“Atatürk’ün Türkiye’sinde Terörle Pazarlık Olmaz!”

Atatürkçü Düşünce Derneği’nden Sert Tepki: “Cumhuriyetimizin Temelleriyle Oynanmasına İzin Vermeyeceğiz!”
Gürhan Akdoğan: “Atatürk’ün Türkiye’sinde Terörle Pazarlık Olmaz!”
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkan Yardımcısı ve Bursa Şube Başkanı Gürhan Akdoğan, son günlerde kamuoyunu derinden sarsan açıklamalar ve gelişmelere ilişkin çok sert bir açıklama yaptı.
Gürhan Akdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, terör örgütü liderine ilişkin yaptığı “tecridin kaldırılması, TBMM’de konuşması ve umut hakkı” gibi ifadelerine ve bu çıkış sonrası sözde örgütün kendisini feshettiğini duyurmasına tepki gösterdi.
“Cumhuriyetin Temellerine Saldırı Var!”
“Cumhuriyetimiz, tam bağımsız, üniter, laik, demokratik bir ulus devlet olarak, Atatürk ilke ve devrimleriyle var olmuştur ve sonsuza kadar da bu çizgide kalacaktır” diyen Akdoğan, şöyle devam etti:
“Bahçeli’nin açıklamaları bu ülkenin kurucu değerleriyle, milli birlik ve beraberlik anlayışıyla açıkça çelişmektedir. Terör örgütüyle mücadele eden şehitlerimizin kemiklerini sızlatan bu çıkış, biz Atatürkçüler için kabul edilemez bir kırmızı çizgidir.”
“Örgüt Sözde Feshedilmiş, Bildiri Yayınlıyor… Kiminle Ne Pazarlığı Yapılıyor?”
Akdoğan, terör örgütünün sözde kendini feshettiğini ilan ettiği bildiriye de dikkat çekerek, “Bu, terörle pazarlıkların, masa altı görüşmelerin, kamuoyuna yutturulmaya çalışılan aldatıcı hamlelerin bir parçasıdır. Bu tür girişimler Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumaktır” dedi.
“Meclis Kürsüsü Vatana Sadakatle Şereflenmiştir, İhanetle Kirletilemez!”
Akdoğan, TBMM’nin milletin iradesini temsil ettiğini vurgulayarak, “Meclis kürsüsünde Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri yankılanır. Oraya eli kanlı bir teröristin çıkarılması düşüncesi bile bu ülkeye ihanettir. Bu millet affetmez!” ifadelerini kullandı.
“ADD Susmaz, Geri Adım Atmaz!”
Gürhan Akdoğan, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin her koşulda, ülkenin bölünmez bütünlüğü, laikliği, tam bağımsızlığı ve ulus devlet yapısının yanında dimdik durmaya devam edeceğini vurgulayarak, kamuoyuna şu mesajı verdi:
“Bu milletin her karış toprağı şehit kanıyla sulanmıştır. Hiçbir pazarlık, hiçbir siyasi çıkar, bu ülkenin geleceğinden ve kurucu değerlerinden üstün değildir. ADD olarak, geçmişte olduğu gibi bugün de, yarın da Cumhuriyetimizi savunmaya devam edeceğiz. Susmayacağız, unutturmayacağız, mücadeleyi bırakmayacağız.”
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
Gürhan AKDOĞAN
ADD Genel Başkan Yardımcısı
Bursa Şube Başkanı
‘’EMPERYALİZMİN SİNSİ TUZAKLARININ FARKINDAYIZ’’
KURTULUŞ VE KURULUŞ DEĞERLERİMİZ İLE CUMHURİYETİMİZ İLELEBET PAYİDAR OLACAKTIR.
Cumhuriyetimiz, tam bağımsız, üniter, laik, demokratik ulus devlet niteliğimiz bölünmez bütünlüğümüz, Atatürk ilke ve devrimlerimiz vazgeçilmezimizdir.
