Zirvede Haber

17 Ağustos yaklaşırken İMO’dan Deprem Master Planı!

17 Ağustos yaklaşırken İMO’dan Deprem Master Planı!

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi düzenledikleri basın toplantısında 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin yıldönümünün yaklaştığını hatırlatarak, Bursalıları depreme karşı uyardı. İMO, 17 Ağustos depremini anarken, Bursa’da henüz bir “Deprem Master Planı” yapılmadığına vurgu yaptı.

İnşaat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi İMO, BAOB’da 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi konulu basın toplantısı düzenledi.

Düzenledikleri basın toplantısında 17 Ağustos depremini anarken, Bursa’da henüz bir “Deprem Master Planı” yapılmadığına vurgu yaptı.

İMO Bursa Şubesi Mehmet Albayrak esas hedeflerini, insanların enkaz altında kalmasını önlemek olarak açıkladı.

Albayrak’ın konuyla ilgili basın açıklaması şu şekilde:

“17 Ağustos 1999 Depreminden bu yana 21 yıl geçti.Ülkemiz bu güne kadar birçok depremi yaşadı; yaşamaya da devam edecek.

2003 yılı Bingöl, 2011 yılı Van ve 2020 yılının ocak ayında yaşadığımız Elazığ-Sivrice Depremleri de sonuçları bakımından oldukça acı oldu. Önemli ölçüde can ve mal kayıpları ortaya çıktı.

Yine Çanakkale, Manisa, Muğla-Bodrum, İzmir, Adıyaman, Denizli, Tekirdağ, Bingöl ve Malatya gibi illerimiz farklı büyüklüklerde depremler yaşadı. Can ve mal kayıpları ortaya çıktı.

İstanbul başta olmak üzere kentimiz dahil ülkemizin farklı yerlerinde yeni ve yıkıcı depremlerin olacağını konunun uzmanları sürekli dile getiriyorlar.

İnşaat Mühendisleri Odası olarak bizler de deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve daha sonra yaşadığımız diğer depremler de ortaya çıkan her acının yükünü omuzlarımızda, acısını ise kalbimiz de taşıyoruz.

Üzülerek dile getiriyoruz ki üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen, her an deprem tehlikesi ile karşı karşıya olan ülkemizde, kısa süreli ve acil olan bazı önlemlerin bile alınmadığı, para uğruna var olan risklere yeni risklerin eklendiği görülmektedir.

Dolayısıyla deprem güvenliği bakımından 1999 yılından daha iyi durumda değiliz.

Birçok kentimizin “1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı” yoktur. Olsa bile bu planlar günübirlik kararlarla bozulmakta, yapılmaması gereken yerlere uygun olmayan, kent yaşamını sıkıntıya sokacak yapılar yapılmaktadır.

Kentimiz açısından da durum farklı değildir.

1998 yılında o zamanki Bursa Bayındırlık ve İskân İl Müdürlüğünde hazırlanmaya çalışılan ve şahsımın da bizzat iştirak ettiği Bursa’mızın 2020 Strateji Planından bugün eser yoktur.

Yoğun bir şekilde göç alan ve hızla büyüyen kentimizin 1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı sürekli olarak değiştirilmekte olup planlama konusunda bir türlü istikrarı yakalayamamaktayız.

Bu yetmezmiş gibi yerel yönetimlerin uygun görmediği kararları çoğu kez merkezi yönetim olumlu bularak karar vermekte ve giderek kentlerin plan bütünlüğü bozulmaktadır.

Oysa artık herkes biliyor ve ifade ediyor ki; deprem afetine karşı hazırlığın birinci, ikinci, üçüncü velhasıl bütün aşamaları doğru planlamadan ve kararlı uygulamalardan geçiyor.

Açıkçası deprem tehlikesi altında bulunan kentimizde gerek konut nitelikli yapılarımız, gerekse kamu yapılarımızla birlikte endüstri tesislerimizin büyük oranda deprem güvenlikleri yoktur.

Özellikle 1999 yılından önce üretilmiş olan yapılar halen varlıklarını sürdürüyorlar. Oysa bu yapıların yıkılıp yeniden yapılmaları veya önemlice bir kısmının güçlendirilmiş olmaları gerekirdi.

