Kıbrıs Seçimiyle Maskeler Düştü: “İşgalci Türkiye” Pankartı Kimindir?
Hasan Kaya – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı
6 Ekim 2025 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca bir siyasi tercihin değil, Kıbrıs üzerindeki emperyalist senaryoların da ifşası olmuştur. Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Hasan Kaya, seçim sonrası yaşanan gelişmeleri kaleme aldığı çarpıcı yazısında, perde arkasındaki kirli hesaplara dikkat çekti.
Kaya’ya göre bu seçimler, sadece bir liderin belirlenmesinden ibaret değildi; aynı zamanda Kıbrıs Türk halkının Türkiye ile olan kader birlikteliğine yönelik iç ve dış saldırıların da su yüzüne çıktığı bir süreçti. En dikkat çekici örnek ise seçim sonrası açılan skandal bir pankart oldu:
“İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET!”
Bu pankart, Kıbrıs Türkü ile Türkiye arasındaki kardeşliğe kasteden karanlık çevrelerin bir göstergesiydi. Ancak asıl dikkat çekici olan, bu provokatif ifadeye ne kazanan ne de kaybeden siyasi partilerin sahip çıkmamasıydı. Hasan Kaya bu durumu şöyle yorumluyor:
“Seçim öncesi dillendirilmeye cesaret edilemeyen bu kirli niyet, seçim sonrasında kalabalığın arkasına saklanılarak telaşla ortaya atıldı. Fakat içi boş, aidiyetsiz bir söylem olarak kaldı. Tıpkı cami avlusuna bırakılan bir çocuk gibi…”
Kaya, KKTC’de Türkiye’ye karşı böyle bir söylemin dillendirilmesini “ihanet” olarak nitelendirirken, bu tür provokasyonların ardında emperyalist güçlerin ve onların Kıbrıs’taki taşeronlarının olduğunun altını çizdi. Seçim sonrasında yaşanan bu tablo, Kıbrıs’ta “bağımsızlık” maskesiyle yürütülen bölücülük faaliyetlerinin artık aleni bir hal aldığını gösteriyor.
Hasan Kaya, yazısını sert bir uyarı ile sonlandırıyor:
“Kıbrıs Türkü’nün güvenliği ve geleceği, Türkiye’siz düşünülemez. Kim bu kardeşliği sorguluyorsa, önce kime hizmet ettiğine iyi bakmalıdır!”
Bu yazı, Kıbrıs’ta sadece siyasi değil, ideolojik bir hesaplaşmanın da fitilinin ateşlendiğini açıkça ortaya koyuyor.
Hasan KAYA
“İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET…” DEMİŞ MONŞER
6 Ekim 2025’te KKTC’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca sandıktan çıkan iradeyi değil; Kıbrıs üzerindeki emperyalist hesapları, bu kirli hesabın sahiplerini, taşeronlarını ve destekçilerini de gün yüzüne çıkardı.
Seçim öncesi söylenmeye ve dillendirilmeye cesaret edilemeyen kirli niyet seçim sonrası kalabalığın arkasına saklanılarak alelacele ve telaşla açılmış olan “İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET…” yazılı pankart ile dillendirilmeye çalışıldı ama seçimi kazanan ve kaybeden partiler de dahil olmak üzere kimse böylesi bir saçmalığa sahip çıkmadığı için cami avlusuna bırakılmış çocuk gibi ortada kaldı.
Açanın elinde patlayan sahibinin de halkın tepkisinden korktuğu için ortaya çıkmaya cesaret edemediği için adı sanı belli olmayan bu pankart, bir anda ortamın havasını bozdu ve coşkunun yerine kuşkuya bıraktı. “Kıbrıs’ta ne oluyor?” sorusu, seçim zaferinin gölgesine düştü.
CTP’nin resmi söyleminde yer almamasına rağmen, medya ve sosyal çevrelerde yürütülen algı oyunlarıyla bu pankart, kazananın sırtına iliştirilmiş gibi sanki kazanan partinin ve halkın görüşüymüş gibi sunuldu.
Bu pankartın arkasındaki kirli zihniyet, Türkiye siyasetine hiçte yabancı olmadığımız İstanbul sokaklarında “Zulüm 1453 Başladı…” yazısıyla kendini teşhir eden anlayış, bu defa Kıbrıs’ta “İŞGALCİ TÜRKİYE KIBRIS’I TERK ET…” pankartı ile karşımıza çıktı, boyunu gösterdi. Boyunun ölçüsünü ne kadar aldı bilinmez ama bu kirli zihniyet Ali Cengiz oyunlarını ve gerçekleri ters yüz etmeyi çok iyi bildiği için kendince gösterilen tepkileri destekmiş gibi lanse etmeye çalıştı…
Bir meze tabağında Kıbrıs’ı Yunan’a bağışlayacağını söyleyenlerden, Yunan adalarına günübirlik gidip gelen ve bunu 364 gün 6 saat anlatan sevicilere kadar uzanan listedekiler de bu ucube tiyatroya ve sahnelenen oyuna alkış yapmaktan geri durmadı.
