Ahmet Koçak’tan Budapeşte Günlükleri: “Paramı Soydaşlarım Yesin İstedim”

Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Ahmet Koçak, kaleme aldığı son yazısında, sosyal medyanın tüketim alışkanlıkları üzerindeki etkisinden başlayarak, bireysel bir kararla çıktığı Budapeşte yolculuğunu ironik, mizahi ama bir o kadar da gözlem dolu bir dille okuyucularına aktardı.
Koçak, tatil kararını verirken toplumdaki “gösterişli yaşam” dayatmasına göndermede bulunarak şöyle diyor:
“Akacak kan damarda durmaz da harcanacak para cüzdanda durur mu? Durmadı.”
REKLAM ALANI
Tatil destinasyonu olarak tercihini Macaristan’ın başkenti Budapeşte’den yana kullanan yazar, bu seçimi hem ekonomik gerekçelere hem de tarihi-soy bağlarına dayandırıyor. “Atilla gibi ortak atamız var” diyerek Macar halkıyla paylaşılan tarihi mirasa dikkat çekiyor.
“Tatil Rehber Peşinden Giderek Değil, Özgürce Yapılmalı”
Ahmet Koçak, turla yapılan tatillerin kendisine göre olmadığını açıkça dile getiriyor. Daha önceki deneyimlerinden yola çıkarak tek başına tatil yapmanın kendisine hem özgürlük hem de kültürel etkileşim sunduğunu ifade ediyor:
“Bir rehberin şemsiyesi peşinden gitmek bana göre değil. İngilizcem paslanmasın diye bizzat iletişime geçerek ‘Airbnb’den ev tuttum.”
Budapeşte’de Aziz Stefan Bazilikası’na yakın bir daire kiralayan Koçak, ev sahibiyle İngilizce başlayan iletişimin daha sonra Türkçeye döndüğünü de esprili bir dille aktarıyor:
“Türk olduğumu öğrenince transleyt ile Türkçe yazmaya başladı. Ne de olsa okumuş adam!”
Bütçesini Bilen Bir Gezgin: Kur, Komisyon, Kart Talimatı
Koçak, yalnızca kültürel gözlemlerini değil, ekonomik detayları da dikkatlice aktarıyor. Kredi kartının döviz dönüşüm komisyonlarına, uçak bileti tercihine, hatta belediye otobüs ücretine kadar her kalem okura şeffaf biçimde sunuluyor:
“Her güzelliğin bir ederi vardır; her harcamada on sent civarında komisyonu kendi hesabına aktarıyor.”
“Bir Daha Binmem” Dedirten Uçak Yolculuğu
Koçak’ın Pegasus Hava Yolları’yla gerçekleştirdiği uçuş, yaşattığı sarsıntılar ve hizmet yoksunluğuyla adeta “uçan kabus”a dönüşüyor. Uzun süredir uçağa binmeyen bir yolcu olarak yemek beklentisinin karşılanmaması ve iniş esnasında yaşanan panik hali, oldukça etkileyici biçimde aktarılmış:
“Uçak havada birkaç tur attıktan sonra sert bir iniş yaptı. Yüzümün aldığı hali görmek için yakınımdaki insanların yüzüne baktım: korku, panik zirvede…”
Macar Gümrüğünde Suriye Gölgesi
Budapeşte Havalimanı’nda yaşanan disiplin adı altındaki sert davranışlar, yazarın eleştirilerinin odağında. Macar polisinin kaba tavırlarını anlatırken “AB’ye üye bir ülkeye yakışıyor mu?” sorusunu yöneltiyor:
“Kadın polislerin camlara vurarak insanları hizaya sokmaya çalışması bana yirmi yıl önceki Suriye gümrüğünü anımsattı.”
Kendi Kapını Kendin Aç: Şifreli Giriş Sistemi
Yazarın kaldığı apartman dairesine giriş süreci, modern konaklama sistemlerinin pratikliğiyle harmanlanmış. Şifreli kapı sistemleri, ev sahibinin uzaktan yönlendirmesi ve kendi belirlediği yeni şifre detayı, teknolojiye entegre tatil deneyimlerine dair bir örnek sunuyor.