Geçen 21 yıl gibi neredeyse çeyrek asırlık süre aslında bu iş için yeterli bir süreydi. Ancak başaramadık, yapamadık.

Son olarak yaşamış olduğumuz Elazığ-Sivrice ve Bingöl-Karlıova depremleri yapı stokumuzun ciddi bir deprem riski altında bulunduğunu bir kez daha göstermiştir.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi amaç maddesi “yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak” olan 3194 sayılı İmar Kanunu’na Geçici 16. madde eklenmiştir. Adı da İmar Barışı konulmuştur.

Türk İmar Tarihinin bugüne kadar ki en kapsamlı imar affı olan bu düzenleme ile hiçbir mühendislik hizmeti almayan ve bu kanun kapsamında mühendislik hizmeti alması talep bile edilmeyen yapılar, herhangi bir kontrol mekanizması olmaksızın, kuralsızca, sadece mal sahibinin beyanı ile kayıt altına alınarak yasal statü kazanmıştır.

Açıkçası mühendis ve mimarların yok sayıldığı bir ülke de “güvenli yapı üretilmesi mümkün değildir. Zira Mühendisin varlığı, bilgisi, uzmanlığı parayla ölçülemez.

Mühendislik hizmeti almadan kaçak olarak üretilmiş yapıların süresiz olarak yasal hale getirilmiş olması, devletin sorumluluğunda olması gereken “can ve mal güvenliği” bir kenara atılmıştır.

Ayrıca getirilmiş olan İmar Barışı ile; 3194 sayılı İmar Kanunu, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun işlevsiz bir hale gelmiştir.

Oysa var olan yapı stokunun ve yeni yapılacak olan yapıların depreme karşı güvenli olmaları gerekir. Depreme karşı önlem almanın ve ortaya çıkacak olan can ve mal kayıplarını azaltmanın ve ortadan kaldırmanın tek çözüm yolu budur.

Temel hedef yara sarmak değil, insanlarımızı yıkılacak yapıların altında bırakmamak olmalıdır.

Yıkılan yapıların altında kalan insanlara ulaşarak onları kurtarmanın kolay olmadığını, hatta mümkün olmadığını unutmamak gerekir.

“İmar Barışı” denen bu afla deprem güvenliği ve mühendislik mesleği hiçe sayılarak toplumun can ve mal güvenliği yapı sahibinin “beyanına” teslim edilmiştir.

Hiçbir yapı sahibi de “yapım güvenli değildir diye beyanda” bulunmamıştır. Su havzaları, dere yatakları ya da hazine arazilerine yapılmış olan kaçak yapılar bile neredeyse af kapsamına alınmıştır.

Hal böyle olunca da tüm yasal kurallara uyarak onun bedelini ödeyen konut ve yapı sahipleriyle birlikte, işini doğru yapan mühendis ve mimarlar cezalandırılmıştır.

Açıkçası değerler sistemi bir kez daha ayaklar altına alınmış, kötülük bir kez daha ödüllendirilmiştir.

Beş yıl önceki basın toplantımızda şu satırları dile getirmiştik:

“Elbette, deprem bir doğa olayıdır. Bir doğa olayının afete dönüşmesi insan kaynaklı eksiklikler ve hatalar zincirinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde 6 ve üzeri büyüklükteki her deprem önemli ölçüde can ve mal kayıplarına neden oluyor”

Devamla da;

“Sorun; bir doğa olayı olan depremin kendisinde değil, depreme dayanıklı yapı üretilmemiş olmasında yatmaktadır. Gerekli önlemleri almamaktan ya da denetimsizlikten kaynaklanan olumsuzlukları “kader” olarak değerlendirmek doğru değildir. Bunun yerine mühendislik bilimine uygun hareket edilmeli, yapı üretim süreci bilime ve bilgiye dayalı olarak yönetilmelidir”

Soruyorum sizlere bugün ne değişti?

