Bir Paltonun Hatırası

Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı – Ahmet Koçak
Babam, okuyan ilk erkek evladı olmamdan dolayı bana özel bir özen gösterirdi. O, benim yalnızca okul başarımı değil; dış görünüşümden tut da hissettiklerime kadar her şeyimi önemserdi. Yiyemediğini yedirmek, giyemediğini giydirmek isterdi. Bugün bile içimde sımsıcak yer eden bir anı var: O palto…
Ortaokul birinci sınıftaydım. Babam, bana açık kahverengi, yakası koyu kahverengi tüylü bir palto almıştı. Bir beden büyük almıştı, “Seneye de giyer,” demişti. Ama ben o gün büyümüştüm zaten. O paltoyu giydiğimde kendimi subay gibi hissederdim. Siyah okul şapkamı da takınca bir tek eksik kalan tören kılıcıydı.
Paltomu gören arkadaşlarım hayranlıkla bakar, tüylü yakasını okşayarak severdi. Ben de sanki bir general gibi gururla dikilirdim karşında. O palto, sadece bir giysi değil, babamın bana verdiği değerin, sevgisinin ve hayallerinin kumaşla buluşmuş haliydi.
Zaman geçer, paltolar eskir, ama bazı duygular hiç yıpranmaz. Babamın o sıcacık sevgisi hâlâ üzerimdedir.
YAKASI KÜRKLÜ PALTOM
Babam, okuyan ilk erkek evladı olmam nedeniyle benimle yakından ilgilenirdi. Güzel giysiler alırdı. Yemediğini yedirmek, giyemediğini giydirmek isterdi. Ortaokul birdeyken bana açık kahverengi, yakası koyu kahverengi tüylü bir palto almıştı. Gelecek yıl da giysin diye boyu ve bedeni biraz büyüktü ama benim için sorun değildi. İlk giydiğimde çok mutlu olmuştum. Paltomun bir benzeri hiç kimsede yoktu. Paltomu giyip kemerini de belime bağlayıp siyah okul şapkamı da kafama taktım mı kendimi tören kıyafetini giymiş subay gibi hissederdim. Bir tek yanımda tören kılıcım eksikti. Gören arkadaşlarım gıpta ile bakar, tüylü yakasını elleriyle okşayarak paltomu severlerdi de pek hoşuma giderdi.
Paltomu bir hafta giydim. Hafta sonu çadırlı kamyonla köye ailemin yanına gittim. Bu seferki gidişim daha çok köydeki arkadaşlarıma paltomu göstermek amaçlıydı. Eve çantamı bıraktığım gibi sokağa çıktım. Tüm çocuklar köyün girişindeki pancar binasının oraya gitmişlerdi. Köye girişte sağda ve soldaki iki küçük höyüğün ortasından geçen yoldan köye iki yüz metre tatlı bir inişle girilirdi. Kuzeydeki höyüğün yanında pancar binası vardı. Otuz metrekarelik taş bina, çevrenin tek betonarme binasıydı. Önünde kantar vardı. Köydeki tüm binalar kerpiçten ve çatısızdı. Okul, cami ve lojmanlar kiremitli çatıyla kaplı iken diğer evlerin çoğu toprak damlıydı.
Köyün çocukları o yıllarda yeni çıkan ‘tornet’ dedikleri arabalar sürüyorlardı. Buldukları dört bilyeyi(rulman) ağaç dingillere takarak araba yapmışlardı. Adını ‘tornet’ koydukları arabalarını iniş aşağı sürerlerdi. Ben de oraya gittim. Bir süre tornet sürenleri izledim.
Hayatta üç tip insan vardır; yaşayanlar(tornet sürenler), yaşayanları izleyenler(tornet süremeyip izleyenler), bir de ne sürüp ne de izleyemeyenler(köyde kalıp tornetleri göremeyenler). Yeni paltom okula gitmeyen, elbiseleri yama içindeki arkadaşlarımın ilgisini çekmişti. Hemen etrafımı sardılar. Kimi kumaşına, kimi yakasındaki tüylü bölüme ellerini sürerek paltomu seviyor, beni gururlandırıyorlardı. Bende palto onlarda tornet vardı. Binmek istedim ama kimse beni bindirmeye yanaşmıyor, para istiyorlardı. Uzun pazarlıklardan sonra, yirmi beş kuruşa beş sefer binmek için biriyle anlaştım. Hafif eğimli tepeden tornete bindim. Daha çok kamyonların geçtiği stabilize yolda kamyon tekerleklerinin geçtiği iki sert zemin oluşmuştu. O zeminin birinden aşağı doğru rüya gibi süzülerek gidiyordum. İlk başlarda hızlı giderken nedense hızı azalmaya başlamıştı. Merakla sağa sola bakarken paltomun sağ ön ucunun tekerleklere dolandığını görür görmez ayaklarımla acil fren yapıp durdum. Paltomun sıkışan peşini nazikçe dolandığı yerden çıkardım. Ayağa kalkıp aşağı doğru baktığımda kırışıklıklar arasında iki tane bozuk para büyüklüğünde yırtık oluştuğunu gördüm. İki dakikalık zevk için değer miydi? Allah kahretsin! Oyy anaam! Ben nerelere gidem! Şimdi babama ne diyeceğim? Annem belki onarır, düşünceleri içinde arabanın ipinden tutarak omuzlarım çökmüş, yıkılmış vaziyette yukarı doğru tırmanmaya başladım. Hiç isteğim kalmamıştı. Arabayı sahibine verdim.
“Binsene lan! Daha dört hakkın var.” diyen araba sahibine yanıt bile vermeden bir taşın üzerine oturdum.
“ Ahmet sen sürmüyorsan senin yerine ben süreyim mi?” diyen arkadaşımın birine kalan hakkımı devrettim. Ben üzüntüler içindeyken o mutluluk içindeydi ve bu dünya başkasının üzüntüsünden mutluluk devşirenlerle doluydu…
O güzel paltomu beş gün giyebilmiştim. Beş gün! Annem onarılmayacak haldeki paltomu, başka şeyleri yamamak, çaput çul dokutmak için yama bohçasına koydu. Yine paltosuz kalmış, okula takım elbisemle gitmeye başlamıştım. Babama aynısından bir tane daha almasını teklif dahi edememiştim. O da çok üzüldüğümü bildiği halde yenisini almamış, bu kötü olaydan ders almamı istemişti. Hevesim kursağımda kalmıştı… (Samanlıktaki İğne kitabımdan)
ahmet.kocak16@hotmail.com