Ahmet Koçak Yazdı: “Bursa’nın Taşları Değil, Sanatı Konuşuluyor Artık!”

“Bursa’nın ufak tefek taşları / Keman olmuş o yârimin kaşları…”
Bu dizeler sadece bir türküyle sınırlı kalmadı; yıllar boyunca Bursa’nın ruhunu, rengini, dokusunu anlattı. Ama artık Bursa sadece türküyle değil, edebiyatla, sanatla, fikirle de konuşuluyor.
Bursa Vatan Medya Grubu köşe yazarı Ahmet Koçak, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen ve sanatseverleri bir araya getiren Bursa Edebiyat Günleri’ni değerlendirdiği köşe yazısında dikkat çeken satırlara yer verdi. Koçak, uzun yıllardır görmezden gelinen, geri planda bırakılan çağdaş yazar ve şairlerin sonunda seslerini duyurma fırsatı yakaladıklarını vurguladı.
Koçak: “Bursa’da Kültür Artık Şehir Gündeminin Tam Ortasında”
3-4-5 Ekim tarihlerinde Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonuyla düzenlenen Edebiyat Günleri, yalnızca bir etkinlik değil; aynı zamanda kültürle barışmanın, şehre yeniden anlam yüklemenin de adı oldu. Koçak, yeni belediye yönetiminin bu alandaki adımlarını olumlu bulduğunu şu sözlerle dile getirdi:
“Yeni belediye uzun yıllardır görmezden gelinen çağdaş yazar ve ozanlara kendilerini tanıtma, Bursa’yı edebiyatçı gözüyle anlatma olanağı verdiği gibi, sürekli çalışacak bir de Kültür Fabrikası kurduğunu duyurdu.”
Kültür Fabrikası: Bursa’nın Yeni Sanat Üssü
Ahmet Koçak, yazısında Kültür Fabrikası projesine de özel olarak değindi. Bu merkezin yalnızca bir bina değil, bir fikir üretim merkezi olacağını vurguladı. Müzikten sahne sanatlarına, sosyal bilimlerden resme, edebiyattan düşünceye uzanan geniş bir yelpazede üretim yapılacağına dikkat çekti.
“Gösteri ve sahne sanatları, müzik, resim, edebiyat, sosyal bilimler gibi dallarda hem üretim yapılacak hem de üretilen değerler tanıtılacak. Hobilerin uçuştuğu ne güzel bir fabrika değil mi?”
Son Söz: Bursa, Artık Sanatla Anılmak İstiyor
Ahmet Koçak’ın yazısında dile getirdiği gibi, Bursa artık sadece “taşlarıyla” değil; fikirleriyle, sanatçılarıyla, yazarlarıyla ve düşünen insanlarıyla da anılmak istiyor. Bu dönüşümün kalıcı hale gelmesi için ise hem belediyelere hem de sanatseverlere büyük görev düşüyor.
17. BURSA EDEBİYAT GÜNLERİ
Bursa’nın ufak tefek taşları/Keman olmuş, o yârimin kaşları… diye devam eden türküsü olur da şairi, yazarı, sanatçısı olmaz mı? Olur. Hem de çokça olur. Geçtiğimiz hafta Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği 3-4-5 Ekim’de Bursa Edebiyat Günleri yaşandı. Yeni belediye uzun yıllardır görmezden gelinen, değer verilmeyen çağdaş yazar ve ozanlara kendilerini tanıtma, Bursa’yı edebiyatçı gözüyle anlatma olanağı verdiği gibi sürekli çalışacak bir de Kültür Fabrikası kurduğunu duyurdu. Bu fabrikada neler üretilecek neler… Gösteri ve sahne sanatları, Müzik, Resim, Edebiyat, Sosyal Bilimler gibi dallarda hem üretim yapılacak hem de ürettikleri değerleri tanıtılacaklar. Hobilerin uçuştuğu ne güzel bir fabrika değil mi?