“Kutudan anahtarı aldım, dört sıfır olan şifreyi kendiminkine çevirdim. Beş gün sonra aynı sistemle teslim edeceğim. Kimse yok, her şey dijital.”
Budapeşte Gözlemleri Devam Ediyor
Ahmet Koçak’ın Budapeşte’de geçirdiği günlere dair gözlem ve anekdotlarının devam etmesi bekleniyor. Sokak kültüründen yemek alışkanlıklarına, halkın yaşam tarzından şehir estetiğine kadar pek çok konuya kalemiyle dokunmaya devam edecek gibi görünüyor.
BUDAPEŞTE GEZİM-1
Akacak kan damarda durmaz da harcanacak para cüzdanda durur mu? Durmadı. Reklamların, sosyal medyada gezdiği yerleri, yediği yemekleri, gittiği kentle birlikte öz çekim yapıp bizimle paylaşanların etkisiyle; “benim neyim eksik (paran ve gücün eksik) ben de bir yerlere gitmeliyim” akıntısına kapıldım. Nereye gidersem gideyim kendi resmimle gezdiğim yerlerin resmini çekerim, kimseyle paylaşmam.
Nereye gideyim, diye düşünürken fazla uzak ve masraflı olmasın diye kısa bir araştırmadan sonra Macaristan’ın başkenti, kentlerin sultanı Budapeşte’ye gidip beş gün kalmak istedim. Bir kente gidip bir gün gezip tozmak o kent hakkında yeterli bilgi vermiyor, sanki kenti otobandan görmek gibi bir şey oluyor. İyice anlamak için en az beş gün kalmak, gezmek gereklidir.
Hem onlar da bizimle aynı soydan geliyorlarmış. Kış boyunca yemeyip içmeyip, giymeyip biriktirdiğim paracıklarımı soydaşlarım yesin istedim. Sonuçta Atilla gibi ortak atamız var.
Tatilin her türünü denedim. Özgürlüğüme düşkün olduğumdan dolayı grupla tatil yaptığım zamanlardan; güdülerek tatil yapmanın, bir rehberin şemsiyesi peşinden gitmenin bana göre olmadığını anladım. Geçen yıl kendi başıma Yunanistan gezimde bunu daha derinden hissettim. Ekmek, su alacak, otel kiralayacak, gideceğim yerleri soracak kadar İngilizcem var ve boş duruyor, paslanıyor. Onu kullanmalıydım. Kullandım ve “Airbnb” adında bir siteye girdim. Orada bir doktorla Peşte tarafında Aziz Stefan Bazilikası’nın çok yakınındaki kiralık evi için İngilizce yazışmaya başladım. Türk olduğumu anlayan adam transleyt kullanarak bana Türkçe yanıtlar göndermeye başlamasın mı? Ne de olsa okumuş adam. Günlüğü 2 500 TL’den beş günlük 12 500 TL’yi hesabına gönderdim. Parayı hesabına peşin peşin sayınca sevinmiştir kerata. Binanın bahçe kapısı ve apartman giriş kapısının şifrelerini gönderdi. Ayrıca daire kapısının giriş formülünü de yazmış.
Sıra geldi kredi kartıma hesabımdaki paranın dövize çevrilerek harcanması için talimat vermeye. Onu da zorlukla yaptım. Kart, Türk Lirasını; Dolar istenirse Dolara, Avro istenirse Avro’ya, Macar Salamı (pardon) Forinti istenirse Forintine çevirip ödeme yapıyor. Ne güzel değil mi? Tabi her güzelliğin bir ederi vardır; her harcamada on sent civarında komisyon ücretini de kendi hesabına aktarıyor. Madem hamama girdik; terlemeyi göze almak ve dert etmemek gerekir.
Gidişi otobüsle veya arabamla yapsam bel fıtığım: “Ben o kadar yolculuğa dayanamam sıkıntıdan patlar; seni irezil malamat ederim.” der. Binmeyi hiç istemeden ucuzundan gidiş dönüş uçak bileti aramaya başladım. Onu da budum da gidiş Sabiha Gökçen’den dönüş, Macar Hava Yolları’yla İstanbul Havaalanı’na olacak. Kenti gibi çok büyük olduğu söylenen o havaalanından dönmesem iyi olurdu da daha ucuzu yoktu. Dönüşte zorluk yaşayacağıma kendimi alıştırdım.