Kentimizin henüz bir Deprem Master Planı yapılamamıştır. Hal böyle olunca da “Parsel bazında verilen emsal artışları ile dönüşüm adı altında Yık-Yap anlayışı ile yapılan binalar”, “Riskli Alan” ve “Riskli Yapı” belirlenmesindeki adaletsizlik, keyfilik ve hukuksuzluk hak kayıplarına yol açmıştır.

Kentimizde bu durumda olan ve çözüm bekleyen yüze yakın proje hukuksal eksiklikleri sebebiyle yargı engeline takılmış ve hala çözüm beklemektedir.

Yani kısaca depreme karşı yapı stokunu güvenli hale getirmek iddiasıyla başlatılan kentsel dönüşüm uygulamaları, bugün yeni sorunların kaynağı haline gelmiştir.

Çoğu kez insanlar müteahhitlerin insafına bırakılmıştır. Bütünlüklü bir planlama yerine parçacı bir anlayışla yapılar yıkılıp yeniden yapılmakta, kentlerin teknik ve sosyal altyapı sorunları daha da artmaktadır.

Bu durum kentlerimizi yeni afetlere açık hale getirmektedir.

Bugünkü kentsel dönüşüm yasası ve var olan mevzuatlar; kentsel dönüşüm uygulamaları için temel beklenti olan sağlıklı ve yaşanabilir bir çevrede, güvenli yapılarda oturmak anlayışını karşılamamaktır. Ve acil olarak revize edilmelidir.

Kısaca diyoruz ki: Kentsel dönüşüm; sosyal adalet, gelişim, bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunması, zarar azaltma ve risk yönetimi ile birlikte kapsamlı ve bütünleşik bir şekilde ele alınarak yapılmak zorundadır.

Parsel bazında yapılan plan değişiklikleri yerine ada bazında plan değişikliğine geçiş de planlama açısından sıkıntılar yaratacaktır. Doğru kentsel dönüşüm planlaması yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bütüncül bir planlamadan geçiyor.

Artık ülkemizde bilinmeyen bir fay hattı yoktur. Bu faylar zamana bağlı olarak sürekli enerji biriktiriyorlar ve biriktirdikleri enerjilerini bir gün mutlaka açığa çıkaracaklar.

Çözüm bekleyen en büyük problem; açığa çıkan enerjinin yaratacağı depreme karşı dayanıklı yapı üretilmesinin koşullarını yaratmaktır.

Durmadan fayları ve depremi konuşmak insanları depremin yıkıcı etkisinden korumaz. Korumuyor. Bu sebeple geniş bir seferberliğe, geniş bir işbirliğine ihtiyaç vardır.

Konu kesinlikle bir Milli Güvenlik Sorunu olarak ele alınmalıdır. Sistem olarak bugünkü anlayışımızın devam etmesi durumunda insanlarımız beton yığınları altında kalacak, çok önemli olmasına rağmen “yara sarma anlayışı” ortaya çıkacak olan acıları hiçbir zaman dindiremeyecektir.

Esas hedef insanlarımızın enkaz altında kalmasını önlemek olmalıdır.

Bunun için yapılması gereken ana çalışmaları çok kısa başlıklar halinde sıralamak gerekirse:

1. 1938 yılından kalma 3458 Sayılı Mühendislik ve Mimarlık Hakkındaki Yasanın değiştirilmesi ve meslek alanımızla ilgili olarak bir “MESLEK YASASININ” çıkarılması zorunludur.

2. Afet anı ve sonrasına odaklanmaktan daha çok afet öncesine odaklanmak gerekiyor. Tüm ülke toprakları inşaat sektörünün bir arazisi olarak görülmemeli, bilimsel bilgi ve kent planlaması kapsamında ve ihtiyaç temelli yapılar yapılmalıdır.

3. İmar barışı nedeniyle kaçak ve mühendislik hizmeti almayan veya eksik alan yapılar Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerinin arşivinde toplanmış bulunuyor. Öncelikle kaçak olarak yapılan veya ruhsatlı olup da üzerine yeni kaçak katlar yapılan yapıların yaşanacak bir depremde ayakta kalma şansları yoktur. Bu yapılar öncelikli olarak dönüştürülmeli ve deprem afetine dayanıklı hale getirilmelidirler.

