Veli Beysülen: “Eğitimde Bilim ve Laiklik Şart, Çocuklarımızın Geleceği Tehlike Altında”

  • 08 Eylül 2025
Veli Beysülen: “Eğitimde Bilim ve Laiklik Şart, Çocuklarımızın Geleceği Tehlike Altında”

Emekli-Sen’in önceki Genel Başkanı, sendikacı Veli Beysülen, 2025-2026 eğitim öğretim yılının başlamasıyla birlikte, Türkiye’de eğitimin geldiği duruma yönelik sert açıklamalarda bulundu. Beysülen, yüksek enflasyon ve siyasi iktidarın sınıfsal tercihleri nedeniyle eğitime yeterli bütçe ayrılmadığını, bunun da milyonlarca öğrenciyi nitelikli eğitim alma hakkından mahrum bıraktığını vurguladı.

“Bugün milyonlarca çocuğumuz için ders zili çaldı ama birçoğu eğitim eşitsizliğine mahkûm edilmiş şekilde sınıfa adım attı” diyen Beysülen, iktidarın ideolojik yönelimli ve bilim dışı eğitim politikalarını da eleştirdi:

“Eğitim, siyasi iktidarın ideolojik arka bahçesi değildir. Eğitim, bilimin ışığında ve laik temelde yapılandırılmalıdır. Aksi halde bu ülkenin çocukları değil geleceği, geçmişe hapsedilmiş olur.”

REKLAM ALANI

Eğitimde dinselleşmenin ve etnik/dini tekçilik anlayışının, çağdaş nesiller yetiştirme hedefiyle taban tabana zıt olduğunu vurgulayan Beysülen, şunları kaydetti:
“Eğitimdeki en önemli unsur, çocuklarımızın evrensel bilgiyle donanmasıdır. Bilimsel ve laik bir eğitim, sadece bireyin değil, toplumun da ilerlemesini sağlar. Eğer çocuklarımız nitelikli, çağdaş, sorgulayıcı bir eğitim almazsa; ülke olarak ne ekonomik ne sosyal ne de demokratik anlamda ilerleme şansımız kalmaz.”

Anayasayı hatırlattı

Beysülen, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 42. maddesinin açıkça eğitimin çağdaş bilim esaslarına göre yapılması gerektiğini belirttiğini de hatırlatarak, devletin bu temel ilkeye uyması gerektiğinin altını çizdi:

“Devletin görevi; eğitimi cemaatlerin, tarikatların eline bırakmak değil, çağdaş, bilimsel, eşit ve parasız bir şekilde sunmaktır.”

Yeni eğitim-öğretim yılının tüm öğrenci, öğretmen ve velilere hayırlı olmasını dileyen Beysülen, sözlerini şöyle tamamladı:

“Bu ülkenin çocukları lüks semtlerdeki özel okullarda değil, her mahalledeki devlet okullarında eşit koşullarda geleceğe hazırlanmalıdır. Gerçek kalkınma, sınıfta başlar!”

İşte o yazı…

EĞİTİM DEVLETİN TEMEL GÖREVİDİR!

Bugün ilk ve orta öğretimde okuyan milyonlarca çocuk için ders zili çaldı. Gerek yüksek enflasyon gerekse iktidarın sınıfsal tercihinden dolayı bütçeden eğitime yeterli kaynak aktarmaması, milyonlarca aileyi çocuğunun iyi bir eğitim almasını sağlama olanaklarından yoksun bırakıyor. Halbuki ülkenin geleceği çocukların sağlam temellere oturtulmuş bir eğitim sisteminin vereceği eğitimi almaları oldukça önemlidir. Eğitimin bilimle bağı iyi kurulduğunda, gelecek kuşaklar ülkenin ileri gitmesi ve toplum refahının sağlanması için gerekli bilgi ve donanıma sahip olacaklardır. Daha açık bir ifade ile eğitimin etnik ve dini tekçilikten uzak, bilimsel ve laik olması, yetişen kuşakların toplumu ileriye taşımasını sağlayacaktır. Kuşkusuz böyle bir eğitim sistemiyle yetişen kuşaklar sadece içinde bulundukları topluma değil, dünya genelinde bilime sunacakları katkılarla tüm insanlığa da yararlı bireyler olacaklardır. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42. maddesi de eğitimin devletin gözetiminde çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre olmasına vurgu yapmaktadır.

Daha önce de yazılarımda üzerinde durduğum gibi Türkiye’de eğitimin, eğitim alanını düzenleyen kanun ve mevzuat ile iktidarın izlediği ekonomik ve sosyal politikaların yol açtığı devasa sorunları var. Kuşkusuz eğitim alanında yaşanan sorunların başında eğitimin laik ve bilimsel olmaktan uzaklaştırılması gelmektedir. Ancak eğitimin tek sorunu bu değildir. 23 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın sınıfsal tercihinin yaşanan sorunlarda önemli payı vardır. Zira iktidarın sınıfsal tercihi ile izlediği özelleştirme politikaları, eğitim ve öğretim alanını yoksul aile çocuklarına kapattı.

