Klinik Yok, Teşhis Var! Hasta Yok, Tedavi Var!

Bursa Vatan Medya Grubu Köşe Yazarı Murat Koç Yazdı:
Klinik Yok, Teşhis Var! Hasta Yok, Tedavi Var!
Tıp mı Ticaret mi? Sağlık Sistemi Alarm Veriyor!
“Topuk Kanı Tuzağı”, “SMA Rantı” ve Pandemi Sonrası Derin Çöküş
Sağlık sistemi artık yalnızca hastaların değil, hekimlerin de isyan noktasında olduğu bir yapıya dönüştü. Ticari kaygılar, bilimsel etiklerin önüne geçerken, üç doktorun çarpıcı ortak çıkışı sağlık alanındaki çürümeyi tüm çıplaklığıyla ortaya koydu:
“Klinik yok, teşhis var. Hasta yok ama tedavi var!”
Toplum Deney Alanına Dönüştü mü?
Toplum, doktorların ifadeleriyle adeta bir “deney havuzu”na dönüştürüldü. Bebeklerden alınan topuk kanı ile başlayan süreçte SMA taramaları üzerinden korku pompalanıyor; aileler genetik tanı ve tedavi merkezlerinin müşterisine dönüşüyor. Bu sistemin başlıca amacı ise hekimlere göre insanı değil, kazancı korumak.
Pandemi Süreci: Bilim mi, Senaryo mu?
Pandemi döneminde uygulanan PCR testleri, mRNA aşıları ve karantina protokolleri doktorlarca “bilimsellikten uzak ve tamamen yönlendirilmiş” olarak değerlendiriliyor.
Doktorların bir diğer iddiası ise medyaya yönelik. Pandemi sürecinde basının çoğunlukla sessiz kaldığı, hatta fonlanarak yönlendirildiği öne sürülüyor. “Hakikat geri planda kaldı, propaganda ön plana çıkarıldı” denilerek, bilgiye erişimin bilinçli olarak kısıtlandığı savunuluyor. Hekimlerin ortak çıkışı, sağlık alanında yaşanan büyük dönüşümün sorgulanması gerektiğini ortaya koyuyor. Sağlık sistemi, insan hayatı yerine kâr odaklı bir modele doğru evrilmiş durumda. Doktorların yükselttiği bu itiraz, toplumun uyanışı için güçlü bir çağrı niteliğinde.
Murat Koç’un aktardığına göre, doktorlar mRNA teknolojisinin ilk kez insan DNA’sına doğrudan müdahale imkanı sunduğunu ve bu teknolojiyle insan bedenine nano boyutta bilinmeyen yapıların enjekte edildiğini savunuyor.
Aşı mı, Genetik Kod Girişi mi?
GDO’lu gıdalarla onlarca yılda yapılamayan genetik dönüşüm, aşı adı altında birkaç ayda sağlandı mı? İşte tartışmalar bu noktada derinleşiyor.
“Millet aşı olduğunu zannetti ama aslında…” cümlesiyle başlayan doktor açıklamaları, halk sağlığı politikalarının derin bir şeffaflık ve denetime ihtiyacı olduğunu gösteriyor.
SMA Rantı ve Umut Tacirliği
SMA hastalığı üzerinden başlatılan kampanyaların, küresel ilaç devlerinin milyonlarca dolarlık bütçelerine hizmet ettiği ifade ediliyor. Bebeklerin masumiyeti, kamu vicdanı ve toplumsal duyarlılık; hepsi ilaç sektörü için birer “pazarlama aracı”na dönüştürülmüş durumda.
Medya Sessiz, Fonlar Etkin mi?
Yazıya göre, medya bu süreçte ya “uyudu” ya da bazı fonlarla susturuldu. Eleştirel habercilik rafa kalkarken, sorgulayan gazeteciler dışlandı. Murat Koç’a göre, “sağlıkta dönüşüm” adı altındaki bu sistem artık sorgulanmalı.
SONUÇ:
Sağlıkta alarm zilleri çalıyor. Herkes için geçerli olması gereken tıp bilimi, herkesin değil, belirli yapıların çıkarına mı hizmet ediyor?