On altıncısı si 2017 yılında yapılıp ara verilen Edebiyat Günleri’nin 17.si bu yıl yapıldı. Tayyare Kültür Merkezi’nin üst katındaki salon, Bursa severler ve edebiyatseverlerce doldu taştı. Cumartesi günü yapılan sabahki iki oturumuna katıldım.
Mukadder Özgeç, Ceyhun Erim, Kemal Selçuk’un Roman Kent Bursa sunumlarının ardından Mithat Kırayoğlu ve Merve Yakut’un sunduğu Bursa’da Zaman Mekân İnsan, Andre Gide’in Bursa’sı ve Bursa’yı Bir Flanör Olarak Anlatmak oturumlarını dinleme, izleme olanağı buldum.
Yazar Merve Yakut, 1914 yılında arkadaşlarıyla İstanbul’a gelen Andre Gide’in İstanbul’u da kent planını da beğenmediğini anlatırken sık sık flanör sözcüğünü geçirdi. İstanbul’un ardından Bursa’ya gelen ünlü yazarın Bursa’yı, kent planını, insanlarını pek beğendiğini ve onları güle benzettiğini belirtti.
(Konuşmasında geçen ‘flanör’ sözcüğünü ‘planör’ anlayıp öyle dinledim. Adam planöre binip Bursa’nın üzerinden uçarak yazmış demek ki, diye düşündüm. Hayalimde planöre binip, o günkü İstanbul ve Bursa’nın üzerinden uçtum. Sonra, planörün o yıllarda yaygın olarak kullanılmadığını geçirdim aklımdan. Hazerfen Ahmet Çelebi’nin Galata Kulesinden Üsküdar’a kadar takma kanatlarla uçmayı başarmasının ardından Cezayir’e sürgün edilmesi ve 30’lu yaşlarında orada ölmesi geldi aklıma. Bilim insanlarına kötü gözle bakan Osmanlı Devleti’nde o tarihte planör ne gezerdi? Kafama takıldı. Eve geldiğimde araştırdım ki Merve Hanım flanör demiş ben planör anlamışım. Flanörün anlamı da; aylak kent gezgini, tek başına yavaş yavaş gezen insan demekmiş. Meğer ben de bir flanörmüşüm de haberim yokmuş.)
Bursa’da zaman konuşulurken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa’da Zaman şiiri geçmez mi, geçti tabii; Bursa’da bir eski cami avlusu/Küçük şadırvanda şakırdayan su;/Orhan zamanından kalma bir duvar…/ Onunla bir yaşta ihtiyar çınar…
Mimar Mithat Kırayoğlu’nun, kentlerin insanın kişiliğine etkileri üzerine sözleri dinlemeye değerdi. İTÜ’de hocası olan Prof. Dr. Gündüz Özdeş derslerine, “Önce biz şehirlerimizi yaparız, sonra şehirler bizi yapar.” sözüyle giriş yaparmış. Kentlerimizi öyle güzel, öyle planlı, öyle güzel yapalım ki; planlı ve güzel yetişen nesiller olsun. Ardından Edip Cansever’in “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer / Suyunda yüzen balığa / toprağını iten çiçeğe / Dağların tepelerin dumanlı eğimine…” şiirini de okuyunca beni aldı bir düşünce. Doğup büyüdüğüm, 26 yıl yaşadığım Yozgat’a mı yoksa 27 yıldır yaşadığım Bursa’ya mı benzedim? Bursa bir yıl fazla olunca Bursa’ya benzemiş olabilirim. Beni ben yapan yeşili bol Bursa kenti mi yoksa bozkırdaki yirmi, yirmi beş km uzakta gözüken tepelerin dumanlı eğimi mi?
Ovada büyüyen insanlardan fazla bilim insanı, sanatçı, şair ve yazar çıkmaz. Etrafı dağ ve ormanlarla kaplı yerlerde yaşayanlar bu dağın, bu ormanın, bu denizin arkasında ne var, diye merak eder. Merak da her şeyin ateşleyici gücüdür. Ovada yaşayan, etrafı genişçe gören, kafasında oluşan sorulara -hazır olandan- yanıt bulmuş bir insanın merakı körelir; durağanlaşır, yerinde sayar. Yerinde saymak geri gitmektir. Ülkemizin yaşadığı budur.
