Gazeteci İsmail Türk Yazdı: “Saddam Yakalandı Denildiğinde Sevinmedim, İçim Burkuldu…”

  • 19 Haziran 2025
Gazeteci İsmail Türk Yazdı: “Saddam Yakalandı Denildiğinde Sevinmedim, İçim Burkuldu…”

Gazeteci-Yazar İsmail Türk, 2003’te yaşadığı bir anıyı kaleme aldı: Irak, İran, Ortadoğu derinliği ve millet vicdanı arasında duygusal, politik bir iç muhasebe…

Yıl 2003…
Büyük Birlik Partisi İstanbul İl Başkanı olarak Kıbrıs’ta referandum gözlemcisi görevindeydim. O sırada gelen bir telefon, bir dönemin sona erdiğini bildiriyordu:
“Saddam yakalandı.”
Arayan, dönemin BBP Genel Başkanı rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu idi.

O an yaşadığım hisleri bugün hâlâ hatırladığını belirten İsmail Türk, şöyle yazdı:
“Bir diktatör düşmüş. Normalde sevinmem gerekirdi. Ama olmadı. Sevemedim. İçimi derin bir hüzün kapladı. Neye, niye üzüldüğümü dahi bilemeden…”

REKLAM ALANI

Zaman Geçti, His Aynı Kaldı
Yıllar sonra bile bu çelişkili duygunun peşini bırakmadığını aktaran Türk, benzer duyguları bugünlerde İran–İsrail geriliminde tekrar yaşadığını vurguladı:
“İran her zorlandığında, benzer bir iç sıkıntı sarıyor beni. Ne Saddam’ı aklarım, ne İran’ı kutsarım. Ama şunu hissediyorum: Olan sadece onlara değil, bize oluyor.”

“Ortadoğu’da Her Çöküş, Türk Milleti’ne Dokunur”
İsmail Türk, yazısında emperyal projelerin Ortadoğu’yu şekillendirme amacı taşıdığına dikkat çekti. Saddam’ın düşüşüyle Irak’ta yaşanan kaosun, sonrasında ise Suriye, Libya ve şimdi İran’a uzanan hattın, bölge halklarını değil Batı çıkarlarını beslediğini savundu.

“Bize yapıyorlar!”
Gazeteci Türk’ün yazısı, bir hatıratın ötesinde bir uyarı niteliği taşıyor. Yıllar sonra o duyguyu şöyle tarif ediyor:
“Aslında hepimize yapıyorlar. Sadece liderleri devirmiyorlar. Milletlerin ruhunu eziyorlar. Kendi göbeğimizi kendimiz kesmediğimiz sürece, her yenilen bizim eksilmemizdir.”

Habererk Genel Yayın Yönetmeni İsmail Türk’ün bu duygusal yazısı, Ortadoğu politikalarının sadece siyasi değil, kültürel ve vicdani bir yıkımı da beraberinde getirdiğine dikkat çekiyor.
Bir gazetecinin kaleminden, vicdanın sesi…
“Bize yapıyorlar” dedirten satırlar…

İşte o yazı;

İran’a değil bize yapılıyormuş gibi

Yıl 2003…

Büyük Birlik Partisi İstanbul İl Başkanı olarak Kıbrıs’ta referandum gözlemcisi olarak bulunuyordum. Bir telefon geldi. Arayan, rahmetli Genel Başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu’ydu.

“Saddam yakalandı,” dedi.

Normalde bir diktatörün düşüşü karşısında insanın sevinmesi beklenir. Ama ben o an sevindim mi? Hayır. Aksine, anlam veremediğim bir iç sıkıntısı sardı beni. Üzüldüm. Hem de neye, niye üzüldüğümü tam olarak anlamadan.

Yıllar geçti. O anı çok düşündüm. Ve bugünlerde, İran’ın İsrail karşısında her zayıf düştüğü anda, benzer bir üzüntü yine içimi kaplıyor. Ne Saddam’ı yücelten, ne İran’ı kutsayan bir bakış açım var. Ama olan biten sanki sadece onlara değil, bize yapılıyormuş gibi geliyor.

Bu duygu nereden geliyor bilmiyorum. Türklükten mi, Müslümanlıktan mı, yoksa çok daha derin bir tarihsel bilinçten mi?

Belki hepsi birden…

Çünkü biz öyle bir coğrafyanın çocuklarıyız ki, zaferimiz de acımız da birbirine karışmıştır. Bizim için her coğrafya sadece sınırlarla tanımlanmaz. Kerkük’te bir çocuk ağlarsa, İstanbul’daki bir annenin yüreği sızlar. Gazze’de bir ev yıkılırsa, Anadolu’da dualar başlar. Tahran bombalanırsa, sanki Konya’nın göğü kararır.

Saddam’ı yerin dibine sokanlar, onu bir çukurdan sürüyerek çıkarıp tüm dünyaya ibret olsun diye televizyonlarda teşhir edenler… O gün sadece bir diktatörü değil, aynı zamanda bir medeniyetin onurunu da ayaklar altına alıyorlardı.

O fotoğraf karesinde, Saddam’dan çok daha fazlası vardı.

Bize yıllarca öğretilen “Demokrasi getiriyoruz” yalanı, aslında tankla gelen bir haysiyet kırılmasıydı. İşte o yüzden Saddam’ın yakalanmasına değil, yakalanış biçimine üzüldüm.

Bugün de benzer duyguları İran için hissediyorum.

İran rejimini savunduğumdan değil. Mollalarla ya da mezhebi bakış açılarıyla bir yakınlığım yok. Ama İsrail’in İran’a dönük saldırılarında, sadece siyasi çatışma değil, aynı zamanda derin bir aşağılama var. Yine bir coğrafya, yine bir millet, yine bir halk, hizaya getirilmeye çalışılıyor.

Ve ben o zaman, yine hissediyorum:
Bunu İran’a değil, bize yapıyorlar.

Çünkü mesele ne Saddam, ne mollalar, ne şu ne bu…

Mesele; Batı’nın doğuya, Müslüman’a, mazluma, kendinden olmayana nasıl baktığı.

Onlar her zaman böl, yönet, zayıflat ve yut taktiğiyle hareket ederken, biz kendi içimizde ne kadar farklı düşünürsek düşünelim, dışarıdan gelen tokat hep aynı yere iniyor:

Onurumuza.

Bu yüzden bazen hiç tahmin etmeyeceğimiz insanlara üzülüyoruz.

Çünkü bu bizim siyasi değil, vicdani refleksimiz.

Ve bu duygu, ne yalnız Türklükle ne sadece Müslümanlıkla açıklanabilir. Bu, bize has bir bilinçtir. Bir medeniyetin kırılmış onurunu paylaşma bilinci.

İşte bu yüzden, Saddam düştüğünde içim burkuldu.
İran bombalandığında gözüm oraya kayıyor.
Gazze yerle bir edildiğinde içim yanıyor.
Çünkü olan biten her şey, bize yapılmış gibi geliyor.
Ve belki de gerçekten öyle.

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