Üç doktorun ve Murat Koç’un isyanı, aslında milyonlarca insanın iç sesi olabilir:
Tıp, ticarete teslim edilirse insanlık neye teslim olur?
Murat Koç’un yazısının tam metni;
Klinik Yok Teşhis Var.! Hasta Yok Tedavi Var.! Tıp mı Ticaret mi.?
Topuk Kanı Tuzağı, SMA Rantı ve Sağlıkta Çöküş.!
ÜÇ DOKTORUN ORTAK İSYANI;
Bir zamanlar “pandemi” denilen karanlık bir tünelde, (plandemi de deniyor..) burunlarımıza sokulan çubukların ürettiği sahte “pozitif” sonuçlarla evlere kapatıldık.. Bununla güya vaka sayıları patlamış gösterildi. Medya ise çoğunlukla yine uyudu tabiki. Ya da hakikati görmeye yanaşmayıp incik-boncuk şeylerle milleti oyalamaya devam etti. Araştırmayı-Soruşturmayı terk edip teslim olmayı tercih etti. Tabi bunda Küreselci tayfanın hem figüranı hem de sözcüsü olan zatın “Basın için … şu kadar milyon dolar FON ayırdık” demesinin etkisi var mı bilinmez.!
Ve o “Karantina” adı altında özgürlüğümüz alındı-çalındı. Aşı adı altında ise bedenlerimiz işgal edildi. İnsanlık tarihinde ilk defa küresel çapta ve çok hızlı bir şekilde insan DNA’sına direkt girmişler ve içeriye bırakacaklarınıda bırakmışlardı.! GDO’lu gıdalarla (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar-Gıdalar) onlarca yıldır tam olarak yapamadıklarını, yapsalar bile istedikleri hızda ve etkide yapamadıklarını bir an da yapmış oldular..
GDO’lu gıdalar, her ne kadar fıtratı bozukda olsa vücutta bir çok sistemden geçiyordu.. Etkisi hemen değil zaman alıyordu. Ama mRNA teknolojisi öyle değildir. Bununla direkt olarak insan DNA’sına rahatça girmişler ve NANO boyutta bir takım maddeler bırakmışlardı.. Millet aşı olduğunu zannediyordu ama aslında….. Her neyse.
DEVAM..
Başta bir çok ünlü siyasetçi ise aşı olduğunu söylerken ve buna dair görüntü paylaşırken aslında daha aşı bile olamayan, çünkü FAZ çalışmaları bitmemiş olan o deneysel sıvıyı hakikatte ise olmuyorlardı.! Ama oluyormuş gibi görünüyor, konuşuyor ve ne hikmetse ona SANKİ KUTSAL BİR SIVIYMIŞ gibi muamele yaparak milletide böylece aldatıyorlardı.
“Devletim bana yanlış yapmaz, yanılmaz” diyenler ise tabiri caizse şapa oturuyor ve o iğnelerle perişan oluyordu.. Çünkü şunu ununutuyorlardı; Devlet, insanlardan oluşuyordu ve insanlar yanlış yapabilir, yanılabilirdi… Devleti ise hükümetler yönetiyordu. Hükümetlerin ise bir çok yanlışı vardı. Ve bu yanlışlar baş tacımız olan O DEVLET kavramına da zarar veriyordu.. Ama ayırımı yapmak gerekiyordu..
Peki ya şimdi.? Genel Tarama Testleri adı altında acaba oyunun ikinci perdesi mi başlıyor.? Ve bu kez tuzağın hedefinde, dünyaya gözlerini yeni açmış o masum, savunmasız bebekler mi var.?
Hadi gelin bunu biraz sorgulayalım.
İlginç bir şekilde Dr. Uğur Yılmaz, Doç. Dr. Cüneyt Konuralp ve Prof. Dr. Alişan Yıldıran’ın bu konudaki çığlığı aynı noktada birleşiyor:
Malum ki “Topuk Kanı” alımı ve taramaları, özellikle SMA adı altında ve bahanesiyle aslında milyar dolarlık bir endüstri belki rant oluşturdu.!
