Ahmet Koçak Yazdı: “Sürünün Başındaki Çoban”

  • 03 Aralık 2025
Ahmet Koçak Yazdı: “Sürünün Başındaki Çoban”

Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarlarından Ahmet Koçak, kaleme aldığı yeni yazısında, çocukluk yıllarından izler taşıyan samimi bir dille, toplumun zihin kodlarına yerleşmiş eski bir önyargıyı tartışmaya açıyor. Yazının merkezinde Geoffrey Chaucer’ın şu sözü yer alıyor:

“Kar beyaz bir sürünün başında ne acıdır rastlamak pislik içinde bir çobana.”

Koçak, bu sözü Türkiye’nin kırsal geçmişiyle harmanlayarak, köy yaşantısından anekdotlarla destekliyor. Özellikle öğretmenlerin yıllarca öğrencilerine “Okursan adam olursun, okumazsan çoban olursun” diyerek verdikleri mesajların, nasıl bir değersizleştirme içerdiğini sorguluyor.

REKLAM ALANI

“Bu cümle, tüylerimizi diken diken etmeye yettiği gibi, bazen de ‘Üç koyun versen güdemez!’ diyerek bizleri hırslandırırlardı. O kamçıdan nasibini alanlardan biri de bendim.” diyen Koçak, çocukluk hafızasında yer etmiş sığırcı çağrıları, koyun sesleri, çoban köpeklerinin havlamalarıyla nostaljik bir atmosfer kuruyor.

Sabahın erken saatlerinde yankılanan “Sığır gidiyoo haydın haah!” nidaları, yalnızca bir çağrı değil; aslında köy yaşamının disiplini, emeği ve sessiz fedakârlığını da simgeliyor. Ahmet Koçak’ın yazısı, çobanlık mesleğine dair öteden beri süregelen haksız ön yargılara dikkat çekerken; aslında her mesleğin, her emeğin saygıdeğer olduğunu hatırlatıyor. Bu yazı, sadece bir anı değil; aynı zamanda değerleri sorgulatan bir toplumsal yüzleşme niteliği taşıyor.

