Güler Buğday yazdı; ACISI YÜREKLERDE OLAN ÇORUM KATLİAMI KATLİAMLARLA YÜZLEMEYENLERİN GELECEKLERİ AYDINLIK OLAMAZ

Geçmiş dönem PM Üyesi Güler Buğday makalesinde;
Tüm katliamlarda olduğu gibi tarihe kara bir sayfa olarak geçti Çorum Katliamı.
45 yıl önce planlı olarak düzenlenmiş saldırılar, 4 Temmuz’a kadar sürmüştü.
Her katliamda olduğu gibi sanıklar korundu, deliller karartıldı, dosya kapatıldı
Utancımız ve acımız olan Çorum Katliamını da unutmadık ve unutturmayacağız.
On yıllardır egemen olan sağ ve sığ anlayışın temsilcilerinin yüzleşme gibi bir dertleri yok.
O yüzden bu ülke ne yazık ki katliamlar ülkesi haline geldi.
Kürt’üyle, Alevi’siyle, işçisiyle, işsiziyle, kadınıyla, yazan çizen namuslu kalemlerle ve milli iradenin seçilmiş yöneticileriyle hata doğasıyla taşı ve toprağı ile Emperyalizm kuşatmasında savaş halinde bitmek bilmez bir rejim sürdürüyorlar.
Hepimiz ülkemizin içine düşürüldüğü zorlukları, olumsuzlukları, haksızlıkları, halkın ekmeğine düşman olmuş, parasını pul etmiş, kendilerini ve yandaşlarını varsıllaştırmış bir kirli düzeni yaşıyor, görüyor ve acı çekiyoruz.
Tarihimizde görülmedik bir soygun düzeniyle ve cumhuriyetimize düşman bir anlayışla karşı karşıyayız.
Ülkemiz yokluklar içindeyken verdiği kurtuluş savaşından sonra halkıyla ve özveriyle kurduğu Laik Cumhuriyetin, Sosyal Hukuk Devletinin temelleri bilinçli ve maksatlı olarak kökünden sarsılıyor.
Yeraltı ve yer üstü tüm varlıklarımız yabancılar ve yerli işbirlikçileri eliyle yağmalanıyor.
Doğamız ve ormanlarımız iki kör kuruş için yabancılar eliyle tahrip edilip hatta yok ediliyor.
Ülkemizin, halkımızın, özellikle çocuklarımızın geleceği gözlerimizin önünde talan ediliyor.
Artık ülkemizde hak, hukuk adalet yok edilip Tek Adam diktası ve yancısı bir partinin egemenliğinde faşizm uygulanıyor.
Halk, yokluğa mahkûm edilip çaresiz bırakılıp susturulmuş ve Tek Adam diktasına biat etmesi için zorlanmaktadır.
Dostlar, Yoldaşlar ve Canlar, oysa ne çok isterdim bugün sizlere ülkemin ve halklarımızın hak ettiği güzellikleri yaşadığını ve olması gerekenleri, başarılarımızı anlatmayı.
Artık dış dünyada dostu ve saygınlığı kalmayan bir ülke olarak, yeniden hak ettiğimiz itibarı ve gördüğümüz ilgiyi, saygıyı kazandığımızı sizlere anlatmayı…
Eşi benzeri az bulunan bereketli topraklarımızda yetişen, kendimize yeten, çeşit çeşit ürünleri, halkımızın gelecek kaygısı taşımadan, çocukları aç yatmadan, sağlanabildiğini ve anaların, babaların çaresiz kalmadıkları bir düzeni anlatabilmeyi ne çok isterdim!
Sağlığın, eğitimin, sosyal hakların, ilimin, bilimin, sanat ve kültürün her yurttaşın hakkı olduğunun ve bu haklara kavuştuğunu anlatmayı çok arzu ederdim.
Ülkemde yaşayan tüm halkların kendi kimlik ve inançlarıyla özgürce yaşayabildikleri, ötekileştirilmeden, korkmadan, baskı ve şiddete uğramadan, susturulmadan, yaşayabildiklerini sizlere ve tüm dünyaya ifade etmek isterdim
Ülkemin en ücra köşesinde yaşayan yurttaşlarımıza kadar kendi kimlikleriyle, farklılıklarıyla, inançlarıyla ve ideolojik tercihleriyle eşit yurttaşlar olarak yaşadıklarını anlatmayı çok isterdim
Ülkemizdeki tüm renkleri ve farklılıklarının bir arada hiçbir baskı olmadan, dinci, bağnaz, gerici, şiddetten beslenen, cehaleti körükleyen cehalet şebekelerince engellenmeden yaşadıklarını görmek ve sizlere de sunmak isterdim.