Klinik bulgu olmadan konulan hatalı tanılar, ne yazıkki sağlıklı nesilleri kölelere dönüştürüp bebeklerin bütün bir hayatını, geleceğini karartıyor.! Tabiki anne-babalarınında.. Halbuki “klinik bulgu olmayana” tedavi yapılmamalı, ilaçda verilmemeliydi..
Şimdi bunu söyledik diye bir şekilde zoruna gidip “sen doktor musun” diyenlere biz de deriz ki; “Ben doktor değilim ama benim bu söylediklerimi söyleyenlerde doktor.! Ve bu dünyada tek doktor siz değilsiniz.!” “Gerçek tıp ve hekimlikde sizin tekelinizde değil.”
Durum bu kadar vahim iken maalesef ebeynler ise hala uyuyor, sorgulamıyor.. Sağlık sistemine SANKİ kutsalmış gibi, yanılamazmış gibi, burada sanki yüz milyarlarca dolarlık ticari bir rant dönmüyormuş gibi anlamsızca ve ölümüne güveniyorlar.! Bedelini ise en başta o masum ve savunmasız bebekler ama kendileri de ödüyor.
İşte bugün sizlere üç hekimin aynı konularda ki ortak bazı itirazını belki isyanını aktarmak istiyorum..
1; SMA TARAMALARI, İLAÇ DEVLERİNİN KORKU PAZARLAMASIDIR.!
Dr. Uğur Yılmaz; “Zaten SMA’sı olmayanlara bile bu ilaçları yapıyoruz diye niye söylemiyorlar.? Türkiye’deki sağlık sistemi, tam bir soygun sistemidir. Hayır, bakın bunlar teste göre hasta. Klinik olmadan da teşhis ediyoruz. Neden.? Çünkü bu ilaçları kullandıracaklar.. Daha sonra klinik olup olmamış onlar için önemli değil. Eğer zaten hasta değilse bak ilacımız fayda verdi, ondan iyileşti diyecekler. Zaten hasta değil adam. Zorla tarayıp hasta bulup sağlam insanlara bile bu ilaçları tükettiriyoruz diye NİYE söylemiyorlar? Varsayımsal görüşler.” diyor sayın Uğur YILMAZ.
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp; “Bir de tedbir kararı falan alınıyor, ne oluyoruz.? Gerçekten o kadar gereksiz ki eğer ille de birilerine hesap sormak isteniyorsa bu hesap topuk kanı alınmasının sakıncalarını anlatmaya çalışanlardan değil, böyle olması birilerinin daha çok işine geliyor diye alternatifleri ailelere sunmayanlardan sorulmalı.”
Prof. Dr. Alişan Yıldıran; “2020 de Cumhurbaşkanı’na…”Tükiye’de SMA diye hastalık çıkacak, ilacını bize satmaya çalışacaklar” dedim, topuk kanı gündeme geldi.”
Ve “Bebeklerden zorla topuk kanı alma sebebi, sıkıntılı SMA ilacı satmanın yanında, bebeği kısırlaştırmak mı.?” diyor.
Ve yine zorla toplanan bebek topuk kanları için eleştirel ama sorgulayıcı bir yaklaşımda bulunarak “acaba bu, bir çeşit gladio olabilir mi.?” diyor.
2. “KLİNİK BULGU OLMADAN ZORLA TEDAVİ“, TIBBİ BİR ŞİDDET BELKİ TIBBİ TERÖR MÜ.?
Dr. Uğur Yılmaz; “Bildiğimiz tıp uygulamasında; kişi hasta olur, hastalık belirti ve bulguları başlar, hekim muayene ile hangi hastalıkların var olabileceğine karar verir. Ortada gerçek bir hastalık olmadan yapılan bütün tetkik ve tedaviler gereksiz tetkik ve tedavilerdir.
Burada ortada bir hastalık yokken, hastalığı düşündürecek belirti ve bulgular olmadan, sadece gen testi ile bazı kişilerin hasta kabul edilmesi ve bunların ilaç kullanmaları için zorlanması söz konusudur.” diyor.
