“Yazının Mutfağında: Şiir mi, Roman mı?”

Ahmet Koçak – Vatan Medya Grubu Köşe Yazısı
Yazarlar ve şairler…
Onlar sadece kelimelerle değil, aynı zamanda sabırla, emekle, tutkuyla yoğrulmuş ruhlarla üretir. Tıpkı bir aşçı gibi mutfağa girerler, kolları sıvarlar ve kelimelerden, duygulardan, hayallerden bir “yemek” hazırlarlar. Kimi zaman bu yemek şiir olur, kimi zaman öykü, makale ya da roman…
Ama içlerinde en zahmetli olanı, belki de en yorucusu: roman.
Ozanlara sorsanız, onlar “en zor olan şiirdir” der. Bu, belki de biraz da kalbin atışına, dilin ritmine, ruhun yankısına bağlı. Şiir anlıktır ama o an bazen yıllar alır. Roman ise bir ömürlük sabır ister.
Bazı yazarlar bir çırpıda döker sayfalara kelimeleri. Akışa bırakır kendini. Ama bazıları — özellikle yeni başlayanlar — kelimeleri, cümleleri, hatta noktalama işaretlerini bile sorgular. Oto sansür bir zırh gibi dolaşır üzerlerinde. Her cümle yazılır, silinir, tekrar yazılır. Uyumaya gidince bile zihinde hikâyenin kahramanları yürür…
“Roman kahramanım Seyfi çok küfürbaz biri oldu… Yarın ilk işim onun ağzını biraz temizlemek olacak. Bu kadar da olmaz ki!”
Yazar yatağa yatsa bile romanı hâlâ ayaktadır.
Çünkü yazmak sadece bir iş değil, bir yaşam biçimidir.
Yazarın mutfağında sadece harfler değil, hayat vardır.
Ve o hayat; kimi zaman okuru kahkahaya boğar, kimi zaman gözlerini buğulandırır. Ama ne olursa olsun, yazar yazmaktan vazgeçemez. Çünkü bu virüs bir kez kanına girmiştir.
Yazının en güzel yanı da budur: Onu pişiren de, yiyen de doyar.
BİR YAZAR NELER YAŞAR?
Yazarlar, şairler mutfağa girer, kolları sıvarlar. Onlar yemek yapmayı sever, bir türlü vazgeçemezler. Virüs bir kez kanlarına girmiştir. Bu yemek; bazen şiir, bazen makale, bazen öykü, bazen de roman olur. En zahmetlisi ve uğraştıranı ise romandır. Ozanlara göre şiirdir belki. Onlara sormalı.
Kimi yazarlar, ozanlar bir çırpıda yazarken, yeni başlayan ve kendisini çok oto sansürden geçiren kimileri zor yazarlar. Silerler yeniden yazarlar. Yatağa yatınca tüm kahramanlar uslarından geçer;
“Roman kahramanım Seyfi çok küfürbaz biri oldu. Yarın ilk işim onun küfürlerini sileyim. Bu kadar da küfür, argo olmaz ki!
Sevişme sahnelerinde çok mu ileri gitti bu Kazım? Gerçi sevişmek de yemek yemek gibi doğal bir gereksinimdir, dozajında yazılabilir. Ya çok tepki alırsa? Adaam boşver! Kim uğraşacak onunla. Sabah ilk işim Kazım’ın ağzının payını verip, ahlakını düzeltmek olacak…” Hayali kahramanlarla cebelleşir durur yazar.
Kimi acemidir hazırladığı yemeği sofraya ürkek ürkek sunarken; usta olanlar her malzemeden göz kararı koyarak yemeğini bir çırpıda hazırlar ve: “İşte size nefis bir yemek. Zıkkımlanın! Beğenmeyeni yakarım!” edalarıyla getirirler sofraya. Önceden beri çok yemek sunduğundan, okuyucusunun damağını alıştırdığından olsa gerek; usta yazarların pahalı yemekleri kapışılırken, gazetelerde röportajları çıkıp reklamları yapılırken, yeni başlayan ve ne yapsa tutunamayan yazar ve ozanlar yemeklerini bedavaya sunar, kimse dönüp bakmaz, bir türlü başarıyı yakalayamazlar. Hâlbuki yazdıkları okunsa burnundan kıl aldırmayanlardan çok daha lezzetli yemek sunmuşlardır ama bilen, tanıyan, özendiren yoktur. Kimi yılgınlığa kapılır bir daha mutfağa girmez. Kimi inatçıdır sürekli hazırlar sunar, yenmeyince moralini bozmaz çöpe atar, tekrar yazar.