Kadınlarımızı yok sayan, sapkınlar tarafından küçük kız çocuklarımızı kadın yapan (!) her türlü tarikat, cemaat ve şiddeti yöntem yapmış Taliban kafalılardan kurtulmuş bir konumda olduğumuzu anlatmak ve müjdelemek isterdim
Yine ne çok isterdim üniversitelerimizde tüm evlatlarımızın özgür bireyler olarak, ilimi, bilimi ve aklın yolunu seçerek başarılara imza attığını ve başka ülkelerde gelecek aramadığını.
Sevgili Dostlar, Yoldaşlar ve Canlar örneklerimizi çoğaltabiliriz.
Ben bugün sizlere neden böyle bir tablo çizdim kanımca hepimiz anlamışızdır.
Çünkü ülkemizdeki karanlık tablo, soygun düzeni ve faşizan baskı ve tehditler canımızı çok yakıyor.
Tek Adam Saray Rejimi ve despotizmi geleceğimizi karartıyor.
Ne yazık ki bu sorunlar yetmezmiş gibi geçmişimizde unutulması mümkün olmayan ve yüzleşilmeyen katliamlarda var.
Vahşetin ve en kanlı, katliamın barbarca ve planlı olarak uygulandığı bir kentte ÇORUMDUR:
ÇORUM KATLİAMI
1980 yılında yaşanan ve birçok insanın ölümünün yanı sıra yoğun bir alevi göçünün yaşanmasına neden olan olaylar bütünüdür Çorum katliamı.
Tarihimizde daha öncede birçok kez utanç dolu, insanlık suçu olan vahşetler ve birçok katliam yaşanmıştır.
Bizler ne yazık ki katliamlarla yüreklice yüzleşemiyoruz.
Tarihimizde bir biçimde yaşanmış ve üzüntü kaynağımız olan Ermeni, Rum, Süryani ve Kürt katliamlarında olduğu gibi.
Oysa bu topraklarda ve bu gökyüzü altında herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Yaşama hakkı, bütün hakların temelidir.
*****
Çorum, tarihi önemli olaylara da tanıklık etmiştir.
Hoşgörüsüyle bilinen Hitit uygarlığı bu topraklar üzerinde yaşamıştır ve bu kente birbirinden güzel tarihi yapılar bırakmıştır.
Hoşgörü şehri olan Çorum’un 1980’lere gelindiğinde ne yazık ki suyu zehirlendi.
Alevilerin ve Sünnilerin bir arada yaşadığı bu şehirde kargaşa yada nefret ve öfke yayılması istendi.
Tıpkı Maraş’ta olduğu gibi
Çorum’da, dış ve iç mihraklar ilk önce insanları “sağ ve sol” olarak ayrıştırtmak istemiş ancak başaramayınca insanları mezhepsel olarak ayrıştırmaya başladılar.
Çorum farklı mezhepleri barındırdığı için nefret yaymaya uygun bulundu.
Yıllardır sorunsuz birlikte yaşayan kapı komşular birbirine düşman kesildi.
Maraş katliamındaki olayların ve provokasyonların aynı şekilde Çorum’da da cereyan ettiği görülmüştür.
Bunu fark eden Çorum’daki Alevi halkı, bu kez tedbirini sıkı bir şekilde almaya çalıştı.
Ramazan ayının başlamasıyla birlikte, kışkırtma başladı ve tezgâh kuruldu.
İlk önce Belediye hoparlöründe Komünistlerin suları zehirlediği belirtilerek halka; “sakın su içmeyin” diye bir anons yapıldı.
Halk kışkırtılmak istendi.
Amerika Ajanı Alexader Pech, Maraş’tan sonra gözünü Çorum’a dikmişti.
Üzücü ve düşündürücü olansa, bu ajanın amacı ve çalışmaları çoğu devlet adamı tarafından bilindiği halde engellenmemişti.