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp; “Halk sağlığı uygulamalarında her şeyin iyi niyetle yapıldığı varsayımı, bazen zarar verebilir. Özellikle yeni doğan bebeklerde yapılan geniş çaplı taramalar, birçok zaman kaygıya neden olmakta, gereksiz incelemelere yol açmakta ve ebeveynlerin psikolojisini bozmaktadır.”
Prof. Dr. Alişan Yıldıran; “Klinik bulgusu olmayan bebeğe 2 milyon dolarlık tedavi uygulamak bilim dışıdır.!”
“SMA taraması pozitif diye asemptomatik bebeğe 2 milyon dolarlık gen tedavisi uygulamak, tıp değil ticarettir! Bu uygulama, ilaç endüstrisinin ahlaksız deney alanıdır.”
Daha güvenilir ve az invaziv yöntemler varken (yani deriyi delme, kesik atma yerine idrar veya tükürük testleri gibi yollar var iken) topuk delmek sureti ile kitlesel taramalar yapmak etik değildir…” demekte idi.
3. GEREKSİZ MÜDAHALE, BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ ÇÖKERTİYOR.!
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp; “Erken dönemde yapılan gereksiz müdahaleler (aşı, ilaç, tanı prosedürleri), bebeklerin bağışıklık sistemini frenliyor! Topuk kanı taramasıyla başlayan süreç, ömür boyu süren ilaç bağımlılığının ilk adımıdır.”
Prof. Dr. Alişan Yıldıran; SMA’lı asemptomatik bebeklerde uygulanan intratekal enjeksiyonlar (Spinraza), hidromiyeli ve nörogelişimsel regresyona yol açıyor. Bu veriler göz ardı ediliyor.?”
Dr. Uğur Yılmaz; “Gerçek tıp, semptomları tedavi eder; istatistiksel hayaletleri değil.! Klinik bulgu olmadan ‘hasta’ demek, aileleri psikolojik şiddete maruz bırakmaktır.”
BU ÜÇ DOKTOR NEDEN HEDEFTE.?
“Bu hekimlerin ortak kaderi; Eleştirdikleri sistem tarafından hedef gösterilmeleri.! Mesela Dr. Yılmaz’a “komplocu” dediler, tehdit edildi..
Konuralp’in kitapları ise “marjinal” diye karalandı.
Prof. Yıldıran’ın ise üniversitede ki labaratuvarına gece yarısı baskın düzenlendi, laboratuvarı dağıtıldı, cihazları dışarı çıkarıldı.! Peki neden? İfşa ettikleri gerçekler yüzünden olmasın sakın.?
Çünkü öyle şeyler ifşa ettiler ve öyle gerçekleri gür bir sesle haykırdılar ki açıkladıkları gerçekler milyar dolarlık SMA endüstrisini çökertme potansiyeline sahipti..
Hepsi gerçekten ap ayrı bir değerdi..
Bu üç isimde, mesleki itibarlarını riske atan nadir hekimlerdendi. Mesela Prof. Dr. Alişan Yıldıran şasırtıcı derecede zeki ve cesur bir adamdı. İşinde çok iyi, tecrübeli, dikkatli ve aşırı hassas bir insandı.. Hastaları arasında da çok seviliyordu. Türkiye’de kendi alanının öncü doktorlarından biriydi. Laboratuvarına yapılan baskın ise, herhalde ki ifşalarının ne kadar tehlikeli bulunduğunu gösteriyordu.
Dr. Uğur Yılmaz ise; Belki türünün tek örneği kabilinden bir adamdı. Alanında uzman, başarılı bir geçmişe sahip ve çok tecrübeli bir isimdi. Sektörün bir çok aşamasını ise ezbere bilen, sağlık sektöründe olanları, dönenleri ise en iyi özetleyebilecek, meseleye hakim nadir isimlerdendi. Fakat en öne çıkan özelliği ise belkide “Mangal yürekli” bir adam oluşuydu.. İşte o cesareti ve HAKİKATE olan tarafgirliği ile sağlıktaki rantı belgeleriyle deşifre ediyordu. İyi bir mü’min, başka canlar ve masumlar için ne kadar hassas olması gerekiyorsa Dr. Uğur YILMAZ da en az o kadar hassas bir isimdi.
