SENDİKACI VELİ BEYSÜLEN YAZDI: “İŞÇİNİN 1 TRİLYON LİRALIK KAYBI – MASADAKİ SESSİZLİĞİN BEDELİ”

  • 25 Ağustos 2025
SENDİKACI VELİ BEYSÜLEN YAZDI: “İŞÇİNİN 1 TRİLYON LİRALIK KAYBI – MASADAKİ SESSİZLİĞİN BEDELİ”

Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı ve deneyimli sendikacı Veli Beysülen, kamu işçilerinin toplu sözleşme süreciyle ilgili üçüncü yazısında çarpıcı tespitlerde bulundu. DİSK-AR raporuna dayandırdığı verilere göre, Türkiye’deki yaklaşık 17 milyon işçi, yüksek enflasyon ve gelir vergisi adaletsizliği altında ezilirken, işçilerin cebinden 1 trilyon TL’ye yakın bir tutarın adeta sermayeye aktarıldığını vurguladı.

Beysülen’in makalesinden dikkat çeken satırlar:

► 2025 Ocak ayında 1.894 TL olan enflasyon kaybı, Temmuz ayında 6.796 TL’ye yükseldi.
► Ortalama bir işçinin 7 aylık toplam ücret kaybı 58.450 TL oldu.
► 17 milyon işçinin toplam aylık enflasyon kaybı 114,3 milyar TL, vergiyle birlikte toplam erime 198 milyar TL olarak hesaplandı.
► Yedi aylık toplam erime: 972 milyar TL!

REKLAM ALANI

Beysülen, bu tabloya “kaynak transferi” adını verirken, Türk-İş ve Hak-İş’in toplu sözleşme sürecindeki sessizliği eleştirdi. Bu pasif duruşun, sadece kamu işçilerine değil, tüm işçi sınıfına fatura çıkardığını ifade etti:

“Sendikalar ile hükümet masada otururken, 600 bin kamu işçisi oyalandı, işçinin alın teri pula döndü. Bu sessizlik, sermayeye kaynak aktarma aracına dönüştü.”

Beysülen’in mesajı net:
İşçinin hakkı masada değil, sokakta, örgütlü mücadelede kazanılır.

İşte o yazı…

EMEK MÜCADELESİNDE YENİ BİR SIÇRAMAYA İHTİYAÇ VAR! (3)

Bu yazının daha önce yayımlanan iki bölümünde kamu işçileri toplu sözleşme sürecini değerlendirmiştim. Geçen hafta yayınlanan bölümde, DİSK-AR’ın enflasyon ve vergi dilimlerini esas alarak yaptığı hesaplama sonucu hazırladığı raporda, iki konfederasyon Türk’İş’le Hak-İş’in sessiz sedasız masada oturdukları süreçte işçilerin cebinden milyarlarca lira paranın uçtuğunu gösterdiğini belirtmiştim.

Aynı araştırma, Türkiye’de SGK kapsamında çalışan yaklaşık 17 milyon işçinin ücretlerinin artan enflasyon ve vergi yükü nedeniyle reel olarak hızla eridiğini gösteriyor. Örneğin; ortalama işçi ücreti 2025 Ocak ayında enflasyon nedeniyle 1.894 TL eridi. Bu miktar 2025 Temmuz ayında 6 bin 796 TL’ye yükseldi. Buna göre işçinin ortalama ücretinin 7 aylık birikimli erimesi 58 bin 450 TL oldu. Sonuçta toplam işçiler için 2025 Temmuz ayında aylık enflasyon kaybı 114,3 milyar TL’ye ulaşırken, enflasyon ve vergi toplam erime 198 milyar TL, 7 aylık toplam birikimli erime ise 972 milyar TL oldu. Daha açık bir ifade ile işçinin yaklaşık 1 trilyon lira parası, enflasyon ve vergi  yoluyla sermayeye aktarıldı. Bunun adı kaynak transferidir. Görüldüğü gibi sendikalar ile hükümet 600 bin kamu işçisini masada oyalerken, işçi sınıfının yaklaşık 1 trilyon TL’ye yaklaşan parası yüksek enflasyon ve gelir vergisi adaletsizliği nedeniyle eridi.