Hepimizin bildiği üzere ülkemiz kısa bir süre önce bir gün birdenbire Bahçelinin ‘’Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın’’ sözleriyle terörist başının mecliste konuşma yapması daveti şaşkınlığı toplum tarafından tam ne olduğu anlaşılamadan hain terör örgütü geçtiğimiz günlerde kendini sözde feshettiğini duyururken birde sözde bildiri yayınladı. Her satırı hadsizlik ve yıllarca süren ihaneti meşrulaştırma, onca vatan evladının katledilmesine ve ülkeyi bir terör batağı ile yıllarca meşgul etmesine rağmen bir satır özeleştiri içermeyen Lozan’ı ve 1924 anayasasını hedef alan Emperyalistlerce hazırlanmış bir bölme parçalama bildirisi olarak karşımıza çıktı ve bir süre sonra bu durum Türkiye’nin önüne ‘’Terörsüz Türkiye projesi’’ olarak sunuldu. Şimdi bunları neden bugün tekrar gündeme getirdiğimiz, hatırlattığımız sorgulanabilir. Öncelikle ifade edelim ki evet terör mutlak bitmeli. Evet terörsüz bir Türkiye son derece önemli bir hedef bunda hiç kuşku yok, ama terörist başının muhatap alınması, hain terör örgütünün fesih bildirisi üzerinden Devletimizce muhatap alınması, içerideki siyasal uzantılarının devletimize aracılık yapması kabul edilemez. Diğer taraftan bu belayı başımıza saran Emperyalistler uşakları vasıtasıyla bizi 40 yıl kana boğarken şimdi yeni bir proje ile terörist uşaklarına sözde silah bırakın örgütü feshe edin şimdi artık Türkiye’yi bölme zamanı, BOP üzerinden Sevr’i hortlatma zamanı diyorlar. Nasıl olsa daha önceleri yaptıkları gibi yeni teröristler, yeni örgütler yaratırlar Saddam da olduğu gibi Usame bin Ladin de olduğu gibi zamanı geldiğinde ortadan kaldırabilirler.
Şimdi biraz hafızaları tazelerken, terör örgütünün Eruh ve Şemdinli baskınları ile başlayan Başbağlar katliamını, Kızılay Güvenpark katliamını, Mardin Pınarcıkta kadın ve çocukların katledilişini, Eruh ta sivillerin yaşamlarını yitirmesini, İstiklal caddesi bombalı saldırısında 3 genç aile ile karne hediyesi için alışverişte olan küçük Ecrin in yok edilişini ,Vodofon arena stadyumu ve Atatürk havalimanı katliamlarını, Dağlıca, Aktütün saldırı ve baskınlarını ve daha yeni terörist başı mecliste konuşsun söyleminden hemen sonra gerçekleşen Tusaş katliamını, Şenay Aybüke öğretmen daha niceleri ile 50000 e yakın insanımızın yok edilişini nasıl unuttuk.
Bu emperyal proje ve Sevr’in devamı BOP işlerken bir taraftan yeni Anayasa hazırlık dayatmaları, diğer taraftan bu proje kapsamında terörist başı ile yapılan görüşmeler, konu ile ilgili komisyon oluşturma çalışmaları, yargı paketleri, Emperyalist ABD ile Siyonist İsrail’in Gazzede yaptıkları, İran’a saldırıları sürerken birden ateşkes ilanları, ülkemizde yaşanan Belediyelere operasyonlar, CHP sinin kayyuma verilip verilmeyeceği ve 30 Haziran’a odaklanan mahkeme tartışmaları, bu son derece önemli, geleceğimizi ilgilendiren, üniter yapımız ve ulus devlet niteliğimizi tehdit eden toplum tarafından belirsizlikler içeren bu proje yukarıda saydığımız olaylar bütünü tarafından örtülüyor. İşte tamda bu nedenden hain terör örgütü ile olan gelişmeleri, yeni Anayasa tartışmalarını tekrar hatırlatmayı bir görev biliyoruz.
Unutmayalım bu süreç devam ederken daha yeni DEMli eş Başkan Bakırhan ‘’Seyid Rıza ne yaptıysa, Şeyh Saitler, Sakineler ne yaptıysa Kürt halkıda onu yapacaktır’’ Diyor…Şimdide ”Kürt halkının statüsünü tanıyan Türkiyelilik tek çözümdür. Bizim rotamızı Türkiye halkları belirlesin’’ diye buyurmuş…
Seyit Rıza kim? Şeyh Said kim? Ne yapmışlar? Türkiye halklarımı?
Sorduk ya yanıtlayalım. Bunlar Cumhuriyete başkaldıran İngiliz işbirlikçisi hainler. Cumhuriyet Rejimine başkaldıran Sevr savunucuları. Bakırhan bu örnekler ne yaptıysa onu yapacaklarmış. Öyle diyor…Terörist başıda bir yazısında rota belirliyor, yeni bir Cumhuriyet tanımı yapıyor. Konfederalizm (!) Türkiye’yi parça parça bölme projesidir.
