması anlamına geliyor.
Bugün imar meselesi, yalnızca yapılaşma sorunu değil; adalet, mülkiyet ve devlet ciddiyeti sınavıdır.
Ve görünen o ki, bu sınav artık ertelenemez.