Ajan Pech, Çorum’a geldiği zaman Ülkü Ocağı Başkanı, Susurluk’taki kazada ölen, birçok suça karışmış ve Ankara Bahçeli evlerdeki öğrencilerin katlinden sorumlu Abdullah Çatlı ile görüştüğü söyleniliyor.
Çorum katliamında bu kez ekinler değil, insanlar ve insanlık yakıldı.
Katliamda acımasız bir şekilde işkencelerle öldürülen insanların fotoğraflarına bakmak insan olanı kahrediyor…
Çorum’daki katliamda da yine insanlık sınıfta kalmıştır.
Çorum’da yaşananlar planlı bir katliamdı.
Çorum’un bilinçli bir şekilde seçildiği anlaşılmıştır.
Katliamın arkasında dönemin iktidarının, yöneticilerinin ve istihbarat örgütlerinin bulunduğu da biliniyor.
Çorum Katliamında kentte bulunan ve direnişin önderleri arasında yer alan dönemin eğitim emekçisi Muharrem Özünel,
12 Eylül’den önce yurt genelinde birçok cinayet ve toplu kıyımın yapıldığını belirtiyor:
“Devletin kendisini dizayn etmesi için darbeye ihtiyacı vardı” diye açıklama yapmıştır.
Çorum Katliamından yaklaşık 2 ay önce 31 Mart 1980 tarihinde Ticaret Lisesi’nde ders verirken polisler tarafından gözaltına alındığını ve karakola götürüldüğünü söyleyen Muharrem Özünel,
“O dönemin en karanlık isimlerinden birisi olan polis memuru Kemal Maraşlı yüzüme bakarak, ‘Merak etme, Çorum’u da yakında Maraş’a çevireceğiz’ demişti.”
Çorum Katliamı, öyle 3-5 çapulcu faşistin çıkardığı sıradan bir şey değildir.
Devletin kendini yeniden dizayn etmesi için, emekçilerin örgütlü gücünü dağıtmak için darbeye ihtiyaç vardı.
Çorum Katliamı da bu yoldaki en önemli kilometre taşıydı” diye olaya açıklık getirmiştir.
*****
28 Mayıs 1980 günü gerici-faşist güçlerin “Kana kan intikam-Kanımız aksa da zafer İslam’ın” haykırışlarıyla başlattığı bir derin devlet-kontrgerilla eylemi olan Çorum Katliamı 10 Temmuz 1980’e kadar devam eder.
Saldırılarda 57 Alevi yurttaş öldürülürken, 300’e yakın yurttaş yaralanır.
Çorum Katliamı ülkeyi 12 Eylül faşist darbesine götüren son kilometre taşıydı
Katliam, 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen, siyasi ve dini temelli olarak ortaya çıkan kanlı olaylardır.
Ülkücülerin, Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesi’ne saldırması üzerine, çoğu Alevi olmak üzere resmî kaynaklarca 57 yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanmıştır
Çorum Katliamını “bir yönüyle katliam diğer yönüyle direniş” olarak tanımlayan o dönemin tanıklardan Şeref Karataş, katliamın 2 aşamalı olduğunu belirtmiştir:
“İlk süreç 27 Mayıs’ta başladı. Ülkücüler katliam yapmaya kalkıştı. Solcuların karşılık vermesi sonucu bu saldırılarda başarıya ulaşamadılar.
Bu saldırılarda sadece ülkücüler değil resmi polisler de vardı.
Ancak bu saldırılardan amaçlarına ulaşamayan faşist güçler işi mezhepsel çatışmaya dönüştürdü.
Olayların ikinci aşaması olan 4 Temmuz’da ise cami yakıldı diye söylemler oluştu.
Caminin çevresinde bir ateş vardı. Ama bu o bölgede bulunan Alevi yurttaşların yakılan evlerinin ateşiydi” dedi.
*****
ABD destekli ve bir kontrgerilla örgütlenmesi olarak tarihe geçen 12 Eylül faşist darbesine 4 ay kala Çorum’da başlayan katliamın fitilini 27 Mayıs’ta dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak’ın öldürülmesi ateşledi.
Bunun üzerine “Kızılbaşlara ölüm” sloganları atmaya başlayan ırkçı gruplar Milönü’ye doğru yürümeye başladı.
Ulukavak Mahallesi’nde yaşayan Alevi dedesi Veli Solmaz ve yanındaki arkadaşı mahalle fırınında yakılarak öldürüldü.