Doç. Dr. Cüneyt Konuralp ise; Özel bir adamdı. Çünkü verileri okumadaki dehası ve saklı tuzakları ortaya çıkarmadaki kabiliyeti onu tamamen özel biri kılıyordu. Okuduğum kitaplarından şunu görebiliyordum; Müthiş bir analistdi..
Böylesine yüksek değerlerin bu ülkede olması ise büyük bir şans ve nimetti. Ama bunu ne kadar kullanıyor ve değerlendiriyorduk.?
Umarım bu isimlerle bir gün tanışmak ve sohbet etmek bizede nasip olur..
İşte bu isimlerin ortak özelliği; İnsanlığı, kariyerlerinin önüne koymalarıdır.!
Ben acizane bu üç isme de çok şeyler borçlu olduğumuza inanıyorum. Çünkü bunların uyarıları ile binlerce ebeveyn sağlıklı bebeklere sahip oldu ve şu dünya cehennemi içerisinde sanki bir nevi cenneti yaşıyorlar.. Çünkü bebeklerinin sağlıklı ve sorunsuz gelişimini izliyor, tadını çıkarıyorlar..
Kim bilir, belki kendileri farkında bile değiller ama üç isimde bu dünyadaki rollerini doğru oynuyorlar.! Bilgi ve meslekleri ile hem millete, hem o masum bebeklere hem de Allah’a hizmet ediyorlar. Aslında bir nevi ilimlerininde zekatını veriyorlar.
Özetle biz şuna inanıyoruz ki; Gerçek hekim, hastasını sahte ya da yanlış gen testleri ve laboratuvar raporları ile zan üzerine tedavi uygulayan değildir.. Hastasını stetoskop ve klinik gözle ve de gözlemlerle muayene edendir!
Ben acizane sizlere Topuk Kanı vermenizi asla tavsiye etmiyorum. Çünkü ortada çok büyük bir problem var ve YAKALANDIĞINIZ yer tam da burası olacak.! Aynı Covid sahtekarlığında PCR testi ile yanlış olarak yakalanıp sonra haybeye tedaviye mebcur edilip nihayetinde ise perişan olanlar gibi.. Ama ola ki bir şekilde ve vesileyle vermiş bulunduysanızda size “topuk kanı taraması pozitif” diyenlere şu 5 soruyu sormanızı tavsiye ederim;
1. Bebeğimde klinik bir bulgu var mı?
2. Bu testin yanlış pozitif oranı nedir?
3. Bu taramayı fonlayan ilaç şirketi, tedaviyi de mi satıyor? Bundan haberiniz var mı.?
4; KAN bir kişisel veridir.! Bu kanlar nereye gidiyor.?
5; Siz bize NEYİ garanti ediyorsunuz ve imza verip taahhüt ediyorsunuz.?Keşke bu soruları hiç vermeden önce sorsanız..
Maalesef Topuk Kanı ve GenTesti yeni çağın fal kitabı gibi oldu sanki. Çünkü gerçek semptomlarla değil, istatisliksel hayaletlere dayalı, bir çok yanlış ve zanlar ile hayatlar mahvediliyor.
Bu durum, Bilim maskesi altında saklanan sanki bir kumarhane misali gibi geliyor bana.. Pozitif mi çıktı, negatif mi derken ne hikmetse asıl kazanan hep o ilaç şirketleri.!
Evet dostlar, özetle; bence işte bu üç kahraman doktorun uyarısı tarihe geçecek türdendir.
Çünkü sağlık endüstrisi, bütün bir insanlığı hasta ilan ederek ve hastalık üretmeye çalışarak, bundan beslenen sanki bir canavara dönüşmüş durumdadır. Sağlık sistemi Türkiyede nerede ise çökmüştür.
Sağlık sistemi, tabirde ve teşbihte hata olmaz, sanki hasta satan bir eczaneye dönüşmüş gibi. Bilgi yerine korku veren, tedavi yerine ticaret sunan bir yapıya dönüşmüş gözüküyor..
