“MAALESEF BUGÜN ÜLKEMİZDE HUKUK DEVLETİ İLKELERİ YERLEBİR EDİLMİŞTİR”

2025-26 Adli Yılı, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi’nde düzenlenen tören ve kokteylle başladı. Bursa Valisi Erol Ayyıldız, Bursa yargı protokolü, Bursa Barosu başkan ve yöneticileri ile avukatlar, hakim-savcılar ve yargı personelinin katıldığı tören, BAM girişindeki Atatürk anıtına çelenklerin sunulmasıyla başladı. Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun da Atatürk’ün manevi huzuruna çelenk bıraktı. Katılımcılar daha sonra BAM ön büro alanındaki kokteyle davet edildi. Adli Yıl açılışı böylece sona erdi.
Bursa Barosu Başkanı Av. Metin Öztosun, 2025-26 Adli Yılı açılışı nedeniyle yaptığı yazılı açıklamada, “maalesef bugün ülkemizde hukuk devletinin en temel ilkeleri yerle bir edilmiştir” dedi.
Öztosun’un açıklaması şöyle:
“Her ne kadar yürütme temsilcileri tarafından neredeyse her gün ‘Türkiye’de yargı bağımsızdır, hukuk üstündür’ dense de, hukukun üstünlüğü endeksinde en alt sıralara demir atmış olan yerimiz ve halkımızın adalete olan inancının Cumhuriyet tarihinin en alt seviyesine inmesi de zaten bu beyanların altının ne kadar boş olduğunu bize gösteren verilerdir.
Bu istatistik veriler olmasa bile bugün de tıpkı geçmişte Ergenekon/Balyoz vb süreçlerde yaşanıldığı gibi, ‘soruşturmanın gizliliği, suçsuzluk karinesi, delilden sanığa gidilme’ vb temel anayasal ve yasal hakların yok edildiği, bizzat kendi ağızlarından itiraf ettikleri gibi ‘görevli gazeteciler’ eliyle önceden haberi yapılan soruşturmalarda tüm bu hakları ortadan kaldıran ya da ağır şekilde zedeleyen algı yönetimlerinin yaygın halde kullanılması ve daha yargılanmayan insanlar hakkında bu sözde ‘görevli gazeteciler’ medya veya sosyal medya trolleri eliyle adeta ‘suçluluk karinesi’ yaratılması, hukukun ve anayasanın fiilen ne halde olduğunu, ne hale getirildiğini bizlere apaçık göstermektedir.
2025 yılında ülkemizin ve mesleğimizin içinde bulunduğu durumu yeniden gözden geçirmek gerekirse;
Daha önce de defalarca tekrar etiğimiz üzere 2017 Anayasa değişikliğiyle devletin tüm kuvvetlerinin örtülü olarak yürütmede birleştiği, yürütmeye karşı itiraz, denetleme mekanizmalarının neredeyse hiç işlemediği;
Bu durumun kaçılmaz sonucu olarak yargının, bireyle devletin, güçlüyle güçsüzün, iktidarla muhalefetin karşı karşıya kaldığı dikey adalet uygulamalarında, maddi hukuk ve usul hukuku yasalarını ve hukuk güvenliği ile öngörülebilirliğini alt üst eden kararlar verdiği, yargının araçsallaştırıldığı;
TBMM çalışmalarının şekli bir hal aldığı, yürütmeyi dengeleme, denetleme fonksiyonunu artık yapamadığı, hatta tamamen yürütmenin etkisine girdiği;
Hukukun ve yargının araçsallaştırılması sebebiyle muhalif olan siyasetçi, basın mensubu, avukatlar, öğrenciler, sanatçılar ve sade vatandaşların kriminalize edilip tutuklandıkları ya da adli kontrollerle susturulmaya çalışıldıkları;
