“Acının Kalemi: Dostoyevski”

Ahmet Koçak / Bursa Vatan Medya Grubu
Dünyaca ünlü Rus yazar Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, yalnızca kaleminin değil, kaderinin de eşsizliğini tarihe kazımış bir isimdir. Onun edebi büyüklüğü; ne rahat bir hayatın, ne şansın, ne de refahın eseridir. Tam tersine, Dostoyevski’yi Dostoyevski yapan şey; yaşadığı derin acıların, travmaların ve felaketlerin içinden damıttığı insanlık halleridir.
Henüz çocuk yaşlarda, ayyaş bir baba ile veremli bir annenin arasında sıkışmış bir hayat sürdü. Annesini 16 yaşında veremden kaybetti. Babasına duyduğu kin o kadar büyüktü ki, ölüm haberini aldığında üzülmek yerine sevindi. Ancak bu duygu bile onun ne denli yaralı bir ruh taşıdığını anlatmaya yeter.
28 yaşında hapsedildi. Altı ay sonra, kurşuna dizilmek üzere infaz mangasının önüne götürüldü. Tam idam edilecekken Rus Çarı tarafından affedildi. Bu sahte infaz, onun ruhunda ömür boyu iz bırakacak bir travma yarattı. Kaderin cilvesiyle hayata dönmüş bir adamın kalemi artık daha ağır, daha keskin yazacaktı.
Annesine benzettiği, hasta bir kadınla evlendi. Onu da kısa sürede kaybetti. Epilepsi hastalığı, hayatı boyunca yakasını bırakmadı. Bir yazar için en büyük düşman olan zamana karşı, borç içinde yazdı. Kumar borçlarını ödeyebilmek için, bir haftada okunacak romanları üç günde yazdı.
Ancak bütün bu felaketler, Dostoyevski’yi yıkmak yerine büyüttü. Onun yaşadığı hayat olmasaydı, biz bugün “Suç ve Ceza”, “Yeraltından Notlar”, “Budala”, “Karamazov Kardeşler” gibi insan ruhunun derinliklerine inen başyapıtlarla tanışamayacaktık.
Belki de hayatın adaletsizliği, onun yazılarında adaleti bu kadar güçlü kıldı.
Yaşadığı her acı, kalemine kan oldu. Ve o kanla yazdığı satırlar, bugün bile insan ruhunun aynası olmaya devam ediyor.
Ahmet Koçak
Bursa Vatan Medya Grubu
ŞANSSIZLIK VE EZİLMEK İYİDİR (!)
Dünyaca ünlü yazar Dostoyevski, çocukluğunu ayyaş bir baba ve hasta bir anne arasında geçirdi. On altı yaşındayken annesini veremden kaybetti. Büyük bir kin duyduğu babasının ölüm haberini aldığında mutlu oldu. Yirmi sekiz yaşında altı ay hapiste yattıktan sonra tam idam edilecekken Rus çarı tarafından son anda affedildi. Annesi gibi veremli bir kadınla evlenip, akabinde onu da erken kaybetti. Kumar borçlarını ödeyebilme uğruna normal bir insanın bir haftada okuyacağı kitabı üç günde yazmak zorunda kaldı. Belki de en önemlisi epilepsi hastası olup, her an bir sara krizi geçirme ihtimalinin sırtına yüklediği yükten doğan stresle yaşamak zorunda kaldı. Bütün bunları yaşamasaydı ne o yazdığı şeyleri yazabilecekti, ne de biz yazdığı şeyleri okuyabilecektik. Yaşadığı şanssızlıklar, uğradığı zulümler onu büyük yazar yapmıştır.
Dünyaca ünlü şairimiz Nazım Hikmet, sık sık gözaltına alınır, yargı önüne çıkartılırdı. Onun etkileyici gücü kimi çevreleri ürkütmekteydi. Düzmece davalarla yaşamının on yedi yılı hapishanelerde geçti. En güzel şiirlerini Bursa Cezaevi’nde yatarken yazdı.1950 yılında ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen kampanyalar sonunda çıkarılan Genel Af Yasası’yla serbest kaldı. Ne var ki yaşamına yönelik komplolar nedeniyle yeniden yurtdışına çıktı. Ve ölene dek yurduna, halkına, sevenlerine hasret şiirleri yazacağı göçmenlik yılları başladı… Zaten etkili bir şairdir yaşadığı ezilmişlik onu şiirde en tepeye yerleştirmiştir.