İktidarın özellikle Cumhurbaşkanının övündüğü sözde yeni Türkiye’de, kentlerin en gözde yerlerinde yerden mantar biter gibi özel okullar açıldı. Kendi okullarına kaynak aktarmayan, eğitimin daha az öğrenci sayısı ile daha kaliteli verilmesini sağlamak için okul binaları yapmayan, okulların temizlik ve güvenlik gibi en temel hizmetlerini bile okul aile birliklerine yükleyen, okulda öğrencilere bir öğün sıcak yemek vermeyen devlet, özel okullara teşvik aktarmaktadır.

Halbuki kötüledikleri eski Türkiye’de eğitimin her kademesi, yurttaşın cüzi katkıları ile devlet tarafından verilirdi. Bu özelliğinden dolayı eğitimin ilk ve orta kısmı devlet okullarında eşit ve parasızdı. Kitap ve benzeri ders alet ve edevatları çoğu zaman ücretsiz olarak sağlanırdı. Tüm bunlara bakınca görüyoruz ki başta Cumhurbaşkanı iktidar sözcülerinin eski Türkiye’de yoktu dedikleri, eşitsizlik üreten ve yoksul çocuklarının okumalarını engelleyen özel eğitim sistemidir. Kuşkusuz özelleştirme, eğitimde eşitliği dinamitledi ve eğitimi parası olanın alabildiği olmayanın ise alamadığı ticari meta haline getirdi. Zira devlet okullarında eğitimin kalitesi geriledi, ezbere dayanan daha çok çocuğu küçük yaşta eğitimden koparan, aileleri bir an önce hayata atılsın düşüncesine iten niteliğe büründürüldü.

Elbette eğitimin özelleştirilmesinin tek sonucu, eğitimde eşitliği yok etmesi ve devlet okullarında kalitesinin düşmesi değil. Çünkü bu politika aynı zamanda, halkın vergilerinden oluşan merkezi bütçe ile kıt kanaat geçinen yurttaşların aile bütçesinden özel okullara kaynak aktarılması ve atanamayan işsiz binlerce eğitim emekçisinin emeğinin sektörde sömürülmesi gibi iki önemli sonucu vardır. Öte yandan çocuğunu özel okula veremeyen mali gücü olmayan aileler, çocuklarını içi boşaltılmış, kalitesiz eğitimle hayata hazırlamak zorunda kalmaktadırlar.

Tüm bunlar 1980’lerden itibaren uygulanan, kapitalizmin yeni liberal ekonomik politikasının ülke eğitimini getirdiği noktadır. Bunun en vahim sonucu ise ortaokul çağında olan 9-10 yaşındaki çocukların okuldan kopmalarıdır. Bu kopma erkek çocukların küçük yaşta eğitimsiz, cahil yığınlar olarak sanayinin ucuz iş gücü olmalarına kız çocuklarının ise yine küçük yaşta evlendirilmelerine, eş, anne, yaşlı ve çocuk bakıcısı olarak eve kapatılmalarına yol açmaktadır. Kuşku yok ki, kız çocuklarına biçilen rol iktidarın aile kavramına yüklediği işleve uygun bir roldür.

Durumun daha iyi kavranması için iktidar sözcüleri ile sermaye örgüt yöneticilerinin açıklamalarının bilinmesinde yarar var. Örneğin; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 8 yıllık kesintisiz eğitim sisteminin yerine 4+4+4 zorunlu eğitim sistemine geçiş sürecinde, “Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz” diyerek kendisine oy veren kitleye mesaj verirken, 6 Eylül 2023 tarihli konuşmasında ise, “Mesleki ve Teknik eğitimde müfredatın güncellenmesini, staj ve işbaşı eğitimi programlarının yaygınlaştırılmasını sağlayacak şekilde yönetim ve finansman konuları da dahil olmak üzere, özel sektörle iş birliğini artıracağız.” demişti. İki konuşma birlikte okunduğunda görülecektir ki AKP dayandığı muhafazakar tabanın beklentileri ile iktidarını sürdürmesinin teminatı olan sözde modern burjuvazinin beklentilerini göz ardı etmeden yeni bir eğitim sistemini bu ülkeye yerleştirmiştir. Kısacası iki açıklamanın her biri hitap ettiği kitle açısından farklı olsa da, iktidar devamlılığının teminatı olan iki toplumsal katmanın beklentilerini bir arada karşılama yeteneğini ortaya koymuştu.

Maslesef Cumhurbaşkanının 6 Eylül 2023 tarihindeki konuşması, çocukların emek sömürüsüne tabi tutulmalarını sağlayacak müfredat dahil tüm düzenlemelerin özel sektörün istekleri doğrultusunda yapılacağının ilanıdır.