Büyük yazar ve şairlerin dağlık, ormanlık ve denizi olan yerlerden çıktığını düşünürüm. Belki de bereketli topraklarda beslenme ve barınma gereksinimini kolayca karşıladığı için sanata ve edebiyata yöneldiği için de olabilir…
Büyüdüğüm düzlük bozkır, göz alabildiğine etrafın ve gökyüzünün gözüktüğü bir yerdi ve ben uzaktaki silik dağların arkasında ne olduğunu merak ettiğimi hiç anımsamıyorum. Bursa’da doğup büyüyen bir çocuk, yeşilliklerle kaplı, elli metreden daha ilerisini göremeyen, yükseklere çıktığında Uludağ ile Katır Dağları arasında gözüken gökyüzü arasında büyürken çok şeyleri merak etmiş olabilir. Merak, duygu ve düşünce dünyasını geliştirmiş olabilir. Bu düşünceye göre Bursa’dan çok sanatçı ve edebiyatçı çıkması doğaldır.
Konuşmacı, diğer beyliklere göre küçük olan Osmanlı Beyliği’nin neden serpilip geliştiğini de Bizans’la iç içe yaşamalarından dolayı onlardan kent mimarisi, vakıflar, devlet yönetimi gibi şeyleri alıp uygulamalarından kaynaklandığını anlattı.
Bursa’da yetişen pek çok ünlü şair yazar olduğu gibi yolu Bursa’ya düşen de pek çok Şair ve yazar da vardır. Bunlardan biri Bursa Hapishanesi’nde on yıl yatan Nazım Hikmet’tir. ‘Uludağ’a Dair’ adlı şiirinde;
“Yedi yıldır Uludağ’la göz göze bakışıp dururuz./ Ne o kımıldar yerinden ne de ben/ Lakin birbirimizi yakından tanırız.” ,der.
1948 yılında Bursa’ya sürgün gelen ünlü yazar Aziz Nesin ise bir mektubunda;
“Haritada yerini bilmediği Avustralya şehri kadar yabancı.” addeder Bursa’yı, “eğer Paris’e gitseydi, orada konuşacak insan yapacak iş bulabileceğini amma Bursa’da bulamadığını” söyler. Koskoca kentte yapayalnızdır. Bir şiirinde;
“ Bir başınasın/ Başına buyruk değil…/ Şeftalisi var yiyemezsin,/ Güzelleri var sevemezsin,/ İpeklisinden giyemezsin. / Kaplıcası var giremezsin, / Bu şehr-i dil-ara’da tek başına.”
Aziz Nesin’in Bursa için yazdıkları aklıma Yozgat Lisesi’nde öğretmenlik yapan Sabahattin Ali’yi getirdi. İstanbul’da yaşayan arkadaşı Nahit Hanıma yazdığı mektupta memleketim için şöyle yazmış:
“Yıl 1927… Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi… Düşün kardeşim, konuşulacak bir insan bile yok… Hepsi alelade, hepsi dümdüz… Memleketin civarı hep bozkır, gözünün alabildiği kadar çıplak dağlar uzanıyor. Yalnız Yozgat’ın tam karşısında bir çam ormanı var… Ama o da dümdüz araziye yakışmıyor… Adeta kirli bir bakkal önlüğüne yamanmış yeşil bir kadifeye benziyor. Buraların dağları bile münasebetsiz. Üstlerinde bir ağaç, bir iri kaya bile yok… Yalnız toprak mı? Hayır, o da değil… Çakıl taşı gibi en büyüğü yumruk kadar taşlarla örtülü… Ahali fesat, dedikoducu. Kendimi yalnız okumaya verdim. Kitap, gazete, mektup okumakla vakit geçiriyorum.”
Ve ben bu iki memleketin birinde doğdum, birinde yaşıyorum.
ahmet.kocak16@hotmail.com