DİSK’in Ankara’ya Taşınma Kararı Tartışılıyor: Veli Beysülen’den Önemli Açıklama
Son günlerde Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) genel merkezini Ankara’ya taşıma kararı üzerine başlayan tartışmalara eski DİSK yöneticilerinden ve sendikacı Veli Beysülen’den dikkat çeken bir değerlendirme geldi.
Taşınma kararının yalnızca “karşıtlık” veya “yandaşlık” üzerinden ele alınmasının yetersiz olduğunu vurgulayan Beysülen, konunun çok daha derin ve tarihsel boyutları olduğunu belirtti. “DİSK’in kuruluşundan bugüne ülkenin geçirdiği siyasi, ekonomik ve sosyal evreler; bu evrelerin toplumsal yapıya ve istihdama yansımaları göz ardı edilerek yapılan değerlendirmeler, sınırlı ve yüzeysel kalacaktır,” dedi.
Beysülen ayrıca, teknolojik gelişmeler, dijital dönüşüm ve reel sosyalizmin geri çekilmesiyle birlikte kapitalist sistemin küresel işçi sınıfı üzerindeki etkilerine de dikkat çekilmesi gerektiğini ifade etti. “Tüm bu unsurlar değerlendirilmeden yapılan tartışmalar, DİSK’in taşınma kararını sadece bir adres değişikliği olarak görmek olur,” dedi.
Beysülen’in açıklamaları, süregelen tartışmalara yeni bir perspektif sunarken, taşınma kararının çok boyutlu olarak ele alınmasının önemini bir kez daha gündeme getirdi.
İşte o yazı…
Son günlerde, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK Yönetim Kurulu’nun aldığı Konfederasyon Genel Merkezinin Ankara’ya taşınması kararı etrafında, ağırlıklı olarak sosyal medya platformlarında, zaman zaman da yazılı ve görsel ulusal medyaya yansıyan bir tartışma sürüyor. Kuşkusuz konu oldukça önemli ve tartışmalar da bir o kadar değerli. Ancak tartışmanın taşınmaya karşıtlık ve yandaşlık pencerelerinden bakılarak sürdürülmesi ön açıcı olmaktan uzak. Dolayısıyla, bazı konuların açılmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. Zira konunun kısır tartışmaları aşan, DİSK’in kuruluşundan bugüne ülkenin geçirdiği evreler, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlardaki temel dönüşümün toplumun genel yapısı ile istihdam alanına yansımaları irdelenmeden yapılan tartışmalar, ön kabullerle sınırlı kalacak ve murat edilen sonucu vermeyecektir. Kaldı ki, teknolojik gelişmeler ve dijital dönüşümün yanı sıra reel sosyalizmin geri çekilmesiyle, rakipsiz olduğunu düşünen kapitalist sistemin pervasızlığının ülke ve dünya işçi sınıfının yapısı ile mücadelesine yansımaları da detaylı olarak değerlendirilmelidir. Kuşku yok ki tüm bunlar göz önünde bulundurulmadan tartışmak, konuyu sadece bir adres değişikliğine indirgemek olur.
Öncelikle şunu belirteyim bu yazının amacı taraf olmak veya bir tarafın düşüncesine karşı olmak değil. Bu yazının amacı, özellikle 24 Ocak 1980 kararları ile yürürlüğe konan neoliberal ekonomik program ile onun yol temizliği için yapılan 12 Eylül faşist darbesinin, devletin ekonomik ve sosyal yapısında yaptığı temel dönüşümün getirdiği yeni istihdam biçimlerinin işçi sınıfının yapısına yansımalarını ortaya koyarak, sınıfın ekonomik, demokratik ve sosyal haklarının mücadele aracı sendikalar ile üst çatı örgütleri konfederasyonların, bu mücadelede izleyecekleri yol ve yöntemler ile görev ve sorumluklarını bilince çıkarmaktır.
Evet, 16 Şubat 2025 tarihinde yayınlanan “DİSK 58 YAŞINDA” başlıklı yazımda, DİSK’in kuruluşuna giden süreci, kuruluşunu ve dayandığı temel ilkeleri ele almıştım. Yazıyı, bu yazı serisinin genel değerlendirmelerine yol göstermesi bakımından olduğu gibi aşağıya alıyorum:
“’BİZLER; Türkiye İşçi Sınıfının tüm çıkarları, hakları ve özgürlükleri ve de onuru için bir araya geldik. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ant içmiş insanlarız.’ Yazının girişine aldığım bu paragraf, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) kuruluş bildirgesinden.
