“Abidin yapamadı ama hükümet yaptı: İşte mutluluğun resmi bu!”

Birkaç yıldır yıllık enflasyonun yüzde yetmişlerin üzerinde seyrettiği bir ülkede, çalışanlara ve emeklilere yıllık yüzde otuz civarında zam verilirse, adı konmasa da adı ‘sosyal soykırım’dır. Yoksulluk büyür, çaresizlik yayılır, yaşam bir mücadele değil, bir hayatta kalma egzersizine dönüşür.
İşte bu gerçekliği ironik bir dille anlatıyor Ahmet Koçak, Bursa Vatan Medya Grubu’ndaki köşesinde.
❝ Enflasyon yüzde 70, zam yüzde 30… Bu matematikte adalet yok! ❞
Ahmet Koçak yazısına şu sözlerle giriyor:
“Ne yani, enflasyon oranında artış yapılırsa hükümetin ne kârı olacak? Az zam yapacak ki; diploması sahte, üç beş yerden maaş alanların itibarı için kasada biraz para kalsın!”
Bu tespit, ironinin zirvesinde yapılan ama içi yanık bir gerçeği ortaya koyan bir feryat aslında. Çünkü gerçekte yoksulluğu normalleştiren bu sistemin bedelini torununa harçlık veremeyen emekli ödüyor.
Emeklinin Mutluluğu: 50 kuruşluk indirimde saklı
Yazar, temel gıda ürünleri için market market gezip elli kuruş daha ucuzunu bulunca sevinç duyan emekliyi anlatıyor:
“Aylık geliri yetmeyen emekli, elli kuruş ucuza ürün bulduğunda mutlu olur. İşte mutluluğun resmi budur.”
İroni burada zirve yapıyor. Yazara göre hükümet, Abidin’in yapamadığı “mutluluğun resmini” çizdi. Sadece bu da değil: Pahalılık sayesinde yürüyüş yapan emeklilerin sağlığı da iyiye gidiyor, çünkü “hastalıklarını düşünecek zaman bulamıyorlar.” Bu kadar “hayırsever” bir ekonomi politikasına(!) emeklinin teşekkür etmesi gerektiğini de söylüyor – tabii yine hicivle.
20 yıllık takım elbiseler ve nostaljik öğünler
Koçak, çocukluğunda yaşadığı kıtlık dönemlerinden bugüne uzanan bir tutumluluk öyküsünü paylaşıyor. Takım elbiselerini 20 yıldır giydiğini, hiç giysi almadığını belirtiyor. Bu durumu ise ironik bir teşekküre dönüştürüyor:
“Hükümetimize bizlere nostalji yaşattığı için teşekkür ederek mutlu da olabiliriz.”
Doğal gazdan klimaya, tost makinesinden buzdolabına kadar her şey ‘lüks’ oldu
Yazar, enerji tasarrufu adına uyguladığı yöntemleri detaylıca paylaşıyor:
-
Doğalgaz faturasını azaltmak için tencereyi kısık ateşte pişiriyor.
-
Rafadan yumurtayı ocak kapatıldıktan sonra bekleterek hazırlıyor.
-
Klimayı açmıyor, haftada bir kuru buzla serinliyor.
-
Buzdolabının fişini çekip yiyecekleri pencere boşluğundaki tel dolapta saklıyor.
Üstelik yaz aylarında klima açmadan, el vantilatörü ve buhar yöntemiyle uyuyabildiğini söylüyor. Bu yöntemle “serinlik ödül” haline geliyor.
Siyah leğen, maşrapa ve güneş enerjisiyle duş!
Bursa’nın su kaynaklarının azalmasından hareketle, yaz su sıkıntısına karşı geliştirdiği çözüm ise adeta bir hayatta kalma dersi:
“Siyah renkli leğeni güneşte bırakıyorum. Üç saatte su ısınıyor. Maşrapayla banyo yapıyorum. O kadar güzel oluyor ki bir tek annelerimizin kafamıza maşrapayla vurması eksik.”
