KADER Mİ, KISIR DÖNGÜ MÜ?

Ahmet Koçak – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı
Kilometrelerce yürüdüm, yine iş bulamadım. Eve geldiğimde açlığımı bastırmak için anneme seslendim:
— Anne, yiyecek bir şey var mı? Çok acıktım.
— Yok oğlum. Ekmeğine salça sür, açlığını öyle yatıştır.
İçimdeki isyanı tutamadım:
— Neden bizim evde yiyecek bir şey olmuyor?
— Ne yapayım oğlum, daha yeni temizlikten geldim, çok yoruldum. Akşama Allah ne verdiyse bir şeyler yaparız.
— Yine ya makarna ya sulu patates olacak. Yiye yiye bıktık!
— Şükret yavrum, onu da bulamayan var. Seni okutalım diye kredi çektik. Kazancımız yetmiyor, bazı aylar kirayı bile ödeyemiyoruz. Baban da ben de yıprandık. Amele pazarında güçlü kuvvetli olanları seçiyorlar. Ne yesin de güçlü olsun baban? Her gün gidiyor, eli boş dönüyor.
Annemin sözleri ağırdı ama gerçekti. Küçük kardeşimi okula yazdırmak için gittiğimde müdür para istedi. Utancımdan “paramız yok” diyemedim. Dedem babama, babam bana yoksulluğu devretmişti. Bu gidişle ben de çocuğuma devredeceğim.
Ayakkabımı tamire vermiştim, elli liraya yapacaktı usta. Param yoktu, annem komşudan borç aldı. Komşumuz olmasa bazı günler ayakkabımız bile olmazdı ayağımızda.
Tamirhanede Bir Sohbet
Ayakkabıyı almaya gittiğimde usta lafa girdi:
— Üniversite okudun mu?
— Okudum ama iş bulamıyorum. Tamir parasını bile komşudan aldım. Annemin çalıştığı villanın kirası üç yüz bin liraymış. Bir giydiklerini bir daha giymez, bir yediklerini bir daha yemezlermiş. Annem artan yemeklerini istemiş, “Verme, çöpe at” demiş ev sahibi. Anneme “Biz neden yoksuluz?” diye sordum. “Kaderimiz böyleymiş” dedi.
Usta hüzünle başını salladı:
— Benim de kaderim seninki gibi. Eskiden okuyan kurtulurdu yoksulluktan. Ben kurtulacaktım ki hapse düştüm.
Suç işlememişti; tek “suçu” eşitlik istemekti. On iki Eylül’de siyasi görüşleri nedeniyle fişlenmişti. Karşıt görüşteki arkadaşları vali, bakan olmuştu. O ise yıllarca hapiste yatmış, sonra bu dükkânı açmıştı.
— Biz insanca yaşayın diye mücadele ettik, dedi. Ama yoksullar bile çoğu zaman yoksulluğu yaratanların yanında durdu. Din dediler, ırk dediler, hep kandırıldınız. Benim de pişmanlıklarım var; keşke ballı maaşlı bir işim olsaydı, belki de sizin sırtınıza ben binerdim.
Sonra cebinden bir kitap çıkardı. Nazım Hikmet’in “Akrep Gibisin Kardeşim” şiirini okudu. Kızgınlıkla değil, kırgınlıkla…
Vedalaşırken şunu düşündüm:
Yoksulluk bizde sadece bir ekonomik sorun değil, kuşaktan kuşağa geçen bir kader algısı. Kader deyip boyun eğdikçe, bu döngü kırılmayacak. Ve her yeni nesil, tıpkı bizden öncekiler gibi aynı cümleyi kuracak:
— Bizim kaderimiz böyleymiş…
SOY SÜREN YOKSULLUK
– Kilometrelerce yürüdüm bir iş bulamadım. Anne yiyecek bir şey var mı çok acıktım.
-Yok oğlum. Ekmeğine salça sür açlığını yatıştır.
– Neden bizim evde yiyecek bir şey olmuyor?
– Ne yapayım oğlum daha yeni temizlikten geldim. Çok yoruldum. Akşama Allah ne verdiyse bir şeyler yapar yeriz.
– Ya makarna ya sulu patates olacaktır. Yiye yiye bıktık!
-Şükret yavrum. Onu da bulamayanlar var. Seni okutalım diye kredi çektik. Babanın da benim de kazandığımız yetmiyor. Bazı aylar kirayı da ödeyemiyoruz. Baban yıprandı, zayıfladı iyice. Amele pazarında güçlü kuvvetli olanları seçiyorlarmış. Ne yiyor ki gücü kuvveti olsun? Her gün gidiyor eli boş dönüyor. Küçük kardeşini mahalledeki ilkokula yazdırayım diye gittim okul müdürü de para istedi. Utandım da paramız yok diyemedim.
– Yoksulluğu dedem babama devretmiş; bu gidişle ben de çocuğuma devredeceğim.