Yine, bu yeni sağlık modeli, sanki bir çeşit kanun dışı mahkeme gibi.. Delil yok, sanık yok, ama hüküm kesin.!
İlacı al, ödemesini yap ve sus.. İtiraz etme, itaat et.!
“Biz ne yapıyorsak doğrudur. Bizim dediğimiz her şey BİLİMDİR, bizim dediklerimizin dışında kalan ise bilim dışı, Komplo Teorisidir.!” Genelde böyle bir zihniyet işte.. İyi ama BİLİM dediğiniz şeyin kaçıncıya yanıldığının, değiştiğinin, dün yanlış dediğine bugün doğru dediğinin sayısını hatırlamıyorum ben.. Nasıl olacak.?
Ve yine “biz sizin çocuklarınızı sizden daha çok düşünürüz..” gibi absürt bir anlayışa sahip bir çok kez..
Özetle; İşte “gerçek karanlık” belkide budur. Zamanında PCR denen (bence) bir nevi “modern falcılık aleti”, nasıl ki Covid’de sahte pozitiflerle milyonları karantina kumpasına sokmuştu, aynen öylede şimdi benzer bir tuzak, sanki bebeklerin topuk kanında kuruluyor.!
Dr. Uğur Yılmaz’ın çığlığını bence hiç unutmayın; “Klinik bulgu olmadan konulan tanı, bilimsel sahtekârlıktır!”
Ve böyle bir durumun kimlerin cebini doldurduğunu iyi sorgulayın.
O kimseler, SMA adı altında tek dozu 2 milyon dolarlık ilaçları bebeklere enjekte edenler mi.? Yoksa tarama testi endüstrisini besleyen ve ihya olan dev laboratuvarlar mı.? Yahut aileleri korkutan, korku üzerine bir sektör, belki pazar bina eden korku tacirleri mi.?
Unutmayın lütfen; Her “yanlış ve sahte pozitif“, bir annenin yüreğinde kara bir delik, kanayan bir yaradır… Bir babanın ise dilenci edilmesi demektir. Hatta belki “cebinde bir hırsız eli” demektir.
Yeter artık bu istatistik kumarı.!
Düşün bebeklerimizin yakasından..Ey Aileler.!
Bebeklerinize ne olur sahip çıkın. Bir an olsun başlarından ayrılmayın.!
Topuk Kanı için ısrar edenlere ise, onların gözlerinin içine bakarak gerekirse şu cümleyi gür bir sesle haykırın; “Bu, bebeğimi kurtarmak mı için mi, yoksa sizin o rant çarkınızı yağlamak için mi.?’
Unutmayın ki bu üç Doktorda kariyerlerini ve güvenliklerini hiçe sayarak bu çığlığı attılar. Dr. Uğur Yılmaz tehditlere rağmen susturulamadı. Doç. Dr. Konuralp’in kitapları karalandı. Prof. Yıldıran’ın ise laboratuvarı basıldı. Peki NEDEN.? Çünkü açıkladıkları bazı gerçekler, milyar dolarlık bir endüstriyi deşifre ettiği ve bu ifşaları onların çarkını durdurma potansiyeline sahip olduğu için olmasın sakın.?
Ey Aileler.!
Şimdi SORUYORUM SİZE; Bu doktorlar kariyerlerini hatta geleceklerini dahi riske eder ve sizler için korkusuzca savaşırken, sizler NEDEN hala sessizsiniz.?
Hatırlatırım ki, sessiz kaldığınız her an, o masum topuklara batırılan iğnenin vebaline ortak olacaksınız..
Bebeğiniz söz konusu iken bu sessizliğiniz, bu çark ve rant düzene teslim oluşunuz NEDEN.?
Ey Aileler.!
Bu sessizliğinizi KIRIN artık.!
Ve “YETER, düşün artık yakamızdan” deyip İSYAN sesinizi gür bir seda ile haykırın…Selam, Dua ve İSYAN ile… 🙂
Not; Bu yazıyı yayın, iletin, duyurun, haberdar edin, uyarın..