Resmi rakamlara göre 57 kişinin hayatını kaybettiği olaylarda yüzlerce insan yaralandı, yüzlerce ev ve iş yeri ise yağmalandı.
Oysa “Ne Gün Sazak Çorumlu’dur, ne de öldürenler Çorumlu.
Ancak, Gün Sazak’ın cenazesinden dönen gruplar kente geldikten sonra şehir merkezinde ilerici, demokrat esnafın işyerlerini tahrip etmiştir.
Bu duruma polis en ufak bir müdahalede bile bulunmamıştır.
Sokağı hareketlendiren kontrgerilla, ülkücü denilen gruplar üzerinden linç girişimleri örgütlemiştir.
Ellerinde silah bulunan gruplar, “Çorum Komünistlere mezar olacak” sloganları eşliğinde, kentte solcu kimliği ile tanınan kişilere ve Alevi mahallelerine saldırdı.
4 Temmuz günü, sıcak havaya rağmen kent alışılmadık bir biçimde kalabalık ve hareketliydi.
Valilik hangi gerekçeyle olduğu bilinmeyen bir kararla sokağa çıkma yasağını kaldırmıştı o gün.
Yaklaşık kırk gündür direnen Alevi ve solcular, o günün Çorum olaylarının en kanlı günü olacağını biliyormuşçasına tedirgindiler.
Günlerden Cuma idi ve tıpkı Maraş Katliamının başında olduğu gibi sokaklarda yabancı insanlar dolaşmaktaydı.
Güvenlik güçleri sanki katliamın önünü açmak için saldıranları değil de savunma halinde olanları gözaltına almaktaydı.
Şehrin bombalandığı ve yakıldığı söylenen caminin şerefesine yerleştirilmiş kum torbalarının ardından makineli tüfeklerle halka ateş ediliyor, panzerler rastgele kurşun yağdırıyordu.
Cuma hutbesi sırasında camilerin minarelerinden, “Komünistler, Milönü Mahallesi’ndeki Alaaddin Camii’ni yaktı” anonsları yapılırken, TRT radyosu ise Alaaddin Cami’nin bombalandığını duyurdu.
3 Temmuz gününe kadar başta Milönü olmak üzere Alevilerin yoğun olduğu mahalleler barikatlarla korunuyordu.
“3 Temmuz günü sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Aynı gün faşist saldırılara karşı direnişe önderlik edenlere karşı geniş bir gözaltı furyası başlatıldı.
4 Temmuz Cuma günü ise bütün camilerde birer kişi ayağa kalkarak, ‘Ne duruyorsunuz, komünistler Alaaddin Camii’yi bombaladı’ diyerek cami cemaatini kışkırtmıştır.
Devletin resmi televizyonu TRT’nin de 4 Temmuz günü gün boyu ‘Çorum’da Alaaddin Camii bombalandı’ haberini verdiğini söylenmiştir.
*****
“TRT GÜN BOYU YALAN HABER VERDİ”
Tanıklar, akşam 19.00 haberlerinde dahi TRT’nin yalan haber vermeye devam ettiğini belirtiyorlar.
“TRT muhabiri bile ‘Ben böyle bir haber geçmedim’ demesine rağmen bu yalan gün boyu devam etmiştir.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun, ‘Yunan mezaliminde bile böyle olaylar yaşanmadı’ dediği Çorum’da Ali Paçacı ve oğlu yakılarak öldürüldü.
Veli Solmaz ve Ahmet Doğan fırında yakıldı.
7 kişi tarlalarda kurşuna dizildi.
Alevilerin yaşadığı Üçevler semti yakıldı, yıkıldı.
Yanan ateşi söndürmeye giden itfaiyenin hortumları kesildi.
Çorum Katliamı’nın Türkiye’yi 12 Eylül faşist diktatörlüğüne götüren son kilometre taşı olduğu bilinmektedir.
*****
Yine bu aşağılık katliama gerekçe olarak gösterilen bir saçmalıkta 1980 yılındaki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlama hazırlıkları sırasında kızların kıyafetleri bahane edilmiş olmasıdır.
Bu nedenle bir bildiri dağıtıldı:
“Müslüman namusuna sahip çık 19 Mayıs gösterileri adı altında yine namuslu bacılarımızın iffet ve hayâsına kahpece ve haince saldıracak bir gün geliyor.
Yüreklerimizi parçalıyor, içimize kan akıtılıyor.