“Cebinden ödüyor gibi yapan hükümet, bendeki etkisini de kaybetti”
Koçak, gelen doğalgaz mesajlarında devlet desteğiyle övünen sistemin aslında “şova” dönüştüğünü de dile getiriyor. 63 TL’lik katkı için gönderilen mesajın yazım hatalarıyla dolu, özensiz bir devlet ciddiyeti sunduğunu vurgularken şöyle diyor:
“Altmış üç liralık hava atıyorlar, bu kandırmacada benden oy almak yerine havasını alıyorlar.”
Fişi çekilen televizyonlar, ütü sırası bekleyen gömlekler, satılan makineler…
Elektrik tasarrufu için evde tüm alışkanlıklar değişiyor:
-
Televizyon boşuna açık bırakılmıyor.
-
Ütü toplu yapılacaksa yapılıyor.
-
Fırın neredeyse hayat dışı.
-
Elektrikli karıştırıcı bozulunca yerine kol gücüyle çalışan model alınmış.
-
Tost makinesi yerine ocak üstü tost tavası…
-
Kullanılmayan ev aletleri eskiciye satılıyor.
“Diplomam sahte değil, öğrendiklerimi gerçekten uyguluyorum”
Yazının son bölümleri, eğitimin hayata uygulanabilirliği üzerine ciddi bir mesajla bitiyor:
“Bilgi, günlük yaşamda kullanılmıyorsa boşuna öğrenilmiş demektir. Aldığım eğitimi, gelirime uygun yaşamak için kullanıyorum. Diplomam da gerçektir.”
Son söz: “Tutumlu olmak zorunluysa, zevk almaya bakmalıdır.”
Ahmet Koçak, bu yazısıyla bir dönemin zorunlu yoksulluğunu bugünün sistematik yoksullaşmasıyla karşılaştırıyor. Mizahi ama eleştirel bir üslupla, emekliliğin neye dönüştüğünü adım adım anlatıyor.
Bu yazı sadece bir bireysel hikâye değil, bir neslin yaşam mücadelesi, bir toplumun sessiz çığlığı, bir ekonominin resmi.
“Tutumlu olan biri hayatı boyunca yoksulluğa düşmez” diyerek bitiriyor yazısını.
Ama aslında sorduğu soru şu:
“Bu kadar tutumluluk zorunda kalınacak bir toplum, gerçekten refah içinde mi yaşıyor?”
İletişim için: ahmet.kocak16@hotmail.com
Yazar: Ahmet Koçak – Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı
TUTUMLU OLMAK ZORUNDAYIZ
Birkaç yıldır yıllık enflasyonun yüzde yetmişlerin üzerinde olduğu ülkemizde çalışanlara ve emekli aylıklarına yıllık yüzde otuz artış yapılınca ister istemez yoksullaştık. “Ne yani enflasyon oranında artış yapılınca hükümetin ne kârı olacak? Az zam yapacak ki; diploması sahte, üç beş yerden aylık alanların itibarı için kasada biraz parası kalsın?” diyenlere de rastlanıyor.
Aylık geliri yetmeyen emekli, market market gezip elli kuruş ucuza ürün bulduğunda mutlu olur. İşte mutluluğun resmi budur. Abidin mutluluğun resmini yapamadı ama hükümet yaptı. Ayrıca ucuz şey ararken yürüdüğü için sağlığı da iyiye gider. Geçim için mücadele ederken; hastalıklarını düşünemez, ruh sağlığı da iyi olur. Emekliler hükümete ne kadar teşekkür etse azdır.
Memur emeklilerine diğer emeklilerden ve çalışan memurlardan daha az oranda artış yapılınca alım güçleri gittikçe eridi. Devlet memurluğundan emekli biri olarak bu durumun bizim için iyi olduğunu düşünürüm. Krizi fırsata çevirmek bizim kuşağın en önemli özelliklerinden biridir. Nüfus patlaması döneminde dünyaya geldik, yokluk ve yoksulluk içinde büyüdük, okuduk. Kuru söğütten düdük kavlatmayı çocukluk ve gençlik yıllarımızda öğrendik. Beklentilerimiz yüksek olmadı. Hayal kırıklığı bizden uzaktır. Yeniden çocukluk ve öğrencilik yıllarına dönebiliriz. Özlemle andığımız çocukluk yıllarımızdaki gibi yaşayabilir; tek kap yemek, o da olmazsa yavan ekmek duru suyla beslenebiliriz. O zaman yaşama tutunabilmiştik bugün de tutunabiliriz.