BİZİM BİR TEK ROTAMIZ VAR..o da
Bu Cumhuriyeti Kuran Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının rotasıdır. Bu rotanın bize verdiği hedef
CUMHURİYETİN. TEMEL İLKELERİ İLE ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİNİN IŞIĞINDA ‘’ANTİEMPERYALİST TAM BAGIMSIZ VE BÖLÜNMEZ LAİK DEMOKRATİK TÜRKİYE’’
‘’LOZAN VAZGEÇİLMEZİMİZDİR’’
‘’TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ KURAN TÜRKİYE HALKINA TÜRK MİLLETİ DENİR’’sözünün gereğidir.
Şimdide bugün gelinen noktada 1 Mart 2003 tezkeresi sonrası ve yıllar öncesinden ABD emperyalizminin Türkiye ve bölge ülkelerine biçmek istedikleri rollerle ilgili yazdıklarına göz atalım.
Biraz geriye gidersek 7 Ağustos 2003’te ABD Dışişleri bakanı Condoleezza Rice ın 22 ülkenin sınırlarını değiştirme projelerinin olduğunu yazdığı Washington Post gazetesindeki makalesi bize bugünleri hatırlatıyor.
CIA Türkiye istasyon şefi Paul Henze’nin tezkere reddi sonrası 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu raporda
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis; Meclis’i ikna ettiğimizde, ordu; orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarını yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz.”
Paul Henze açıkça vurguluyor. “Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulmasıdır” diyor. Bunun gerçekleşmesi için de yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek elde toplandığı Başkanlık rejimine geçilmesini öneriyor. O başkanı ikna etmenin de yıkmanın da ABD için kolay olacağını savunuyor…Ve gelinen noktada Türkiye Anayasa değişikliği ile parlamenter sistemden uzaklaşarak ne olduğu belirsiz başkanlık sistemine geçti
Bir başka isim CIA Milli Haberalma Konseyi (National Intelligence Council) başkan yardımcısı Graham Fuller o dönemler Türkiye’yi mesken tutmuştu. “Kemalizm öldü, şimdi yeniden Osmanlı zamanı” özeti veren konuşmalar yapıyor, kitaplar yazıyorlardı. Türkiye ile ilgili yazdıkları buraya sığmaz.
Bugün dış politikamızın en önemli konularından biri Anayasa konusudur. Çünkü yabancı ülkelerin Türkiye’ye uzunca bir zamandan beri yeni bir anayasa yapması için çeşitli yollardan telkinlerde bulunduğunu görüyoruz.
Aslında büyük devletler başka ülkeleri etkilemek istedikleri zaman önce Anayasalarını değiştirtmeye çalışırlar ama kendi Anayasalarını kolay kolay değiştirmezler.
Amerikan Anayasası 236 yıldan beri değişmemiştir; bu anayasanın maddelerinde 27 kere değişiklik yapılmıştır ama Anayasa baştan aşağıya değiştirilmemiştir. Belçika Anayasası, 1831’den beri değişmemiştir. Ama büyük devletler kendileri açısından gerekli gördükleri zaman başka ülkelerin anayasalarını değiştirmek için özel bir çaba harcarlar.
Örneğin 2. Dünya Savaşı bittikten sonra Amerika’nın ilk yaptığı işlerden biri Japonya’ya yeni bir anayasa kabul ettirmek olmuştur. Bugün de yürürlükte olan Japon anayasası işgal kuvvetlerinin komutanı General Mc Arthur’un hukukçu subayları tarafından hazırlanmıştır.
Alman anayasası da benzeri bir şekilde kaleme alınmıştır. Önce 1946 yılında, yine Amerikalı hukukçuların yönetiminde Bavyera bölgesi için bir temel yasa hazırlanıyor. Daha sonra 1948 yılında, galip devletler Londra’da Alman Anayasası’nın esaslarını saptıyorlar. Bu işle görevlendirilen komisyonlarda Almanlar yok. Anayasayı hazırlayıp Başbakan Adenauer’e götürüyorlar. Adenauer “Bu bir felaket, biz böyle bir metni kabul edemeyiz.” diyor. Ancak, baskılar karşısında Londra’da hazırlanan Anayasayı küçük değişiklerle kabul etmek zorunda kalıyor Bugün yürürlükte olan Alman Anayasası, esasları Londra’da hazırlanan bu anayasadır.
Bu iki devlet savaş kaybetmiş. Savaş kaybeden devletlere, güçlü devletler diz çöktürüp, ülkelerini nasıl yöneteceklerini, ilkelerinin ne olacağını belirleyen anayasalar hazırlatmışlar. Peki şimdi Türkiye savaş mı kaybetti? Niye bize yabancılar sürekli bir yeni anayasa yapmamız için dayatıyorlar?