4. Bir doğa olayı olan depremin doğal afete dönüşmesini önlemenin yolu, planlama-kentleşme, tasarım, uygulama ve yapı denetim sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesinden geçmektedir. Depremle ilgili olarak yapı denetimine ayrı bir vurgu yapmak gerekir. Çünkü yapı denetimi güvenli yapıların üretilmesini sağlayacak ve gelecekte aynı sorunların ortaya çıkmasını önlemenin güvencesidir. Mesleki ve ahlaki yetkinliği dikkate alan ve meslek Odaları tarafından belgelendirilen Mühendis ve Mimarların “Özne olduğu” bir Yapı Denetim Sisteminin kurulması zorunludur. Açıkçası planlama ve tasarım aşamasından yapının kullanım aşamasına kadar geçen tüm süreçler, mesleki ve etik yeterliliğe sahip mühendisler tarafından yönetilmeli ve denetlenmelidir.

5. Yapı üretim sürecinin önemli bir parçası olması gereken “Şantiye Şefliği” konusu çözümün değil, sorunun bir parçası olmuştur. Farklı meslek disiplinleri ve uzmanlık alanları dikkate alınmadan şantiye şeflerinin görevlendirilmesi, bilime ve bilgiye aykırıdır. Ayrıca bir şantiye şefinin 30.000 m2’ye kadar 5 inşaatın şantiye şefliğini yapmış olması da doğru değildir. Şantiye şefliği inşaatın her aşamasından sorumlu olması gereken önemli bir mesleki faaliyettir. 5 ayrı işin şantiye şefliğini bir mühendisin yapma şansı yoktur.

6. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu sorun olmayı sürdürüyor. İş kazaları ve ölümlü iş kazaları sıralamasında dünyada ön sıralardayız. Yapıyı tanımayan fakat işçi sağlığı ve İş güvenliği uzmanlık belgesine sahip olan insanların yapı alanında işçi sağlığı ve iş güvenliği uzmanı olarak çalışmaları kabul edilemez.

7. Kentimizde ne yazık ki kentsel dönüşümle ilgili ciddi manada adım atılamadı. Her platformda defalarca dile getirmemize rağmen kentimizdeki yapı stokumuzu mercek altına alarak olası bir depremde Bursa’nın deprem risklerini ortaya koyacak, yapılacak kentsel dönüşüm çalışmaları için öncelikli bölgelerin tespit edilmesini sağlayacak, yapı stokumuzun durumunu ortaya koyacak envanter çalışmaları dahi yapılamamıştır. Bursa’nın dinamiklerini de sürece dahil ederek Kentsel Dönüşüm Master planı ve Deprem Master planı hazırlanmalı, mevcut olan Ulaştırma Master Planı da dikkate alınarak bütünleşik olarak 1/100 000’lik İl Çevre Düzeni Planı vakit kaybedilmeden revize edilmelidir.

Sonuç olarak:

İnşaat Mühendisleri Odası olarak diyoruz ki “Can ve mal güvenliğinin sağlanması için depreme dayanıklı yapı üretmekten başka bir yol yoktur” Bu gerçekten hareketle geleceğimizi kadere ve rantçılara bağlamanın çıkar yol olmadığı acı da olsa anlaşılmıştır.

İnşaat Mühendisleri Odası, yapı üretim süreci tüm eksiklerinden arındırılıncaya kadar, yapı stoku iyileştirilinceye, güvenli ve sağlıklı yapı üretilinceye ve mühendislik hizmeti almadan üretilmiş tek bir yapı kalmayıncaya kadar çalışmalarını sürdürecektir.

İnşaat Mühendisleri Odası depremi unutmama, unutturmama ısrarını sürdürmektedir. Güvenli ve sağlıklı yapı üretimi sağlanana kadar da depremi unutmamaya ve unutturmamaya çaba gösterecektir.

Bilime, bilgiye, mühendisliğe, akla ve insana önem veren uygulamalar sorunun değil çözümün yoludur. 17 Ağustos yıkımının 21. yıldönümünde ilgililere bir kez daha hatırlatıyoruz.”

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