OKUMAZSAN ÇOBAN OLURSUN!
Geoffrey Chaucer, “Kar beyaz bir sürünün başında ne acıdır rastlamak pislik içinde bir çobana.” demiş. Bu söz, sanki bizim çocukluk yıllarımızdaki köy çobanlarını anlatır. O dönemlerde öğretmenlerimiz dersine çalışmayanlara hep aynı uyarıyı yapardı:
“Okursan adam olursun, okumazsan çoban olursun!”
Bu cümle tüylerimizi diken diken etmeye yettiği gibi, bazen de “Üç koyun versen güdemez!” diye kamçılanırdık. O kamçıdan nasibini alanlardan biri de bendim.
Her köyde en az iki koyun, bir de büyükbaş hayvan sürüsü olurdu. Uzaklardan koyunların boyunlarındaki tongurdakların sesi gelirdi; çoban köpeklerinin havlamaları ve arada çobanın “kisss kisss, dırr eho!eho!” nidası bu sese karışırdı. Sabahları sığırcı tepenin yamacına biriken büyükbaşları tamamlamak için köye doğru dönüp avazı çıktığı kadar bağırırdı:
“Sığır gidiyo haydın haah!”
Köyde her yıl üç kişi çobanlık yapardı. Dışarıdan bir çoban tutulacaksa ona kalacak ev ayarlanırdı ama herkes evinin yakınına yabancı istemezdi. Çobanlar genelde köyün yoksul, eğitimsiz insanları olur, karşılığında “hak” denilen koyun veya büyükbaş başına buğday alırlardı. Böylece üç çoban, bir imam, bir bağ bekçisi ve bir köy bekçisi olmak üzere beş haneye iş sağlanmış olurdu. Devlet kimseye boşuna yardım falan yapmazdı.
Köyümüzde “Şükrü Paşa” diye bilinen bir çoban vardı. Sessizliğin adamıydı; yılın sekiz ayını dağ başında yalnız geçirmenin insanda bıraktığı iz belli olurdu. Yazın sürüyü geceletir, öğleye doğru memeleri süt dolu koyunları köye getirirdi. İkindiye kadar dinlenir, ardından yeniden sürüyü alıp giderdi. Yaşlanınca çobanlık yapamaz oldu. İçeride yanan sobanın sıcaklığına dayanamaz, kepeneğine sarılıp evinin önündeki örtmenin altında uyurdu.
Kışın ayazında dışarıya alışmış bir adamın ev sıcaklığında uyuyamaması ne büyük bir çelişkidir…
Çoban azığı da ayrı bir dertti. Ev hanımları çoban yemeğini misafir ağırlama titizliğiyle hazırlarlardı. Çünkü çoban sağda solda “Yemeği yal gibi, yapılmışı yenmez!” derse tüm köy duyardı. Bu korkuyla horantanın yemediğini çobana yedirenler bile olurdu. Çobanlar ise evlerinde yavan ekmek yerken ağalardan gelen etli, yağlı yemeklerle güç toplar ama yine de arada bir kusur bulmaktan geri durmazlardı.
Sığırtmacın olmadığı zamanlarda kuzuları, buzağıları biz otlatırdık. Çobanlık herkesin bildiği bir işti; okuyamazsak B planımızdı. Çocukluğumda köyler arasında çok gezer, yolda bir koyun sürüsü gördüm mü ürkerdim. Çoban köpeği saldırısına hiç uğramadım ama bugün bile bir sürü görünce içimde eski bir korku kıpırdar.
Her çobanın yanında iki üç iri köpek, bir de kepeneğini, suyunu, azığını taşıyan bir eşek olurdu. Köye dağılan koyunlarla serbest kalan çoban eşeğine binmek benim için büyük eğlenceydi. Eşeği çok koşturduğumda “Attan düşen ölmez, eşekten düşen ölürmüş!” sözü aklıma gelir, hemen “çüşş!” diyerek yavaşlatırdım.
O zamanlar köyde “Ameriga’da vitirinerler bilem çobanlık yaparmış” derlerdi. Aradan elli yıl geçti. Veteriner sayısı arttı; kimi öğretmen oldu, kimi çiftlik kurdu, kimi belediyelerde çalıştı. Kimisi de kentlerde klinik açtı. Demek ki biz de küçük bir Amerika olmuşuz bir bakıma.
Bugün Doğu ve Güneydoğu dışında koyun sürüsü bulmak zorlaştı. Meralar yok edilince hayvanlar hazır yemle beslenmeye başladı. Böyle olunca et ve süt pahalandı. Oysa bizim çocukluğumuzda meralarda yazı geçiren hayvanlar kışın samanla, kuru çayır otuyla, mercimek ve nohut samanıyla neredeyse bedavaya bakılırdı.
Çobanlık mesleği de azaldı. Azalan her şey gibi çobanlık da kıymetlendi. Bazı bölgelerde 60–120 bin lira aylıkla çoban bulunamadığı haberleri basına yansıdı. Afgan göçmenlerin ucuza çalışmasıyla çobanlık çoğu yerde onlara kaldı. Şimdiki çobanlar altı ay boş geçen zamanlarını da hesap ederek yüksek ücret istiyor; kimisi de 30–40 GB internet talep ediyormuş.
Eh, koyunları sal çayıra, aç interneti… Filmler, videolar… Bu da yeni nesil çobanlık herhalde.
Bazı belediyeler ise hayvancılığa destek olmak için çobanları sigortalı, 20 bin TL maaşla işe almaya başladı. Sabah otlatmaya götürüp akşam geri getiriyorlar. İŞKUR’dan ‘çoban’ kadrosuyla alım bile yapılıyor. 2025’te kimi bölgelerde en düşük çoban aylığı 22 bin, en yüksek 27 bin liraya kadar çıkmış. Demek ki çobanlık da çağa uydu; iş ilanlarına bile girmiş.
Üniversite bitirmiş, çobanlık yapanlara çok rastlıyoruz. Geçenlerde televizyonda atanmamış çobanlık yapan bir öğretmeni dinledim. Bu yazıyı yazmama neden oldu. Şimdiki zamanda okursan da çoban olabiliyorsun.
Yazıyı birkaç atasözü ve deyimle noktalayayım:
Köpek beslemeyen çoban, kurdu besler.
Herkesin aklı olsa koyuna çoban bulunmaz.
Çam sakızı çoban armağanı.
Oğlan yer oyuna gider, çoban yer koyuna gider.
Önce çoban görünüp başa geçiyorlar, sonra kurt olup sürüyü yutuyorlar.
Koyunları korumak isteyen çoban, ağılın kokusunu kurda duyurmamalıdır.
Son söz:
Okumak başka, çobanlık başka… Ama hayatın her döneminde asıl mesele, kendi sürümüzü; yani aklımızı, vicdanımızı ve insanlığımızı koruyabilmektir.
ahmet.kocak16@hotmail.com

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