Ağabeyimize dar gelen giysilerini giyer eski kitaplarıyla okurduk. Büyük beden alınan bir takım elbiseyle ortaokulu, yine bir büyük beden takım elbiseyle liseyi bitirirdik. Memurluktan kalan takımlarımızla on, yirmi yıl idare edebiliriz. (Öğretmen, öğrencilerine giyim kuşamıyla iyi örnek olmalıdır, diye düşündüğümden hep markalı takım elbiseler almıştım. Emekli olduktan sonra hiç giysi almadım. Yirmi yıldır giydiğim takım elbiselerim vardır.) Hükümetimize bizlere nostalji yaşattığı için teşekkür ederek mutlu da olabiliriz. En azından ben öyle yapıyorum. Bakın nasıl tutumlu oluyorum:
Tutumlu olmanın yollarını çocukluğumda keşfetmiştim. Gaz ocağı ve gaz lambasındaki gazyağının daha uzun süre dayanması için yemekleri kısık ateşte pişirir, gaz lambasının fitilini kısar, kısık alevde tutardım. Sadece ders çalıştığım gecelerde gaz lambasının ışığını açardım. Son yıllarda doğal gaz parası az gelsin diye yemekleri kısık ateşte pişiriyorum. Nasıl olsa emekliyim ve acelem yok. Kısık ateşte tencere ve çaydanlığın altından taşan alevlerin enerjisi boşa girmemiş oluyor. Yumurta haşladığım tava kaynamaya başlar başlamaz ocağı söndürüp kenarda bekletirim. Üç dakika beklerse rafadan, beş dakika beklerse sert olur. Rafadan sevdiğim için üç dakika yetiyor. Doğal gaz ve elektrik faturasını iyice düşürdüm. Eskiden bin lira gelen faturanın yarısını hükümet hazineden ödediğini mesajla bildiriyordu. Yeni gelen mesaj:
“Degerli Musterimiz, … no.lu dogal gaz aboneliginize ait 04.08.2025 son odeme tarihli ilgili donem tuketim bedeliniz 129,61 TL olup, 63,00 TL’lik devlet destegi sonrasinda odemeniz gereken tutar 66,50 TL’dir. Fatura detaylarinizi linkten inceleyebilirsiniz.” (Koskoca doğalgaz şirketinin özensizce hazırlanmış, yazım hatalarıyla dolu mesajını da dikkatlerinize sunuyorum) Görüldüğü üzere hükümet desteği azalınca devlete yüküm de azalmış oldu. Hükümetin kendine oy devşirme amaçlı, cebinden ödüyormuş gibi siyasi çıkar gözeten mesajının bendeki etkisi de bedel oranında azalmış oldu. Altmış üç liralık hava atıyor ve bu kandırmacada benden oy almak yerine havasını alıyor. Tutumlu olmanın bir yararı da budur. Oy verirken özgür hisseder, dilediğin partiye oy verebilirsin.
Televizyon, evde bir ses olsun, insan yaşadığı belli olsun diye hep açık kalırdı. Şimdi izleyecek bir program yoksa fişini çekiyorum. Ütülenecek giysiler biriktirilip ütü ısınmışken hepsi aynı anda ütülenir oldu. İki gömlek, bir pantolon için ütü çalıştırma devri eskilerde kaldı.