Zaman zaman Türkiye’de yaşanan ekonomik dalgalanmanın bir ekonomik kriz olmadığını aksine yüksek enflasyon ve vergi yoluyla emekçilerden toplananan kaynağın, faiz, teşvik ve ihalelerle sermayeye aktarılması olduğunu yazarım. Yani toplumun emekçi katmanlarını yoksullaştıran enflasyon, emekçilerden sermayeye kaynak aktarmanın aracıdır. Siz iktidarın enflasyonu düşürme bahanesiyle ücretleri baskıladığına bakmayın. Hele hele enflasyon düşüyor masalına hiç inanmayın. Zira iktidar ile kaynak aktardığı sermaye, yoksuldan kaynak transfer aracı olan enflasyonun düşmesini istemezler.

Evet, kamu işçilerinin aylarca bekledikten sonra bağlı oldukları konfederasyonların yıllık kümülatif talepleri olan %125 oranına karşılık, yıllık kümülatif %45 zam oranı ile yetinmek zorunda kaldıkları günlerde,  kamu çalışanları (memurlar) ile dul ve yetimletinin 2026-2027 yılları için alacakları maaş artışları ile özlük haklarının belirleneceği toplu sözleşme görüşmeleri başladı. 11 işkolunun 10’unda en çok üyeye sahip işkolu sendikasının bağlı olduğu Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın başkanlığındaki kamu sendikaları heyeti ile hükümet adına kamu işveren heyeti arasında, 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu gereğince 1 Ağustos’ta başlaması gereken görüşmeler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan tarafından 28 Temmuz 2025 tarihine çekildi. 28 Temmuz 2025 tarihinde  başlayan görüşmeler öncesinde konfederasyonlar toplu sözleşmeye ilişkin taleplerini açıkladılar.

1990’lı yıllarda kamu emekçilerinin sendikal mücadelesinin motoru olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) haziran ortalarından itibaren, bölge toplantılarının yanı sıra, siyasi partileri emek ve meslek örgütlerini ziyaret ederek toplu sözleşme için kamuoyu oluşturma çalışmaları yaptı. KESK görüşmelerin başladığı gün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde kitlesel basın açıklaması yaparak, sözleşmeye dair genel düşünceleri ile taleplerini basın ve kamuoyuyla paylaştı.

Kuşkusuz KESK yıllardır işkolu sendikalarının her birinin kendi üyeleri için işvereni kurumla toplu sözleşme yapması yerine, en çok üyeye sahip konfederasyonu yetkilendirerek sendikaları pasifize eden ve milyonlarca kamu çalışanı ile dul ve yetimlerini kapalı kapılar ardında yandaş konfedrasyonla imzalanan sözleşmeye mahkum eden masa düzenine karşı çıkıyor. Bu nedenle, KESK bir kez daha 4688 sayılı kanunun, serbest toplu pazarlık ve grev hakkını içerecek şekilde yeniden düzenlenmesi talebini dile getirdi.

KESK ayrıca kamuda sözleşmeli istihdama son verilmesi ve herkese kadrolu güvenceli iş sağlanması, kamu çalışanlarına verilen ek ve yan ödemelerin temel ücrete dâhil edilerek emekliliğe yansıtılması, liyakata dayalı istihdam için mülakatın kaldırılması, vergide adaletin sağlanması, 4688 Sayılı yasanın yeniden düzenlenmesi ve emekçilerin gerçek temsilinin sağlanması, hak etmiş tüm kamu emekçilerine 3600 Ek Gösterge verilmesi gibi taleplerini kamuoyuyla paylaştı.