“Türkiye’ye yeni Anayasa gereklidir”, “Yeni anayasa yapılmalıdır” sözleri yıllardan beri Amerikan düşünce kuruluşlarının raporlarında tekrarlanıyor. Üstelik raporlarında bir de yeni anayasada Türk kelimesi geçmesin diyorlar
Amerikan Anayasası bu kadar yıl değişmedi de niye Türk Anayasası değişsin, bunu soran yok. Amerikan Anayasası kabul edildiğinde, Amerika’da hala kölelik düzeni vardı. Ondan sonra ne gelişmeler olmuş? Kölelik kalkmış iç savaş olmuş, iki dünya savaşı olmuş, Amerika’da çok şey değişmiş, eyaletlerin sayısı artmış… Bunların hiçbiri bir anayasa değişikliği için yeterli sebep sayılmamış.
Peki şimdi neden Türkiye’de yepyeni bir anayasa istiyorlar? Açık konuşalım, yabancılar Atatürk Cumhuriyeti’nden, Kemalizm’den rahatsızlar. Niye? Çünkü Kemalizm’in özünde, dış politikanın tam bağımsızlık esasına göre yürütülmesi var. Yabancıların tahammül edemediği bu. Çünkü istiyorlar ki stratejik açıdan hassas bölgelerde bulunan devletler, onlar ne istiyorsa onu yapsın, kendi menfaati farklı yönde de olsa, büyük devletler ne diyorsa onu yapsın. Ama Atatürk Türkiye’si buna uygun değil. Atatürk’ün ilkeleri buna uygun değil.
Cumhuriyet döneminde görüyoruz, Türkiye daima kendi çıkarları neyi gerektiriyorsa, onu yapmış. Hatay’da Fransa’ya boyun eğmiş mi? Daha sonraki yıllarda Ecevit, dış baskılara boyun eğerek Kıbrıs’a çıkartma yapmaktan vazgeçti mi, geçmedi. Kardak’a çıkartma yapmaktan vazgeçtik mi, geçmedik. İşte bu yabancıları rahatsız ediyor. En sonunda 1 Mart tezkeresinde Amerika’nın Türkiye üzerinden Irak’a bir cephe açma girişimine Hükümet razı oldu TBMM izin vermedi. Amerikan tarihinde böyle bir örnek yok. Türkiye’de en kötü dönemlerde bile milli çıkarları koruma refleksi var.
Şimdi Türkiye’nin yapısını, dokusunu değiştirmek istiyorlar. Bunun çaresi Anayasayı değiştirmek. Anayasayı, yani devletin yapısını, değiştirmek. Sanki Türkiye savaş kaybetti, bize dışardan anayasa değişikliği dayatıyorlar. İşin özü bu.
Hiç kimse Türkiye’de mantıki bir şekilde, niçin bizim yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğumuzu söyleyemiyor. Çünkü bazı maddelerin değiştirilmesine ihtiyaç olsa da topyekûn bir anayasa değişikliğine ihtiyaç yok.
Başlangıçta 1982 Anayasasın da toplam 177 asıl madde vardı. İlk değişiklik 1987 de yapıldı enson 2017 de yapıldı 30 yılda 21 kez değişiklik gerçekleşti bu maddelerden 23 madde tamamen yürürlükten kalktı 58 tanesi değişmedi. 96 maddede değişiklik oldu.150 ye yakın noktada değişiklik gerçekleşti
Mevcut anayasada 154 asıl madde yürürlüktedir. Darbe anayasası dediğimiz 1982 Anayasası neredeyse yüzde 70’i değişmiş durumda Kaldı ki Anayasa yapmanın ötesinde anayasal kurallar uygulanıyor mu esas can alıcı nokta budur. Kalan maddelerde ne değiştirilmek isteniyor? Eşit yurttaşlık konusu mu? İlk dört madde mi? Yerel özerklik üzerinden terörist başının önerdiği konfederalizm mi? Yoksa başlangıç maddesindeki Türk milleti tanımımı ya da iki halkın tanımlandığı bir yeni demokratik Cumhuriyet mi? ya da hangi maddeler bizim için mutlaka değişmesi zorunlu maddeler? ya da hangi maddeler yetersiz? Ya da 10. Maddede ki yurttaşların eşitliği neyi kapsamıyor? Ya da 66 maddeyi mi değiştirmek istiyorsunuz? Tüm bu sorular yanıtlanmalıdır.