Evet bugün 16 Şubat, üç gün önce yani 13 Şubat 2025 tarihi DİSK’in 58. Kuruluş yıldönümüydü. Yukarıda kısaca aldığım kuruluş bildirgesi etrafında bir araya gelen, Türkiye Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Türkiye Gıda-İş Zonguldak’ta faaliyette bulunan Türk Maden-İş sendikaları, 13 Şubat 1967 tarihinde, İstanbul Valiliğine başvurarak DİSK’i kurdular.
DİSK Anatüzüğünün 2. Maddesinde konfederasyonun amacı şu şekilde açıklanmaktadır: ‘DİSK işçi sınıfının ekonomik, sosyal ve kültürel bakımdan kalkınması ve yücelmesi için öncelikle Türkiye’nin bu bakımdan tam bağımsız olmasını ve hızlı bir kalkınma yoluna girmesini zorunlu görür. Bundan ötürü de Türk işçi hareketinin, Anayasada öngörülen köklü dönüşümlerin gerçekleşmesini sağlayacak devrimci bir öze kavuşmasını şart sayar.’ Gerek bildirge gerekse tüzükte yer alan konfederasyonun amacında, 1961 Anayasasına bağlı, devrimci ve tam bağımsızlıkçı bir örgüt olduğu açık şekilde ifade ediliyor.
Elbette DİSK durup dururken kurulmadı. Zira DİSK’in kuruluşu, sendikal alanda TÜRK-İŞ’le ayrışma yaşanan bir sürecin sonucudur. Bu sürece kısaca göz atmakta yarar var:
Türkiye’de sendikaların kuruluşu 1950’li yılardır. Ancak ilk kuruluşta sendikalara toplu sözleşme ve grev hakları tanınmamıştı. Yani sendikalar tabela örgütü olmanın ötesine geçememişlerdi. Bu duruma son verilmesi ve sendikaların 1961 Anayasası ile tanınmış olan toplu sözleşme ve grev haklarını kullanmalarını sağlayacak kanuni düzenlemenin yapılması için işçiler harekete geçtiler ve ilk kıvılcım, Sarıyer’de kurulu Kavel Kablo Fabrikası’nda çalışan işçiler tarafından çakıldı. 28 Ocak 1963 tarihinde direnişe geçen fabrika işçileri, işveren ile devletin baskı ve saldırılarına kararlı bir şekilde direndiler. Bu kararlılık sonuç verdi ve aynı yıl içinde 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girdi. Bu yasaların yürürlüğe girmesiyle sendikalaşma hız kazandı. Çalışma koşullarının düzeltilmesi talebiyle grev ve direnişler arttı.
31 Ocak 1966’da yaklaşık 2500 cam işçisi taleplerini kabul ettirmek ve toplu sözleşme imzalamak için greve başladı. ‘İş Hayatında Köleliğe Paydos’ ve ‘Emeğimizi Savunmak Kutsal Vazifemizdir’ diyen Paşabahçe işçilerinin bu grevi, işçi sınıfı mücadelesine ivme kazandırdı. Grev sürecinde, Kristal-İş Sendikası ile Türk-İş yönetimi arasında yaşanan tartışmalar, sendikacılık alanında alttan alta devam etmekte olan anlayış farkını ve bunun sonucu olan kaçınılmaz ayrışmayı da su yüzüne çıkardı. Zira Türk-İş yönetiminin grev sürecinde yeterli desteği vermemesi ve grevin bitirilmesi için işçiler ile sendika üzerinde baskı kurması tavrına karşı çıkan sendikalar bir araya gelerek Paşabahçe Grevini Destekleme Komitesi kurdular. Bu komite daha sonra Sendikalar Arası Dayanışma (SADA) ismini alarak çalışmalarına devam etti. Bu sendikalardan Maden-iş ile Lastik-İş daha sonra Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in kuruluşunun başını çekeceklerdi.