Düşünce ve ifade özgürlüğüne, toplantı ve gösteri haklarına yönelik kısıtlamalar ve hukuka aykırı müdahalelerle ülkemizin daha baskıcı otoriter bir rejimin kıskacına alınmaya çalışıldığı;
Bizzat RTÜK kanalıyla basına ve medyaya daha yayın yapmadan ” şunu yayınlama, bunu yayınlama seklinde ” sansür uygulanmaya çalışıldığı;
Kamu yayıncısı TRT’nin ifade özgürlüğünü kullanan sanatçıları diğer tüm sanatçılara gözdağı verecek şekilde işlerinden uzaklaştırdığı;
Yeni oluşan rejim sebebiyle, devlet yönetiminde hakikatten kopuşlar yaşandığı ve mevcut sistemin hukuki, sosyal ve ekonomik krizlere yol açtığı ve krizlerin artarak devam ettiği;
Siyasi fikirlere ve siyasal özgürlüğe ve onun en temel göstergesi olan seçme seçilme hakkına yönelen yargının araçsallaştırıldığı kararlar veya sonrasındaki kayyum örnekleriyle, muhalif belediye başkanları ve siyasi parti liderlerinin, gazetecilerin tutuklanmalarında olduğu gibi hukuku ve demokratik devleti yerle bir eden müdahalelerin olduğu;
Cumhuriyet kazanımlarının, laik demokratik hukuk devletinin temelleri aşındırılarak kullanılmaz hale getirilmek istendiği, laiklik ilkesinden uzaklaşıldığı, içinin boşaltıldığı, naslara, dogmalara göre yönetimsel kararları alındığı, milli eğitim başta olmak üzere yeni anti-laik bir yapılanma sürecine girildiği;
Tüm bu hukuk politik anlayışın sonucu olarak kadın haklarını geriletmek isteyen çağdışı anlayışlara, tarikatlara prim verildiği, 6284 s.lı yasaya uluslararası koruma sağlayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı sonrası kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ile çocuk istismarı vakıalarının her geçen gün daha da arttığı;
Bu hukuksuzluk ortamında çevre ve doğa talanının ve katliamlarının devam ettiği, yeni yasal düzenlemeler sonrası verilen yeni maden izinleri ile bu talan ve katliamın devam ettiği, tüm bunların sonucu olarak ülkede ağır susuzluk ve kuraklık yaşandığı, barajların kuruduğu, tarım üretiminin düştüğü, milyonlarca insanın temel gıdaya ulaşmakta zorluk çektiği;
Demokrasinin temeli olan; demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların, meslek örgütlerinin bulundukları beyanlar, aldıkları tavırlar ve itirazlar sebebiyle kriminalize edildiği ve düşmanlaştırıldığı, İstanbul Barosu örneğinde olduğu gibi haksız hukuksuz davalarla seslerinin kısılmak istendiği;
En temel Anayasal haklar olan düşünce ifade özgürlüğüne, barışçıl protesto gösteri haklarına ağır ve hakların özünü kaldıran müdahalelerin olduğu, gösteri yapanların tutuklanarak diğer gösteri yapacaklara ve topluma gözdağı verildiği, ceza ve CMK kurallarına aykırı soruşturmalar yapıldığı;
İdare hukukun en temel kurallarının altüst edilerek diploma iptal kararlarının verildiği, bu hukuksuz kararlara karşı sahte diploma skandallarının yeterince araştırılmadığı ve ucunun nereye gittiğinin kestirilemediği;
Yürütmenin politikalarına karşı olanların hukuk güvenliğinin kalmadığı, AİHM kararlarının tanınmadığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının tartışılmaya açıldığı ve uygulanmadığı görülmektedir.