Yine Müslüman evlâdı kan ağlamaya kafir düzen tarafından soyularak, en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir.
Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük bir leke sürülebilir mi?
Kurtuluş savaşında namusunu Yunan eli kirletmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı?
Ey Müslüman düşün, süngüyle ama karnında çocuk çıkaran zihniyetle bu zihniyetin farkı ne?
“Namazını kıl, orucunu tut yeter; karışan mı var” diyen gafil Müslüman sen de düşün…
Düşün ki, haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini.
Şu hadis-i Şerifi asla unutma, haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır.
Ne mutlu canı ile, kanı ile, malı ile CİHAD edenlere…”
Tüm bu kışkırtma ve gerici provokasyonlardan da anlıyoruz ki;
Maraş katliamında oynanan oyunlar şimdi de Anadolu’nun ortasında yer alan Çorum’da oynanmaya karar verilmişti.
Amerika emperyalizmi ve yerli işbirlikçisi örgütlerin Çorum’daki emelleri de maalesef başarıyla sonuçlanmıştır.
Olaylardan hemen önce Çorum Emniyet Müdürü Hasan Uyar görevinden alınarak yerine Tunceli’de görev yapmış olan Nail Bozkurt atandı.
Milli Eğitim Müdürlüğü’ne MHP’li Fethi Katar getirildi.
Çorum Valiliği’ne Rafet Üçelli atandı.
40’a yakın polis memuru başka illere nakledildi.
Birçok okul yöneticisi, öğretmen ve memurun yer değişimi yapıldı.
Buna karşın ataması olan birçok polis memuru ilişiği kesilmeden görev yapmaya devam etti.
ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğinde görevli Robert Alexander Peck, Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, Vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan Kılıçoğlu’yla görüşür.
Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider.
CHP’nin Milletvekillerinden Şükrü Bütün, Etem Eken ve Senatör Abdullah Ercan olayları yerinde incelemek üzere Çorum’a geldiklerinde Belediye Başkanı ile görüşürlerken saldırıya uğrarlar
*****
Ülkemizde birçok sefer işlenen katliamlar her zaman utancımız ve onarılmaz yaralarımız olmuştur.
Çünkü adalet yerini bulmamıştır.
Gerçek azmettirenler ve suçlular çoğunlukla yakalanmamış hatta korunmuşlardır.
Örnek Olarak verirsek:
Dersim 38’i, Çorum’u, Sivas’ı, Kerbela’yı hatırlayalım.
Boşuna mı diyoruz:
“Kırdılar dallarımızı ama bizler yine çiçekteyiz, yine meyvedeyiz, kaybettiğimiz her bir canımızı hatırlayalım anılarını yaşatalım.”
Yaşatılan her katliam, her acı içinde geçmişindeki izlerini taşır.
Tüm bu acılarla ve yaşatılan katliamların perde arkasını ve gerçek failleriyle yüzleşmeliyiz.
Asla adaletten taviz verilmemelidir.
Özellikle Alevilerin inanç merkezleri olan Cem Evleri hiçbir itiraza mahal vermeyecek şekilde ibadethane olarak kabul edilmelidir.
*****
Ne yazı ki “Çorum katliamı unutulmadı” desek te hesabı hak ettiği şekilde sorulmadığı için yarası sürekli kanamaktadır.
Tarihsel olarak yapılan tüm katliamları ve zulümleri, yapanları, yaptıranları ve ülkede insanca yaşamaya kasteden şeriat özlemi ile ülkeyi karanlığa götüren tüm cemaat, tarikat, dernek, vakıf ve siyaset bezirgânlarını nefretle kınıyoruz.
Amacımız bu gökyüzü altında ve tarih boyu tüm halkları beslemiş barındırmış bereketli topraklarda insanca, kardeşçe eşit yurttaşlar olarak özgürce ve barış içinde yaşamaktır.
Bu güzel ülkede tüm halklarımız hak ve adalet duyguları içinde barış ve hak ettikleri şekilde saygın ve mutlu yaşamalarıdır.
Ülkemizi soyan, talan eden, gericilere teslim eden, katliamlara sebep olan tüm canilerden hesap sorulduğunu ve cezalandırıldıklarını görmektir.
GÜLER BUĞDAY




ZİYARETÇİ YORUMLARI
BİR YORUM YAZ