Görüldüğü gibi, Paşabahçe grevi sadece bir grev olmakla sınırlı kalmadı. Sendikal mücadele anlayışını sermaye ile uzlaşma üzerine oturtmuş olan Türk-İş’le yol yürünmeyeceğini gören sendikaların, işçi sınıfı mücadelesinin sermaye ve devletten bağımsız, sınıfın çıkarları doğrultusunda yapılması için yeni bir konfederasyon kurulması gerektiği gerçeğini görmelerini ve harekete geçmelerini sağladı.
Bu gerçeği gören ve harekete geçen sendikalardan Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş sendikaları, 12 Şubat 1967 tarihinde kongrelerini olağanüstü toplayarak Türk-İş’ten ayrılma ve konfederasyonlaşma kararı aldılar. 13 Şubat 1967 tarihinde ise Bağımsız Gıda-İş ile merkezi Zonguldak’ta bulunan Türk Maden-İş’in de katılımları ile Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i kurdular.
DİSK yazının girişine aldığım kuruluş bildirgesinin giriş kısmı ile anatüzüğünün amaç maddesinde de görüldüğü gibi, 1961 Anayasasında bulunan temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasının sağlanmasını kendisine hedef olarak belirlemişti. Nitekim kuruluş bildirgesinde, ‘Biz devrimciliği bugünkü tutucu, gerici, ekonomik, sosyal ve politik ilişkilerin Anayasa uyarınca değiştirilmesi ve Anayasa ilkelerinin hayata uygulanması anlamına alıyoruz, diyordu.
Görüldüğü gibi DİSK, işçi sınıfı mücadelesi için kurulmuş anayasadaki hakların kullanımının önündeki engellerin ortadan kaldırılması için mücadele eden bir örgüttü. Bu özelliğinden dolayı kurulduğu günden itibaren önüne engeller çıkarıldı.
İlginç olan ise anayasaya sıkı sıkıya bağlı olan DİSK’in 12 Eylül faşizmi tarafından, anayasayı ortadan kaldırmakla suçlanmasıydı. Evet yanlış okumadınız, DİSK yöneticileri, 12 Eylül’de sıkıyönetim mahkemesinde anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlaması ile yargılandılar. Ancak DİSK mücadelede asla geri adım atmadı.
Kuşkusuz bunda DİSK’in örgütlenmeye bakışı ile kitle ve sınıf sendikacılığı anlayışını benimsemesinin önemli bir payı var. Zira DİSK ulusal gelirin paylaşımında büyük bir adaletsizlik olduğunu tespit ediyor ve bunun için mücadele edeceğini kuruluş genel kuruluna sunduğu raporunda şu şekilde ifade ediyordu. ‘Ulusal gelirin hakçasına bölüşülmesi ve işçilerin Anayasa da yer alan haklarına ulaşılması, ancak özgürlük için de örgütlenmekle olabilir. Bu bakımdan aynı işkolunda işçilerin kendi sendikalarında birleşmesi yetmez. Bütün işçilerin bir örgüt içinde tek kalbe sahip vücut gibi çalışması ve bu çalışmanın demokratik bir denetleme ile yürütülmesi gerekir. Bu bakımdan yeni bir işçi konfederasyonunun kurulması zorunluğuyla kaşı karşıyayız.’
Aslında DİSK anatüzüğünün yakarıya aldığı amaç maddesinde işçi sınıfının köklü dönüşümünden bahsedilmesi bunu sağlamanın hedeflendiğinin göstergesidir. Disk bunun için bilimi rehber almaktadır. Zira amaç maddesinde konuya dair şu ifadelere yer verilmektedir: ‘İşçi Sınıfının devrimci bir niteliğe erişmesi ve bilinçlenmesi ancak yurt ve dünya olaylarının emekçiler açısından ve bilimsel yoldan değerlendirilmesine bağlıdır. Bilim İşçi sınıfının en önemli mücadele aracıdır.’ Görüldüğü gibi DİSK bilimin İşçi sınıfına yol göstericiliğinin önemini bilen sendika liderlerince kurulmuş bir konfederasyondur.”
16 Şubat tarihli yazımın devamı ile DİSK’in taşınması sürecine ilişkin değerlendirmeme devam edeceğim. Sonraki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.
Veli Beysülen