-Ne yapalım oğlum kaderimiz böyleymiş yaşayıp gideceğiz.
-Gelirken ayakkabımı tamir etsin diye tamirciye verdim. Elli liraya yapacakmış. Bir saat sonra gel al, dedi. Para var mı?
-Yok. Dur komşudan alayım da yarınki temizlik paramdan öderim.
-Biz neden yoksuluz anne? Nasıl kurtulacağız yoksulluktan?
– Bizim sınavımız da böyleymiş demek ki oğlum. İsyan edip de öte dünyamızı da kötü etmeyelim. Sabır sabır…
-Komşu sağ olsun ne zaman dara düşsek yardım ediyor. Al yavrum git ayakkabını al.
…
Tamirci:
– Delikanlı ayakkabıların hazırdır.
-Tamam.
-Şimdiki gençlerin hemen hemen hepsi üniversite bitiriyor. Sen de okudun mu?
-Evet. Üniversite mezunuyum iş bulamıyorum. İnan tamir parasını bile komşudan borç aldım da getirdim. Annemin temizliğe gittiği villanın aylık kirası üç yüz bin liraymış. Bir giydiklerini bir daha giymez, bir yediklerini bir daha yemezlermiş. Annem artan yemeklerini istemiş de kocası verme çöpe at demiş. Ne adamlar var değil mi? Anneme neden biz yoksuluz diye sordum. Kaderimiz böyleymiş yavrum dedi. Senin de kaderin bizimki gibiymiş abi.
-Adam haklı; yavan yemeye alışkın yoksullar lezzetli yemekleri yerse isyan ederler diye vermemiştir. Eskiden yoksulluktan kurtulmak için gençler okurdu. Kurtulanlar olurdu. Ben de kurtulacaktım ki hapse girince olmadı. Benim, senin, birkaç kişinin kurtulması yetmez ama yine de bir ümit vardı. Şimdi üniversite bitirsen de yoksulluktan kurtulamıyorsun.
-Seni neden hapse attılar? Bir suç mu işledin?
-Hırsızlık yapmadım, adam öldürmedim siyasal son sınıftayken görüşlerim nedeniyle on iki eylülde hapse atıldım. Fişlendim. Karşıt görüşlü okul arkadaşlarım vali oldu bakan oldu. Ben de böyle oldum. Sağda solda ne iş buldumsa yaptım. Bir aile kuramadım. Yaşlanınca da bu dükkânı açtım.
Eşitlik olsun, herkesin bir işi, onurlu bir yaşamı olsun; tenceresi kaynasın, biri yiyip diğeri bakmasın, dediğim için suçlu oldum. Ne ezen ne ezilen hakça bir düzen istemiştik. Olmadı. Ben de yoksul aileden geliyordum. Yatılı okullarda okuyarak üniversiteye girdim. Neden biz çoğunluk yoksuluz, bir avuç insan varsıl diye sorguladığım için hapis yattım. Düşünce bir tekme de yoksullardan yedim. Yalancı tanıklık yaptılar. İşkencelerden geçirdiler. İşkenceciler de yoksul aile çocuklarıydı. Uzun yıllar hapiste kaldım.
-Bu söylediğin şeyler komünist söylemlere benziyor.
– Varsılların işine gelmeyince komünist oluyorsun.
-Beş parmağın beşi bir mi abi?
-Beşi de bir olsa fena mı olur?
-Senin komünist, dinsiz olduğunu bilsem gelmezdim.
– Senden para almayacaktım. Madem öyle dedin alacağım. Bunları bana hakaret olsun diye söylediğini biliyorum. Komünizm hayali bir yönetim biçimidir. Dinsizliğe gelince dincilerin yaptıklarını görünce o da artık hakaret olmaktan çıktı. Biz insanca yaşayın diye mücadele ettikçe siz yoksulluğu çoğaltanlara, sizi ezenlere destek oldunuz. Din dediler ırk dediler sizi hep kandırmayı başardılar, başarıyorlar. Sizin için ömrümü feda ettim. Biliyorum ki sizin cephede değişen bir şey olmuyor, olmayacak. Ah akılsız başım ah! Nene gerekti; okulunu bitir, ballı aylığını al, yoksulun sırtına sen de bin… Çok pişmanım çok! Senin gibileri gördükçe, duydukça pişmanlığım kat be kat artıyor. Sana şimdi sizi uyandırmak için Nazım’ın Akrep Gibisin Kardeşim’ şiirini okuyayım da dinle;
“Akrep gibisin kardeşim,/korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,/ serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,/ Midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,/ beş değil,/ yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,/ gocuklu celep kaldırınca sopasını sürüye katılı verirsin hemen/ Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye./Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,/ hani şu derya içre olup/deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm /senin sayende./ Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer/ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —/kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” Hadi şimdi güle güle…
ahmet.kocak16@hotmail.com