Türkiye’nin Geleceği Tehdit Altında! Yeni Hedefleri “Su Kaynakları!”

Zafer Partisi GİK Üyesi Mahmut Kara, Türkiye’nin stratejik kaynakları üzerinden oynanan küresel senaryolara karşı çok sert bir açıklamada bulundu. Kara, “Enerjiyle, madenle, toprakla yetinmeyen küresel güçler şimdi gözlerini Türkiye’nin su kaynaklarına dikti. Bu bir tesadüf değil, doğrudan doğruya ülkemizin bekasına yönelik bir tehdittir” dedi.
Kara, yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Türkiye, yüzyıllardır emperyalistlerin hedefindedir. Bugün topla tüfekle değil, ekonomiyle, gıda ve enerjiyle kuşatılan ülkemiz için yeni tehdit susuzluk ve su üzerinden kurgulanan bağımlılıktır. Barajlarımız, yeraltı sularımız ve içme suyu kaynaklarımız üzerinde çok uluslu şirketlerin ve yabancı fonların projeler yürüttüğü artık gizlenemez hale gelmiştir. Bu tehdit sadece çevresel değil, doğrudan ulusal güvenlik sorunudur.”
“Su kaynaklarımız, yurt dışı destekli STK’lar, fonlanan çevreci görünümlü yapılar ve yerli iş birlikçileri eliyle kontrol altına alınmak isteniyor. Su üzerinden milletimize ‘yeni bir esaret zinciri’ dayatılmak isteniyor. Bugün sessiz kalırsak, yarın çocuklarımız bir damla suya muhtaç kalacak!” diyen Kara, acil ve kararlı adımlar atılması gerektiğini vurguladı.
Kara, sözlerini şu şekilde sonlandırdı:
“Zafer Partisi olarak bu ülkenin yer altı zenginliklerine, suyuna, toprağına, geleceğine sahip çıkmaya yeminliyiz. Göz koydukları bu son kale olan su kaynaklarımız için gerekirse gövdemizi siper ederiz. Milletimizin her bir ferdini uyanık olmaya, bu tehlikeye karşı sesini yükseltmeye çağırıyoruz. Bu bir çevre sorunu değil, bu bir VATAN MESELESİDİR!”
Enerji, maden, liman, tohum derken sıra artık Türkiye’nin damarlarında akan en hayati kaynağa geldi: Su.
Yıllardır bu milletin toprağını, emeğini ve doğal zenginliklerini parça parça elden çıkaran anlayış, şimdi gözünü su kaynaklarına çevirmiş durumda. Uzmanlara göre, bu sessiz süreç “21. yüzyılın en kritik özelleştirmesi” olma yolunda.
2011’DE BAŞLAYAN SESSİZ DÖNÜŞÜM
2011 yılında yürürlüğe giren Sulama Birlikleri Yasası, kamuoyuna “tarımsal verimliliği artırma” amacıyla sunulmuştu. Ancak aradan geçen yıllar, bu yasanın arkasındaki gerçeği daha net ortaya koydu.
Bu düzenleme, küçük çiftçinin suya doğrudan erişimini kısıtladı, tarımsal sulama yönetimini ise bürokrasi ve sermayenin kontrolüne teslim etti.
Köylünün, kendi tarlasındaki suyu dahi “izinle” kullanmak zorunda bırakılması, Türkiye tarihinde belki de en sessiz ama en derin özelleştirmelerden biri olarak değerlendiriliyor.
TARIMIN SU DAMARLARI ARTIK “YEREL GÖRÜNÜMLÜ KÜRESEL SİSTEMLERDE”
Devlet Su İşleri’nin (DSİ) yetkilerinin budanmasıyla birlikte, tarımın su damarları “katılımcı özelleştirme” adı verilen yeni bir yapıya bağlandı.
Bu sistem, ilk bakışta yerel bir yönetim modeli gibi görünse de, gerçekte uluslararası fonlar ve çok uluslu çıkar grupları tarafından şekillendirilen bir düzeni işaret ediyor.
Bugün artık hangi tarlanın sulanacağına, hangi ürünün yetiştirileceğine hatta hangi tohumun kullanılacağına bile çiftçi değil; su kaynaklarını yöneten birlikler karar veriyor.
Kısacası üreticinin kaderi, suyun kimde olduğuna bağlı hale getirildi.
AVRUPA’DAN VE BÖLGESEL AKTÖRLERDEN GELEN BASKILAR
Bu iç düzenlemelerin ötesinde, Türkiye’nin su egemenliğini tehdit eden bir başka cephe de dışarıda oluşuyor.
Avrupa Birliği’nin dayattığı Espoo, Aarhus ve Helsinki Sözleşmeleri, Türkiye’ye “uluslararası su” kavramını kabul ettirme çabasında.
Eğer bu tanım tam anlamıyla kabul edilirse; Fırat ve Dicle gibi stratejik öneme sahip nehirlerimizin yönetimi, Türkiye’nin elinden çıkacak ve çok uluslu denetim mekanizmalarının kontrolüne geçecektir.
Bu da demek oluyor ki; dağlarımıza düşen kar, o karın oluşturduğu ırmak, göl ve akarsular artık bizim değil, Brüksel’in onayıyla yönetilecek.
Üstelik bu masalarda yalnızca Avrupa ülkeleri değil, İsrail gibi bölgesel aktörler de söz sahibi olabilecek.
SUYUN KAYBI, EGEMENLİĞİN KAYBIDIR
Uzmanlar uyarıyor: Su yalnızca bir doğal kaynak değil, ulusal güvenliğin ve bağımsızlığın temelidir.
Bir ülkenin suyunu kontrol eden, aslında o ülkenin geleceğini kontrol eder.
Bugün farkında olmadan imzalanan her uluslararası belge, yarın “Bu suyu artık kullanamazsınız” denildiğinde karşımıza çıkabilir.
SU, BU MİLLETİN KIRMIZI ÇİZGİSİDİR
Su, Türk milletinin damarlarında dolaşan hayat kaynağıdır.
Bu nedenle suya yönelik her gizli plan, yalnızca ekonomik değil, millî egemenliğe uzanan bir müdahaledir.
Zafer Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi Mahmut Kara, yaptığı uyarıda şu çarpıcı ifadeleri kullandı:
“Bu milletin suyuna göz diken her girişim, toprağımıza uzanmış bir eldir.
Türk’ün suyu Türk toprağında kalmadıkça, bu milletin bağımsızlığı da susuz kalır.”
Yapılacak en büyük hata, suyun yalnızca bir “kaynak” olarak görülmesidir.
Oysa su, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek stratejik bir güçtür.
Ve bu güç, yerli, milli ve halkın kontrolünde kalmadığı sürece, bağımsızlık da pamuk ipliğine bağlı kalacaktır.