Cumhurbaşkanının eğitimde bir dönüşüme işaret eden ve Anayasanın ilgili maddesinin devlete yüklediği görevi özel sektöre ihale ettiklerini ilan eden bu açıklaması üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir açıklamadır. Zira Cumhurbaşkanına bunu söyleme rahatlığı sağlayan, 1970’li ve 1980’li yıllarda yapılan darbelerin topluma dayattığı tekçi eğitim sisteminin yetiştirdiği milliyetçi/muhafazakâr toplumsal yapı ile iktidarın eğitimi dini temellere oturtma çabalarına karşı tutum alan muhalefetin, eğitimin burjuvazinin ara eleman sağlansın yönündeki talebini yerine getirmesine yeterli tepki vermemesidir.

Oysa başında bulunduğu iktidarın, çocukları eğitimden koparan ve özel eğitimi teşvik eden düzenlemeler yaptığı süreçte Erdoğan, “Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz.” demek suretiyle yoksul ailelerin çocuklarını çocuk yaşta sermayenin hizmetine sunma yönündeki sınıfsal tercihlerini gizlemişti. Maalesef iktidarın bu niyet gizleme taktiği işe yaradı ve başta ana muhalefet partisi, muhalefetin geneli AKP’yi anayasanın laiklik ilkesini ortadan kaldırmakla suçlarken, anayasanın eşitlik ilkesinin çiğnendiğini ve parası olan ile olmayan ailelerin çocuklarının eşit eğitim alma olanaklarının ortadan kaldırıldığını yeterince dillendirmediler. Ve yine muhalefet aynı şekilde Anayasanın eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi başlıklı 42. maddesinde ifade edilen, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Eğitim ve öğretim, devletin başta gelen ödevlerindendir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.” düzenlemesine rağmen, devletin düzenleyici olmaktan vazgeçmesinin yoksul çocukları eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakacağını, bunun ise  anayasanın 10. ve 42. maddelerine aykırı olduğunu yeterince dillendirilmedi.

Nitekim AKP’nin yaptıklarının halktan gizlenen asıl amacı, bir süre sonra zamanın Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından, “Türkiye’nin ara insan gücünde eksikliği var. Asıl projemiz meslek liselerini güçlendirerek üniversitedeki yığılmayı azaltmaktır.” şeklinde açıklanmıştı.

Geçen eğitim yılının başlangıcında Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci, parasız, zorunlu eğitim süresini  kısaltmak üzere 4+4+4’ü değiştireceklerini açıklamıştı. Bu açıklama çocukların daha küçük yaşta, sanayide çalışmalarının önünü açmaya hazırlandıklarının ilanıydı. Kendisi özel eğitimci olan Yelkenci, şu anda eğitim alanında en üst karar mercii olan Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyesidir.

Öte yandan iktidarın işveren kolu, Müştakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Burhan Özdemir bir süre önce, “Liseler daha kısa sürmeli çünkü sanayi eleman bulamıyor.” diyerek tartışmaya katıldı. İlginç değil mi? TÜİK tarafından açıklanan dar tanımlı işsizliğin %8, geniş tanımlı işsizliğin çalışabilir nüfusun 1/3’ü kadar olduğu Türkiye’de işverenler eleman bulamıyorlarmış. Tabii ki onların bulamadıkları eleman, kendilerine itaat edecek elemandır.

Maalesef Türkiye’de eğitim paralı hale getirildi ve devlet okullarına üvey evlat muamelesi yapılırken özel eğitim kurumlarına bütçeden kaynak aktarılıyor. Aileler çocuklarını özel okula göndersinler diye öğrenci başı eğitim desteği veriliyor. Ailelere veriliyormuş gibi gösterilen bu destek özel eğitim kurumlarına veriliyor. Kısacası yurttaşların vergilerinden özel eğitimi teşvik için özel okullara çeşitli teşvikler verilirken, devlet kendi okullarının temizliğini yapacak eleman bile istihdam etmiyor. Okulların kırtasiye ihtiyaçları karşılanmadığı için okul idarecileri velilerden kırtasiye talep etmek zorunda kalıyorlar. Maalesef bugün ülkenin dört bir yanını sarmış olan kolejlerde, parası olan zenginlerin veya bankalardan kredi çekmek zorunda kalarak borçlanan orta sınıfa mensup yurttaşların çocukları görece daha iyi eğitim alırken, Anadolu’da imkânı olmadığı için eğitime ulaşamayan birçok çocuk okuma olanağından mahrum kalıyor. Ne yazık ki, ülkeyi yönetenler parası olmadığı için çocuğunu koleje gönderemeyen ailelerin çocuklarını meslek eğitimi adı altında sermayenin insafsızlığına terk ediyorlar.

Anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesi ile 42. maddesinde ki, “Eğitim ve öğretim, devletin başta gelen ödevlerindendir.” ilkesine aykırı olan bu uygulama, bu ülkenin milyonlarca zeki çocuğunun okumasının önünü kapatıyor. Halbuki eğitim, devletin tüm yurttaşlarına parasız ve ulaşılabilir şeklide sunması gereken temel görevlerindendir.
Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