Öte yandan yetkiliendirilmiş konfederasyon Memur-Sen görüşmelere başlamadan önce, bir basın toplantısı yaparak hükümet tarafına sunacakları teklifle ilgili kamuoyunu bilgilendirdi. Basın toplantısında, Kamu İşveren Heyeti’ne sunacakları taslağı açıklayan Konfederasyon Genel Başkanı Ali Yalçın; 2026 yılı için %10 refah payı, ilk altı ay için %25 ve 10 bin lira taban aylığı, ikinci altı ay için ise %20 zam olmak üzere kümülatif toplam %88, 2027 yılı için ise ilk 6 ay yüzde 20 zam, 7 bin 500 lira taban aylığı, ikinci altı ay için %15 zam olmak üzere, kümülatif toplam %46 oranında zam istediklerini belirtti.

Rakamlar bir hayli iddialı. Ancak tıpkı kamu işçileri toplu sözleşmesinde olduğu gibi  bu sözleşme için sunulan teklif de işyerlerinde tartışılarak hazırlanmamış ve meselenin asıl sahipleri memurlar mücadelenin öznesi haline getirilmemiştir. Bu özelliğinden dolayı, arkasında çalışan desteği olmayan bir teklifin gereçekleşme oranı sıfırdır. Hele hele önceki yıllarda hükümetle al gülüm ver gülüm şeklinde milyonlarca çalışan ile emeklilerin beklentilerinin çok altında sözleşmelere  imza atmış, hükümetin memur kolu Memur-Sen’in yetkilendirildiği masaya bu kadar iddialı rakamlarla oturmak ve sonuçta %10’lara imza atmak büyük sıkıntıdıt ve  ciddiyeysizliktir. Elbette ben istenmesin demiyorum. Ancak kabul etmek gerekir ki, talep edilen ile imzalanan arasında bu düzeyde fark olması sendikal hareket açısından handikaptır.

Nitekim hükümet tarafı 12 Ağustos’ta 2026 yılının ilk 6 ayı için %10 ikinci 6 ayı için %6, 2027 yılının ilk ve ikinci altı ayı için ise %4+4 teklif verdi. Daha sonra bu teklifini, taban aylığa aylık 1.000 lira iyileştirme yapmak şeklinde revize eden hükümetin bu teklifi tepkiyle karşılandı ve kamu çalışanları konfederasyonların ortak çağrısıyla 18 Ağustos tarihinde iş bıraktılar. Hükümet 20 Ağustos tarihinde, ilk altı ay için %10 olan ilk teklifini bir puan arttırarak %11’e ikinci altı ay için %6 olan teklifini ise %7’ye çıkardı. 2027 yılı için, 6 aylık dönemlerin her biri için için verdiği %4+4 teklifinde ise değişikliğe gitmedi. Yetkilendirilmiş konfederasyon genel başkanı Ali Yalçın, “Bu teklif değil, dolayısıyla kabul etmiyoruz” dedi. Böylece uyuşmazlık tutuldu ve sözleşme hükümet adına masada oturan Kamu İşveren Heyeti tarafından Kamu Hakem Heyetine götürüldü. Bu süreçte yetkilendirilmiş konfederasyon, sözleşmeyi Kamu Hakem Heyetine götürmeyeceğini ve heyete üye vermeyeceklerini açıkladı.