Sabiha Gökçen Hava alanına Bursa Büyük Şehir otobüsüyle gittim. 12.45 kalkışlı Pegasus Hava Yolları’nın uçağına bindim. Uçak bir hayli yaşlı gözüküyordu. Kalkarken hava boşluğuna düşer mi, düştü de düştü beni korkuttu. Havadayken hep kendime kızarım; “Uzak yerlerde tatil yapmak senin neyine? Ne işin var on bin metre yükseklikte? Uçak yere sağ salim insin bir daha binmem.” derim. Zorunluluk olunca çaresiz binerim. Eskiden uçaklarda yemek ve içki servis edilirdi. Çoktan beri binmediğim için yemek ve içki servis edilmesini bekledim. Boşuna beklemişim; her şey para ile satılıyormuş. Bu ne rezalet! Açımdan ölsem bir simit bile almam.
Neyse uçak Budapeşte hava alanı pistine doğru inmek için hamle yaptı. O da ne? Geri havalanmasın mı? Bir açıklama da yapan yok. Etraftaki yolcuların panikleyen yüzlerine bakarak kendi yüzümü görmüş gibi oluyor, yüzümden kanın çekildiğini, kireç gibi olduğunu anlıyorum. Böyle durumlarda vücut kanamayı azaltmak için kanın büyük bölümünü kalp ve etrafına toplarmış ki kanama az olsun, diye. Uçak havada birkaç tur attıktan sonra sert bir iniş yaptı. Yalpalayarak pistte ilerleyen uçağın kanatları yere değecek kadar eğiliyor sonra düzeliyor. Yüzümün aldığı hali görmek için yine yakınımdaki insanların yüzüne baktım. Korku, panik zirvede…
Saat 15.00’de sağ salim yere indikten sonra gümrükteki Macar görevlilerin insanlara saygısız davranışları dikkatimi çekti. Kadın polislerin ofisin camlarına eliyle vurarak konukları uyarmaları, gelen yolcuları kolundan tutup sağa sola iterek bağırarak hizaya sokmaya çalışmaları bana yirmi yıl önceki Suriye gümrük kapısındaki polisleri anımsattı. Ora Suriye size ne oluyor? AB’ne üye medeni bir ülkeye yakışıyor mu? Neyse sorunsuz Macaristan’a kabul edildim. İnternetten numarasını ve gittiği durakları öğrendiğim belediye otobüsüne bindim. Otobüs kredi kartımdan 250 TL karşılığı Forinti çekti.
150 yıl Osmanlı yönetiminde kalan Macaristan halkının Orta Asya’dan gelen Atilla’nın kalıntısı Türk soylu olduğu söylenir. Türkçe ve Macarca arasındaki ortak kelime sayısının yaklaşık 4 bin olduğunu okudum. Sokaklarında gezip insanlarını incelemek, bize benzerliklerini gözlerimle görmek istedim.
Tuttuğum eve yakın durakta indim. Kısa bir yürümenin ardından Ortasında iki uzun ağacın olduğu tarihi dikdörtgenimsi binayı görünce tanıdım. Bahçe kapısının şifresini girdim kapı açıldı. Bina giriş kapısının şifresini girdim o da açıldı. Ama içimde hep ‘ya kapılar açılmazsa ne yaparım?’ korkusu vardı. Dairenin kapısını da açmayı başarırsam değmeyin keyfime. Öyle görevli mörevli yok. 59 numaralı dairenin kapısına geldim. Kapının yanındaki kutucuğu görünce heyecanlandım. Şifresi olan dört sıfırı tuşladım. Kapak açıldı. İçindeki başka bir kutunun içinde dairenin anahtarı vardı. Şifre değiştir komutu üzerine kendi şifremi yazdım. “Son çıkarken kapıyı kilitleyin. Anahtarı aldığınız yere koyun. Dört sıfırdan oluşan şifreyi tekrar girin.” Yazıyordu. Emrin olur. Kutudan beş gün sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldım. Kapıyı açıp içeri girdim…
ahmet.kocak16@hotmail.com