CMK’ya göre bir tedbir olan tutuklamanın, rakip siyasal düşünceleri ve siyasetçileri engellemek, toplumun sesini, itirazlarını kesme ve cezalandırma aracı olarak kullanılınca, yasalar bizzat soruşturma ve kovuşturma makamlarınca siyasal saiklerle eğilip bükülünce, toplumun, gençliğin, emeklilerin, işçilerin çaresizliğini ve umutsuzluğunun görmezden gelinerek yasalarla sadece ülke gelirlerinin çoğunluğunu elinde bulunduran bir avuç azınlığın hakları korununca, toplumun bir arada yaşamasını sağlayan o adalet kavramının bu kadar ağır yara alması da kaçınılmaz olmaktadır.
Bahsettiğim gibi hep beraber, Anayasanın ve hukukun üstünlüğünün delik deşik edilerek kevgire döndürüldüğü, demokratik hukuk devletinin ağır yaralı olduğu, otokratik devlet emareleri veren bir düzeninin içinden geçiyoruz.
Bizler yasaların, yanlış uygulanması, uygulanmaması, üst hukuk normlarına aykırı olması ile yargının bağımsızlığını yitirip, siyasallaşması, araçsallaştırılması ve buna bağlı sorunlarla uğraşıyoruz. Bu sorunlar çoğaldıkça da devletin temeli olan adalete ulaşmamız zorlaşıyor. O zorluk arttıkça adalete olan inançla beraber adaletin kudreti de yok oluyor. Kudretini ve güvenini kaybetmiş adalet mekanizması sonunda toplumsal sosyal bağları da kopararak devlet mekanizması içinde koca bir boşluk oluşturuyor. O boşluk da bir kara delik gibi hukuku, demokrasiyi, ahlakı, ekonomiyi ve her şeyi içine doğru çekerek yok ediyor. Bizlerin uzun süredir ifade ettiği ancak son zamanlarda adı da konduğu üzere ağır bir sosyal çürüme de buna eşlik ediyor. Bu da aslında devlet yapısının kıyameti demek… O yüzden devletin temeli olan adalet yoksa o devlet örtülü veya gizli bir çöküşe doğru gidiyor. Bunun toplumsal yansımasını tıpkı 1990’larda olduğu gibi adaletin kudretini kaybettiği alanlara yerleşen karanlık hukuksuz yapıların yaygınlaşmasından ve hatta denize düşen yılana sarılır misali bazı mafyatik figürlerin toplumda yaygın itibar görmesinden de anlamaktayız.
Bu sebeplerle de hukukun en temel fonksiyonu Adalet bu kadar yaralı olunca hukukun diğer temel fonksiyonları olan düzen ve ihtiyaçları giderme fonksiyonu da işlevini yerine getirilemez hale gelmekte.
İşte tüm bu sosyal, hukuksal ve politik iklimin sonucu oluşan ağır krizlerin yansımalarını mesleğimizde de görüyoruz. Avukatlık mesleği bugün;
Yıllardır tüm çabalarımıza rağmen biriken sorunlara çözüm bulmak yerine avukatı iş yaparken daha da etkisizleştiren gerek adliye de gerekse tapu, nüfus müdürlüğü gibi kamu makamlarında kısıtlamalar ve uygulamalarla avukatı adliye ve işlev dışı alana iten bir anlayışla mücadele etmek zorunda kalmaktayız.
Halen avukatlık asgari ücret tarifesinin 5 de biri gibi ücretlere CMK zorunlu müdafiliği yapmak durumunda kalmakta, bağlı çalışan avukatlar düşük ücretlere çalışmakta ve iş güvencesinden yoksun bulunmaktadır.
Öte yandan avukatlık mesleğinin kamu hizmeti niteliği de gün geçtikçe aşındırılmakta, temelinde ‘savunma hakkı’ ve ‘hak arama özgürlüğü’ olan avukatlık, toplumsal sorunlar ve etik değerlerden daha çok piyasa kuralları öne çıkarılarak yeniden yapılandırılmaktadır. Halkın yargıya erişim ve adil yargılanma hakkı da bu şekilde de adım adım ortadan kaldırılmaktadır. Bu ve benzeri birçok sorunların ve bunların siyasi irade tarafından yasal ve ekonomik düzenlemelerle çözülmek istenmediği bu suretle de avukatların etkisizleştirildiği boğucu ve yakıcı bir ortamla karşı karşıya kalmaktayız.