Fırında pişecek yemeklerin sayısı azaldı. Fırın işi börek, yemek vs. artık kısık ateşli ocakta dinlene dinlene pişiriliyor. Alt üst edilirken börek ve yemekler dağılsa da sıkıntı değil; görünüşün değil lezzetin önemli olduğunu bilecek yaşlardayız nasıl olsa. Uzun yıllardır kullandığım elektrikli karıştırıcı bozuldu. Yenisini almak yerine krizi fırsata çevirip kol gücüyle çalışan karıştırıcı aldım. Eskiden tost yapmak için tüplü ocaklar üstünde tost tavası kullanırdık. Baktım elektrik pahalı ben de çocukluk günlerimdeki gibi ocak üstü tost tavası aldım. Tost makinesi bir kenarda tozlanmaya başladı. Sen o kadar elektrik tüketirsen başına gelecek budur. Bulaşık makinası ve çamaşır makinasını tam dolunca kısa programa ayarlayarak çalıştırıyorum. Buzdolabı sıcak günlerde sürekli çalışıyor havalar soğuduğunda fişini çekiyordum. Şimdi yazın da çekiyorum. Pencerenin demirli dış boşluğuna tel bir dolap yaptım. Serinlikte tazeliğini koruması gereken yiyecekleri orada konuk ediyorum. Sebze meyvenin çok pahalı olması, kışın da bulunması nedeniyle derin dondurucuda dondurmaktan vazgeçtim. Sebze ve meyveyi taneyle alıp iki öğünde tükettiğimden artan olmuyor. Öğrencilikte de taneyle alabiliyordum, emekli olunca da taneyle alıyorum. Ne büyük mutluluk(!)Uzmanlar özellikle altmış beş yaş üzeri kişilerin terliyken soğuk su içmemelerini; içerlerse kılcal damarlarda patlama riski olabileceğini söylüyorlar. Klimayı da çalıştırmadığıma göre her zaman terli durumdayım. Şu uzmanlar iyi insanlar; nasılda bizden yana konuşuyorlar değil mi? Suyu musluktan ve musluk sıcaklığında içiyorum.
İki hatadır Afrika ve Arabistan’dan gelen sıcak hava dalgasının saldırısı altındayız. Saldırı devam edecek diyorlar. Klima, vantilatör çok elektrik harcadığı için çalıştırmıyorum. Sıcakta yaşamaya, sıcakta uyumaya vücudu alıştırmakta yarar var. Zayıflamak için rejim yapanlar bilir; haftada bir ödül olarak istediklerini yerler. Ben de pille çalışan küçük bir el vantilatörü aldım. Haftada bir marketten on liraya kuru buz alıp leğene boşaltıyorum. Küçük vantilatörü çalıştırıp buzlara doğru üfletiyorum. Oda soğuduktan sonra derin bir uykuya dalıyorum. Bu kadarcık savurganlık benim de hakkımdır değil mi?
Bursa’nın suyu Eylül ayına kadar idare edecekmiş. Çöl sıcakları uzun sürerse ve yağmur yağmazsa daha erken bitebilirmiş. Eylülden sonra halimiz hal değilmiş. Duş yapmayı bıraktım. Siyah renkli kapaklı bir leğen suyu güneşe bırakıyorum. Üç saatte ısınıyor. Leğenden maşrapayla su döküp banyo yapıyorum. Yirmi litrelik bir leğen su yetiyor. Öyle güzel oluyor ki anlatamam bir tek annelerimizin kafamıza maşrapayla vurması eksik.
Bilgi, günlük yaşamda kullanılmıyorsa boşuna öğrenilmiş demektir. Bilgiyi alır da gelirime uygun şekilde kullanmazsam aldığım eğitime ihanet etmiş olurum. Ha bu arada diplomam da gerçektir. Öğrendiğim bilgileri tutumlu olmak için kullanıyorum.
Evde olan makineler, elektrikli aletler işe yaramadığı için ayda birini iyi para veren eskicilere satıyorum. Elim biraz para görmeye başladı. Hani o ünlü fıkrada Hoca yem yemeden yaşatmayı denediği eşeği için der ya; “ tam yem yemeden yaşamaya alışıyordu ki…” Umarım benim tutumlu olmam öyle kötü sonuçlanmaz.
“Tutumlu olmak zorunluysa zevk almaya bakmalıdır.”
“Tutumlu olan biri, hayatı boyunca yoksulluğa düşmez.”
ahmet.kocak16@hotmail.com