Kitabı yazar, bitirir, dosyayı hazırlar. Sorunlar bitmez. “Ya yayınevinden biri eserimi çalar, kendisi yazmış gibi yayımlarsa? Tüm emeklerim boşa giderse!” Kitap taslağı fotokopiyle çoğaltılıp noterden onaylatılır ve ya bir yakına e posta ile gönderilir. “Şimdi çalsınlar da görelim bakalım! Burnundan getiririm alimallah!” Sanki çalıp başka bir yayınevinden bastırsa binlerce kitap içinden kendi kitabını bulacak da…
Yayınevine dosyasını gönderir. Üste para isterler. Sözleşme gelir; kitabınızın satış hakkını aldıkları gibi size bedava on kitap vereceklerini, daha fazla isterse yüzde elli indirimle göndereceklerini söylerler. İmzalar gönderir.
Para ödendikten sonra editör devreye girer. Kitaptaki yazım hatalarını düzeltip geri size gönderir. Yazarken defalarca okuduğu sayfalarca kitabı bir kez daha okur, bulduğu onlarca hatayı editöre bildirir.
Her şey yoluna girmiş, kitabı basım aşamasına gelmiştir. Hatalar en aza indirilmiştir. Kapak tasarımı için tekrar dönerler. Kapak da seçilir. Dokuz ay on gün geçmiş doğum yaklaşmıştır. Heyecanlı bir bekleyiş başlar. Bir ay içinde basılacaktır. Bir ay geçer ses seda gelmez. Sizi alır bir sızı. “Acaba parayı aldılar kitabı basmayacaklar mı? Ya, yayınevi kapanmış, sahibi yurt dışına kaçmışsa?” Vesveseler rahat bırakmaz. Bir hafta sonra yayınevini arar sorar. “Efendim çok yoğun olduğumuzdan kitabınızın basımı biraz gecikti. Bundan dolayı çok özür dileriz. Ben hemen ilgilileri uyararak kitabınızın basımını çabuklaştırayım.” der bir yetkili. Teşekkür eder yine beklemeye başlar.
Nihayet kitabınızın basılıp dağıtıma çıktığı haberi gelir. Evladı doğmuş baba gibi kabınıza sığamadan kitapların gelmesini bekler. Nihayet kitaplar gelir. Koli açılır. Önce bir bir kitaplar koklanıp mis gibi kokusunu (yeni doğmuş evlat gibi) ciğerlere çekilir. Bu benim eserim diye kendisiyle gurur duyulur. Şöyle bir sayfaları karıştırıp okumaya başlar ki editör sonraki düzeltmeyi dikkate almamış hatalarıyla basılmıştır. Çocuğu sakat doğmuş babanın ruh haline bürünür. Yayınevini aranır durum iletilir; “Özür dileriz dikkatlerden kaçmış. İkinci baskıda düzeltiriz efendim.” der başlarından savarlar. Olan olmuştur. Yapacak bir şey yoktur. Her acı zaman içinde küllendiği gibi o acınıza da küllenir. Hemen sosyal medyadan kitabınızı paylaşırsınız.
Okuyuculardan gelen övgüler sizi tekrar bir kitap yazmaya isteklendirir. Kafada hazır olan diğer kitaba başlarsınız. Çok zevklidir kitap yazması. Bu dünyadan göçerken evlatlarınızla kitaplarınız kalır sizden yadigâr. Üç yüz yıl sonra kimse sizi anmaz, anımsamaz. Kitaplarınız yaşamaya, sizi anımsatmaya devam eder. Ömrü yüzyıllarca sürecek bir eseriniz kalacaktır.
Yazar, eşinden, çocuklarından takdir ve güzel bir iltifat beklerken gözlerinin içine bakar ya, yazarlar, şairler de okuyucuların gözlerinin içine bakar ve övgü ve takdirleri dört gözle beklerler.
Az bir okuyucu emeğe saygıdan dolayı; “Çok güzel olmuş! Eline sağlık” der. Geri kalanı burunlar kıvrılmış vaziyette;
“Karnım tok. Yemem.”
“Tuzu eksik olmuş.”
“Acısı biraz fazla kaçmış. Dilim damağım yandı”
“Yağı, şekeri fazla olmuş kesildim yiyemedim.” derler.
Sayın okuyucu, “ benim adım Hıdır, elimden gelen budur. Hadi şimdi sizi mutfağa alayım. Siz yapın bir de ben bakayım tadına.” deseniz, “ben yemek yapamam ama iyi yemeği bilirim.” der, hepsi arazi olurlar…
ahmet.kocak16@hotmail.com