Aslında sendikaların masaya oturmamaları önemliydi. Zira 6 üyesi direk bir üyesi dolaylı olarak Cumhurbaşkanı tarafından atanan komisyon, en çok üyeye sahip konfederasyon 2, üye sayısı bakımından ondan sonra gelen iki konfederasyondan 1’er üye olmak üzere toplam 11 üyeden oluşmaktadır. Komisyon toplantıları en az 8 üyenin katılımı ile yapılır. O zaman konfederasyon temsilcisi 4 üye katılmadığı takdirde heyet toplanamaz ve karar alamaz. Yani sözleşme, verilecek zamlar yönünde akdedilmemiş olur. Bu durumda, maaş zamları bütçe ile belirlenir. Ancak 23 Ağustos 2025 tarihinde heyetin yapılan ilk toplantısına en çok üyeye sahip yetkilendirilmiş konfederasyon Memur-Sen’in iki temsilcisi ile Türkiye Kamu-Sen’in bir temsilcisi katıldılar. Böylece
çoğunluğu yürütmenin başı Cumhurbaşkanınca atanmış Kamu Hakem Heyetinin toplu sözleşmeyi, hükümetin beklentileri doğrultusunda bitirmesine katkı verdiler. Bu yazının yazıldığı saatlerde heyetin ikinci toplantısı devam ediyordu. Ancak yukarıda belirttiğim gibi çoğunluğu Cumhurbaşkanınca atanmış heyetin, Cumhurbaşkanının başında bulunduğu yürütmenin taleplerini aşan oranlar belirlemesi mümkün değildir.

Yapılması gereken sendikaların toplantıya katılmamaları ve bu ortaoyununa alet olmamalarıydı. Ancak, tıpkı kamu işçileri sözleşmesinde olduğu gibi, bu sözleşmede de varlığını iktidara borçlu olan sendikalar, bunun diyetini milyonlarca çalışan ile ailesini sefalete teslim ederek ödüyorlar.

Halbuki masaya oturulmasa karar alınmayacak ve 2026 yılı Bütçe Kanunu’nun TBMM’de görüşülmesi sürecinde yapılacak ortak eylemlerle hükümet baskı altına alınanacaktı. Maalesef özellikle Memur-Sen şaşırtmadı ve yıllardır yaptığı gibi ortaoyununa bir kez daha ortak oldu.

Evet, 3 bölüm halinde yazdığım bu yazıdan da anlaşılacağı gibi; gerek işçi sendikacılığında gerek kamu çalışanları sendikacılığında Türkiye sendikal hareketinin üye sayısı bakımından ana omurgasını oluşturan yetkilendirilmiş konfederasyonların iktidarla işbirliği içinde olmaları, çalışanları ve emeklileri sefalete sürüklemektedir. Şimdi yapılacak şey, DİSK ile KESK’in alternatif olmaları ve işçi, memur tüm kamu çalışanlarını örgütleyecek projeler geliştirmeleridir. Zira gerek kamu işçileri arasında gerekse memurlar arasında ciddi rahatsızlık olduğu bilinen bir gerçektir. Bu rahatsızlık önümüzdeki süreçte işçilerin sendikalara güvenini tamamen sıfırlayacaktır. Dolayısıyla işçileri alternatife yöneltecek bir mücadele hattına ihtiyaç var. DİSK başta Dev. Sağlık-İş Sendikası’nın yetkisinin gasp edilmesiyle baraj altında bırakıldığı sağlık işkolu olmak üzere; maden, tarım orman gibi işkollarına yönelerek örgütlenmeyi kamu işyerlerine taşımalı. KESK’le dayanışma içinde işçi memur paralel örgütlenme için ortak programlar çıkararak eylemler yapmalı. Stratejik ve barajın kolay aşılabileceği işkolları öncelikli hedef olmalı ve işçilere konfederasyonun siyasetten, devletten ve sermayeden bağımsız olma ilkesi çok iyi anlatılmalı.

Kısacası Türkiye sendikal hareketinin, örgütsel bağımsızlığı temel düstur kabul eden, iktidara göre değil sınıfın ihtiyaçlarına uygun, sınıfın özne olduğu bir perspektifle sıçrama yapmasına ihtiyaç var. Şimdi çok laf söylemenin değil, pratik mücadele ile sınıfı ayağa kaldırmanın zamanıdır. Kısacası Türkiye emek mücadelesinde yeni bir sıçramaya ihtiyaç var. Sendikal hareket, işbirlikçiliği reddederek ya hep ya hiç demek zorundadır!

Veli Beysülen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