Ünlü yazar ve şairimiz Sabahattin Ali, Almanca öğretmeni olarak görev yaparken komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla bir süre tutuklandı. Ardından devlet yöneticilerini eleştirdiği iddiasıyla tekrar tutuklandı. Önce Konya sonra Sinop Cezaevinde tutuklu olarak kaldı. Sinop Cezaevi’nde hükümlü bulunduğu sırada; adlandırmak yerine numaralandırdığı Hapishane Şarkısı adlı beş şiirinin sonuncusu ve en bilineni olan Aldırma Gönül’ü yazdı. Memurluktan ihraç edildi. Bu dönemde Aziz Nesin’le beraber çıkardığı Markopaşa dergisinde siyasileri eleştirmesi yüzünden çeşitli davalarla uğraşmak zorunda kaldı. Hakkındaki davaların aleyhinde seyrettiği bir dönemde Türkiye’den ayrılmak istedi ve Bulgaristan sınırını geçmek isterken kendisine kaçma girişiminde rehberlik eden Ali Ertekin tarafından milliyetçi gerekçelerle öldürüldü.
Yine dünyaca ünlü; üst üste konduğunda boyunu çok aşan kitaplar yazan Aziz Nesin, Kuleli Askerî Lisesinden üçüncülükle, 1937’de Harp Okulundan ikincilikle istihkâm asteğmen rütbesiyle mezun oldu. Kars’taki bölüğünü tahliye sırasında yolda karşılaştığı köylülerin askerden erzak dilenmesi üzerine, askerin tayınlarının bir bölümünü köylülere dağıttı. Bunun üzerine açılan soruşturmayla askerî mahkemede alınan kararla üsteğmen rütbesindeyken “görev ve yetkisini kötüye kullandığı” suçlamasıyla askerlikten uzaklaştırıldı “Nereye Gidiyoruz?” adlı yazısı nedeniyle; 12 Ağustos 1947’de 10 ay ağır hapis ve 3 ay 10 gün de Bursa’ya sürgün edildi. Demokrat Parti iktidarı, Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te gerçekleşen organize toplu saldırının bir “Komünist komplosu” olduğunu iddia ederek aralarında Aziz Nesin’in de olduğu, 100’e yakın solcuyu tutuklattı. Aziz Nesin hiçbir gerekçe olmaksızın 9 ay cezaevinde yattı. 2 Temmuz 1993’te Pir Sultan Abdal etkinliklerine katılmak üzere Sivas’a gitti. 37 kişinin yaşamını yitirdiği Madımak Oteli katliamından yaralı olarak sağ kurtuldu. 1995’te 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle hayatını kaybetti.
Dünyaca ünlü Şair ve Yazar Yaşar Kemal, üç buçuk yaşlarında iken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağın kayarak gözüne saplanması sonucu sağ gözünü kaybetti. Dört buçuk yaşındayken, babası camide namaz kıldığı sırada Van’dan göç ederken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu tarafından öldürüldü. Bu olaydan sonra on iki yaşına kadar kekemeliğe tutuldu.
Pamuk tarlalarında ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı. Adana’da arzuhalcilik yaptı. Dört ciltten oluşan seri romanı İnce Mehmet’i otuz iki yılda tamamladı. 1950’de komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla tutuklanıp Kozan Cezaevi’nde bir yıl hapis yattı.
…
Dünyadan ve ülkemizden benzer örnekler çoğaltılabilir. Ne şairler yazarlar böyle bir yaşamı seçmişler, ne de onlara zulmedenler onların büyük şair, büyük yazar olmaları için ezmişlerdir. Aksine yazamamaları için ellerinden geleni yapmışlar; başaramamışlar; kendi elleriyle onların devleşmesine neden olmuşlardır.
Sözlü ve yazılı olarak görüşlerini belirten kişilerden nasıl bir zarar geliyor ki ezilmeye çalışılıyor, eziliyor. Kimsenin bir şeyini çalmamış, eline silah almamış, kimseyi dövmemiş incitmemiş, kimseyi öldürmemiş; böyle bir insan nasıl suçlu görülüp sürgün edilir, hapislere tıkılır, öldürülür anlamak çok zor.
Şanssızlık yaşamamış, ezilmemiş kişilerden de az da olsa ünlü yazar ve şairler çıkmıştır. İlk akla gelenler Nobel ödülü alan Orhan Pamuk ve Müzisyen- Yazar Zülfü Livaneli’dir. Onlar üretmeye devam ediyorlar.
Günümüzde gazeteciler, şairler ve yazarlar hapse atılıyor, eziliyorlar. Onların içinden de Yaşar Kemaller, Nazım Hikmetler, Aziz Nesinler, Sabahattin Aliler çıkacaktır.
Şanssızlık ve ezilmek iyidir(!)
ahmet.kocak16@hotmail.com