Hak arama özgürlüğünün, halkın savunma hakkının ve hukuk devletinin ve adil yargılanma hakkının güvencesi olan Avukatların tam bir özgürlük, bağımsızlık ve geçinme kaygısı olmadan mesleğini icra edemediği, yargılama faaliyetine katılamadığı bir ortamda bağımsız ve tarafsız yargıdan, adil bir yargılamadan ve adil bir devlet düzeninden söz edilemez.
Ancak herkes bilmelidir ki; hukukçu-avukat adaletsizliğe, hukuksuzluğa tüm gücüyle itiraz eden kişidir. Onun karakteri haksızlıkla uzlaşı üzerine kurulamaz. Çünkü ‘haksızlıkla uzlaşı’ adaletsizliğe kısmen de olsa boyun eğmektir. Çünkü avukat adaletsizliğe, hukuksuzluğa direnmezse eninde sonunda bu adaletsizliğin ve hukuksuzluğun kapısına dayanacağını bilen mesleki varoluşunun anlamının ve mesleki sürdürülebilirliğinin ancak hukukun üstün olduğu yerde gerçekleşeceğini bilen insandır.
Tüm bu hukuksuzluk ve zorluklar içinde salt iş takipçisi seviyesine düşmemiş gerçek avukatlar olarak; büyük kan emicilerin toplumun kanını emmesini engellemek için de uğraşıyoruz. Ülkemizin arazilerinin, sularının, ağaçlarının çıkar uğruna yok edilmesine karşı durmaya devam ediyoruz. İktidar sahiplerinin bizlere kabul etmemiz için dayattıklarına katlanmayı değil, ona itiraz etmeyi, değiştirmeyi; geçmişi unutmadan aydınlık bir geleceği hayal ediyoruz. Bizler; hukukun halkın aleyhinde kullanılmasına, yargının iktidar ve güç uğruna araçsallaştırılmasına karşı duruyor; yasaların gerçeğe göre düzenlenmesini savunarak, yasaların içinde olan fakat gerçekte bir türlü uygulanmayan herkes için eşitlik, özgürlük, demokrasi ve adalet ilkelerini somut olarak insanla buluşturmak için mücadeleye devam ediyoruz. Çünkü bu mücadele sahip olduğumuz hem insani hem mesleki hem de tarih bilincin bir sonucudur. Bizler dün olduğu gibi bugün de tarihi yalnızca izlemiyor, bizzat o tarihin hukukun üstün olduğu, insan haklarının gerçekleştiği demokratik bir akışta akması için mücadele ediyoruz. Meslek yeminimize sadık kalarak kısık sesle değil yüksek sesle olana bitene itiraz ediyor ve tavır koyuyoruz.
Bursa Barosu olarak avukatsız adaletin olamayacağı bilinciyle; hiçbir adaletsizliğe boyun eğmeden, susmadan, şimdiye kadar kimsenin ilikletemediği cübbelerimizi hiç bir gücün önünde iliklemeden, meslektaşlarımızla beraber yılmadan, usanmadan, korkmadan, itaat ve biat etmeden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke edindiğimiz sözünde olduğu gibi ‘hak kuvvetten üstündür’ demeye devam edeceğiz.
Anadolu ve Rumeli müdafayı hukuk ve kuvayı milliye ruhuyla, Cumhuriyetimizi kuran kadrolarda yer alan ve bu anlayışı kuşaklar boyunca devam ettiren Bursa Barosu’nun başkanı olarak hepinizi saygıyla selamlıyor yeni adli yılın ülkemize adalet, demokrasi, eşitlik ve özgürlük getirmesini diliyorum.”