Biliyorsunuz bu güruh, ülkenin her hayırlı işine kulp değil; zincir takar. İHA ’ya SİHA’ ya “maket”, TEKNOFEST’İ “panayır” der; balık ürker, kuş kaçar, karga bile güler bahanesiyle her adımı boğmaya çalışır.
Kendi ülkesini gammazlayıp Londra’ya, Washington’a el açarlar. Komşunun bahçesini işgal edenlere susarlar; ama kendi evinin bekçisine “işgalci” derler.
Türkiye deyince dilleri çözülür, pankartı açanlara manevi evlat muamelesi yaparlar. “Emredersiniz Monşer” diyerek hizaya geçer, efendi arayışına çıkarlar.
KKTC’de taşeron bir meczubun açtığı pankarta, Türkiye’de bazıları mal bulmuş mağribi gibi sarıldı. Saray metrekareleriyle itibar ölçenler, bu söyleme gizliden ya da açıktan sahip çıktı.
Halk nezdinde hiçbir karşılığı olmayan, kendi başına anlam taşımayan bu pankart; kalabalık gördükleri her ortamda kaynak olup, kalabalığın sırtına binip, pankart iliştirerek yankı arayan bazı sol çevreler ve taşeron radikal gruplar tarafından bayraklaştırıldı.
Bu pankart, seçimi kazanan partinin ve halkın değil; seçim kalabalığının arkasına saklanan, sadece bir avuç Monşer tetikçisinin sesi oldu. CTP lideri Tufan Erhürman, pankartın gürültüsüne değil; halkın iradesine kulak verdi. Sipariş sloganlara değil; sahici diyaloğa yöneldi. Seçim meydanında değil, fikir zemininde kazandı. Türkiye ile yola devam edeceğini açık açık deklare etti.
Çünkü gerçek tıpkı KKTC bayrağı gibi rüzgârla değil; iradeyle dalgalanır. O bayrak ki Erbakan’ın çizdiği hilal, sadece bir şekil değil; bir duruşun, bir direnişin sembolüdür. Siperin arkasında değil; önünde duran bilir neyin savunulduğunu.
Pankartı tutan el titrek; ama ipi çekenler hâlâ gölgede. Monşer gömleğiyle halk kürsüsüne çıkanlar, efendi arayışından vazgeçmedi. KKTC’nin AB alınıp serbest dolaşım vaadiyle oy avcılığına çıkanlar, saf değiştirenler, bayrağın gölgesinde yaşayıp kıymetini bilmeyenler de gerçeği bir gün anlayacaklar…
Endişeye mahal yok. Türkiye artık Monşer ’in arka bahçesinde değil; kendi rotasında, kendi pusulasında. Mavi Vatan’dan Dışişleri’ne uzanan milli akıl, siperin önünde duranları yalnız bırakmıyor.
Kıbrıs’ta açılan o pankart, bir siparişti. Ama siparişin sesi, siperin sessizliğini bastıramadı. Çünkü siperin önünde duranlar bağırmaz; bekler. Beklemek sabır değil; iradedir. O irade, bayrağı rüzgâra değil; vicdana emanet eder.
Her seçim bir sesleniştir. Ama bazen ses değil; sessizlik konuşur. KKTC’deki seçim sonrası oluşan manzara da buydu: bağıranlar değil, düşünenler kazandı. Pankartı açan el kirliydi; ama ipi çekenler hâlâ perde arkasında kirli yüzlerini gizleyebiliyor. O perde, bir zamanlar Monşer ‘in gömleğiyle örtülmüştü; şimdi halkın iradesiyle aralanıyor.
Türkiye’nin dış politikası artık sipariş sloganlarla değil; siper ruhuyla yürütülüyor. Kıbrıs’ta Mavi Vatan gibi sadece bir harita değil; bir mirastır. O miras, Erbakan’ın çizdiği hilalde, Fidan’ın yürüttüğü diplomaside, halkın sessiz ama derin onayında yaşıyor.
Monşer veya Monşer’ler ne derse desinler, hangi senaryoyu yazıp hangi filmi çevirirlerse çevirsinler…Yol engebeli ve çetin olsa da öyle görünse de endişeye ve telaşa mahal yok…
Kıbrıs’ta açılan o pankart, zincirin sesi değil; siparişin yankısıydı. Ama halk, zincirin ne zaman özgürlük ne zaman esaret olduğunu bilir. Zinciri kırmak için değil; mirası korumak için sessiz kalır.
Sessizlik, bazen en gür cevaptır. KKTC halkı o pankarta sessiz kaldı; çünkü cevabı bayrakta verdi. O bayrak, Erbakan’ın çizdiği hilal ile konuştu. Rüzgârla değil; iradeyle dalgalandı.
Türkiye artık Monşer ‘in gömleğini değil; kendi ceketini giyiyor. O ceket, yerli dikim; milli kumaş. Dış politikada artık terzi başkası değil; halkın iradesi. Bu yüzden sipariş pankartlar, siperin önünde duranı ürkütmez. Çünkü siperin önünde duran bilir: bağıranlar geçer, miras kalır.