( MADDE 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (1)Burada eksik olan nedir
Şimdide;
Hain terör örgütü PKK, ABD gözetiminde teröristlerini ve silahlarını çoktan Suriye kuzeyindeki PYD (YPG)’ye aktardığı, ortada sadece adının kaldığı ve çatı örgüt KCK’ nın bölge ülkelerindeki uzantılarıyla devam ettiği düşünülen bir ortamda “silah bırakma” ve “örgütü feshetme” bildirisine göz atalım.
Şöyle diyor hain terör örgütü;
“Partimiz PKK; kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı, halkımızın ‘özgürlük hareketi’ olarak tarih sahnesine çıktı…
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek, silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru, haklı bir mücadele yürüttü. PKK katı Kürt inkarının, buna dayalı ‘imha siyasetinin, soykırım ve asimilasyon politikalarının’ egemen olduğu koşullarda şekillendi…
Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldı. Bu temelde ‘başarıyla yürüttüğü’ mücadele sonucunda bölge halklarının özgürlük umudu ve onurlu yaşam arayışının sembolü haline geldi…
‘Özgürlük Hareketi’ hem nicel hem nitel olarak büyüdü, ‘gerilla savaşı’ ‘Kürdistan’ ve Türkiye’ye yayıldı. ‘Gerillanın’ yürüttüğü ‘Savaş’ın etkisiyle Kürt halkı ‘serhıldanlara’ (İSYANLARA) kalktı. Böylece ‘her iki taraf’ açısından ‘savaş’ temel seçenek haline getirildi (!)…
‘Önder Apo’ Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı ‘Lozan Antlaşması’nın ve ‘1924 Anayasası’nın öncesini referans alarak, ‘Ortak Vatan’ ve ‘Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu’ Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını ‘Kürt sorunu’nun çözüm çerçevesi olarak benimsedi…
2 yıldır önderlik ve PKK yürüyüşüne büyük bedeller pahasına katılarak, inkâr ve imha siyasetine, soykırım ve asimilasyon politikalarına karşı direnen onurlu halkımız, barış ve demokratik toplum sürecini daha bilinçli ve örgütlü biçimde sahiplenecektir…
Söz konusu kararların uygulanması ‘Önder Apo’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam, bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir…”
Bu bildiriye göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve dünyanın on yıllardır “terör örgütü” listelerine aldığı PKK “Özgürlük Hareketi”, müebbet hapis mahkûmu elebaşı “Önder”, devletimiz de soykırımcı ve asimilasyoncu imiş…
Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası -tabii ikisi arasında 29 Ekim 1923’de ilan edilen Türkiye Cumhuriyeti de- inkârcı, imhacı, soykırımcı ve asimilasyoncu imiş…yıllardır öğretmen, hemşire, doktor, teknisyen, işçi ve bebek 50 bin yurttaşımızı katleden alçak teröristler özgürlük savaşçısı “gerilla” lar ve “iki devlet arasındaki bu savaşı” kazanmışlar, PKK galip gelmiş, Türkiye mağlup olmuş. Bu nedenle; ‘Ortak Vatan’ da (demek vatanımız da ortak değilmiş) Kürt ve Türk halklarının ‘kurucu öğe’ olduğu (yıllardır Anayasa 10. maddeye rağmen sürekli çiğnedikleri mikromilliyetçi-etnikçi ‘Eşit Yurttaşlık’ sakızı) “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti” perspektifi dikte ederek iki uluslu yeni bir devlet isteyecek, terörist başına tanınacak ‘demokratik siyaset hakkı’ nı da hukuki güvence ön şartı ile talep edecek konuma gelmişler… Sırrı Süreyya Önder’in süreç başında söylediği “Bu perspektifi ortaya koyarken şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK’nin kendini feshi, demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir”sözünün ne anlama geldiğini bu açıklamadan anlıyoruz
Sözün özü:
Bu bildiri; emperyalizme karşı kazanılan Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşını, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar’ını, 9 Eylül 1922 İzmir’ini, 11 Ekim 1922 Mudanya’sını, 24 Temmuz 1923 Lozan’ını, 6 Ekim 1923 İstanbul’unu ve 29 Ekim 1923 Ankara’sını yok sayan bir hadsizlik manzumesidir. Emperyalizmin bu sinsi tuzakları Kurtuluş savaşımız Kuvayı Milliye destanımız ve Türk aydınlanma devrimleri ile nasıl bozulduysa şimdide öyle bozulacaktır
Saygılarımızla.
TAM BAĞIMSIZ LAİK DEMOKRATİK TÜRKİYE
YAŞASIN YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ
YAŞASIN KEMALİST DEVRİM
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!